Tabiî Gıdalara Dönüş

Hız, teknoloji, uzay çağı derken, anladık ki, bu yorucu düzen içinde pek de rahat değiliz. Üstelik sağlığımız da tehlikede!.. Düzensiz ve dengesiz beslenme, fast-food türü yiyeceklere yönelme, hormonlu ve ilaçla büyütülmüş yiyecekler yemenin giderek yaygınlaşması sonucu, fazla kilolar ve bir çok hastalık insanların en önemli meselelerinden biri hâline geldi. Aceleyle girip çıktığımız marketlerde gördüğümüz, hepsi birbirinin aynı gıda maddelerinin türlü çeşidi var; ambalajları, etiketleri güzel ama ya içindekiler?!. Bunlarla ne kadar doğru beslenebiliyoruz acaba?

Gün geçtikçe annelerimizin özenle hazırlayıp kavanozlara doldurulduğu reçelleri, hormonsuz domatesleri, tarhana gibi kokan tarhana çorbalarını özlüyoruz. Sıcak suya attığımızda iki dakikada pişen çorbaların ne lezzeti var ne de sağlığımıza katkısı!

Tablo biraz karanlık belki ama o eski lezzetli günlere geri dönmenin, yeniden sağlıklı beslenmenin bir yolu olmalı… 

Aradan asırlar da geçse Allâh’ın insanlara ikrâm ettiği ve Rasûlü’nün tavsiye ettiği temel gıdaların hepsi besleyici ve lezzetlidirler. Onlarsız beslenme olmaz. İnsan sadece onları yiyerek de ihtiyacı olan her türlü maddeyi almış sayılır. Bu gıdalar aynı zamanda insan metabolizmasına uygun olup sindirimleri zor değildir. Tam bir vitamin ve enerji deposu olmakla birlikte birçok hastalıktan korunmamızı sağlarlar. 

İslâm dünyasında bilhassa Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu gıdâlara sahip çıkılmış ve ayrı bir önem verilmiştir. Hekimler bu gıdâları, tıbbî tedâvilerde kullanmışlardır. Osmanlı’da devrine göre çok ileri olan Bîmarhânelerde hastalara bu gıdalardan yapılan yemekler hazırlanmış, iyileşmeyi hızlandırdığı ğörülmüştür. Topkapı Sarayı Eczânesi’nde 1608-1767 yılları arasında hazırlanmış 186 çeşit ilaç reçetesinin temelinde de bu gıdalardan faydalanıldığı görülmüştür.

Batı da bu tür gıdaların önemini anlamış ve kabul etmiş, hattâ tavsiye eder hâle gelmiştir. Öyle ki, ekolojik tarımın her geçen gün artışı da Batı’nın bu gıdalara verdiği önemi bir kez daha göstermiştir. Gerçi teknolojinin gelişmesine kadar bazı gıdaların faydalarını anlamak için zaman kaybedilmiştir. Bunlara bir kaç misâl verecek olursak:

-Tereyağın kolesterol ve kan yağlarını yükselttiği iddiâ edilmişse de bundan artık vazgeçilmiştir. 

-Yumurtanın kolesterolü yükselttiği söylenirken son araştırmalar yükseltmediğini hattâ düşürdüğünü ortaya koymuştur.

-Bal (hakikî bal) hakkında da çok konuşulmuş, kan şekerini fazla yükseltmediği, insana faydalı pek çok gıdâyı barındırdığı anlaşılmıştır. 

-Zeytin ve zeytin yağı da tartışmasız olarak artık dünyada önerilen bir numaralı yağ durumunda: Kolesterolden diş çürüğüne, ülser, kanser ve diyabete kadar bir çok rahatsızlığın tabiî devâsı olarak nitelendiriliyor. Tıp ilminde de zeytin yağının kalb ve damar sağlığını korumada gıdâların başında geldiğine işaret edilmektedir. 

-Yakın zamana kadar anne sütünde bebeğe gerekli olan her türlü gıdanın olmadığı ileri sürülmüşse de son yıllarda artık bilhassa bebeğin ilk altı ayında “sadece ve sadece anne sütü” verilmeli, denilmektedir. 

Batı’da pek çok gıdanın faydasının veya hastalıklara şifâsının zamanla anlaşılmasında galibâ şu gerçek yatmaktadır. Batı tıbbı, insan sağlığını bozmuyor ama temeli itibarı ile yanlış kabûle dayanmaktadır. Çünkü batı tıbbına göre, önce hastalanacaksın sonra tedâvi olacaksın! Hasta olmamak için metodlar geliştirilmemiş. Oysa İslâm âleminde tıbbî konularda Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdikleri, Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiyeleri, kıyas ve tecrübe yoluyla elde edilen bilgiler, tıbb-ı nebevî kaynaklarında yer almıştır. Böylece beden ve ruh sağlığı korunurken hasta olmamanın metotları da geliştirilmiştir. 

Meselâ tıbb-ı nebevîde su içmenin bile bir usûlünün olduğu bildiriliyor. Nasıl içersen iç denilmiyor. Oturarak ve üç defada içilmelidir. Su, yavaş yavaş içildiğinde ağızdaki anti-mikrobiyel maddeler su içindeki zararlı mikropları öldürerek mideye inmemesini sağlıyor. Bir defâda içildiğinde ise bu mikroplar, ağızdaki mikrop öldüren maddelerle karşılaşmadan direk mideye iniyor. Kim bilir bilmediğimiz daha nice hikmetleri var!

Batılılar yemeği bile ayakta yiyor. Maalesef kendi kültürümüzdeki sofra düzeni yerine bu özenti de giderek yaygınlaşmakta. Biz yemeği oturarak yeriz ve sağ ayağımızı böğrümüze çekeriz. Midemizin üçte birini bu ayakla beraber doldurmuş oluruz. Böylece bütün mide yemekle dolmamış olur. Bütün bunlar, sevgili Peygamberimiz’in bize öğrettiği kâideler. Meselâ etin de tüketilme kâideleri var. Pek çok Kur’ân âyetinde bunlar bildirilmiştir. Âyet-i kerîme’de buyrulmaktadır:

 “Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben’den korkun. Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık hâlinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allâh çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Mâide, 2)

Ölmüş hayvan etini yiyemezsiniz! Ölü hayvan eti yemekle, dînî usûle uygun kesilmiş hayvanın etini yemek arasında büyük farklar var. Batı tıbbı artık bunu bilmesine rağmen kurallar koymamıştır. Öyle ki sığır, koyun, tavuk, hangi hayvan olursa olsun kanı akıtılmadan önce ya elektrik cereyanına tâbî tutulmakta veya büyük baş hayvanların alnına ucu konik veya küre yüzlü bir çubuk darbeli olarak sokulup çıkarılmaktadır. Bu işlem tüm mezbahalarda yaygındır. Bunun sonucunda hayvan bayılmakta ya da ölmektedir.

Kesilen hayvanın kanı akmalıdır. Çünkü kan hastalık yapan pek çok mikrobu bünyesinde barındıran ve çabucak kokuşan bir sıvıdır. Yenilecek etin bu sıvıdan kurtarılması elbette çok mühimdir.

Domuz etinin zararı bilinmez mi? Tıp ilerlemiş, bunların, değil insan sağlığı, hayvan sağlığına bile zararlı olduğuna dâir bir çok ilmî delillere rağmen üretimi ve tüketimi giderek artmaktadır. Bununla birlikte bir tedbir de alınmamakta hattâ etinden başka, yağından, derisinden, bağırsağından, işkembesinden, tırnağından kemiklerine kadar işlenip kullanılır hâle getirilmektedir. Sanâyileşmenin hızla arttığı çağımızda sûnî gıdalardaki (çikolata, bisküvi, konserve, mayonez, ketçap, meyve suları vs.) katkı maddelerinde ve ilaç endüstrisinde yaygın olarak kullanılmaktadır.

Netice olarak, tüm insanlar tabiî gıdalara önem vermeli, insan sağlığını olumsuz yönde etkileyen sûnî gıdalardan uzak durmalıdır. Aynı zamanda, tıbb-ı nebevîye yönelmeli, onu çok okumalı, öğrenmeli ve araştırmalıdırlar. Şüphesiz sayısız nîmetlerle dolu olan kâinat sofrasından ancak onun sâhibi olan Allâh’ın buyruklarına öncelik vererek kurtuluşa ulaşılabilir. Nitekim Yüce Allâh gönderdiği kitabı Kur’ân-ı Kerim ile insanı muhatap alır ve her şeyi ile ona hitap eder. Kur’ân gibi ilâhî, mûciz ve kıyâmete kadar insanlara rehber olan bir kitapta, insan hayatına faydalı bazı gıdaların ayrı ayrı isimlerinin yer alması dikkat çekicidir. Yaklaşık 28 adet besin maddesinin özel isimleriyle belirtilmesinde nice hikmetler ve sırlar hattâ ziyâde faydalar vardır. Hadîs-i  şeriflerde isimleri ve faydaları zikredilenler de göz önüne alındığında insanların sıhhatli bir beslenme için bu tavsiyelere uymaktan başka çâreleri yoktur.

 

PAYLAŞ:                

Nejla Bas

Nejla Bas

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle