Nezâket Üslubuyla Konuşmak

Pâdişâhın biri, rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür. Canı sıkılan pâdişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tâbircilerini huzûruna çağırtır. Rüyâsını anlattıktan sonra tâbircibaşına:

“‒Hele bir söyle, bu rüyâ hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” diye sorar. Tâbircibaşı hiç düşünmeden:

“‒Maalesef şerdir pâdişâhım!” der. “Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.”

Tâbircibaşının bu yorumu, pâdişâhın gönlünde âdeta soğuk rüzgârlar estirir. Bir anlık sessizliğin ardından pâdişah hiddetle kükrer:

“‒Tez atın şunu zindana, felâket tellâlı olmak neymiş öğrensin!”

Muhâfızlar, tâbircibaşıyı yaka-paça götürüp zindana atarlar.

Pâdişah, bu kez huzûrundaki diğer bir tâbirciye dönerek:

“‒Sen söyle bakalım, rüyâmın tâbiri nedir, hayır mıdır, şer midir?” der.

Tâbirci sükûnet içinde bir müddet düşünür, sonra birden yüzü aydınlanır ve tane tane konuşmaya başlar:

“‒Hayırdır pâdişâhım, hayırdır!” der. “Bu rüyâ, bütün yakınlarınızdan uzun yaşayacağınızı ve daha nice seneler ülkenizi huzur ve saâdetle idâre edeceğinizi gösterir.”

Bu habere çok sevinen Pâdişah, tabirciye iki kese altın ihsân eder.

Olup biteni başından beri izleyenler ise, şaşkınlıkla tâbirciye şu suâli sorarlar:

“‒Aslında sen de tâbircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Pâdişah neden onu cezâlandırdı da seni mükâfatlandırdı?”

Tâbirci tebessüm eder ve şöyle der:

“‒Elbette aynı şeyi söyledik; fakat öyle zaman olur ki, ne söylediğinden ziyâde nasıl söylediğin ve kime söylediğin daha mühimdir.

İşte, ifâdedeki üslûp farkı dolayısıyla aynı mânâyı ifâde eden sözlerin, muhâtapta meydana getireceği müsbet ve menfî neticeleri gösteren, ibretlik bir kıssa. Bu kıssadan alınması gereken hisse ise; hakkı söylerken, sözü, muhâtabın hissiyâtını dikkate alarak, ince düşünüş, firâset, nezâket ve zarâfetle söylemenin ne derece ehemmiyetli olduğudur.

Zira Rabbimiz, kullarının bu husûsta hassâsiyet sahibi olarak tatlı, gönül alıcı ve yumuşak söz söylemelerini emir buyurmaktadır. Bu hakîkat, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler...” (el-İsrâ, 53)

Gönüller Sultanı Peygamber r Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ, bana farzların ikâmesini emrettiği gibi, insanlara lûtuf ve merhametle muâmele edip yumuşak söz söyleyerek, onların kalpleri arasında muhabbet filizleri yeşertmemi de emretti.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 59/1695)

Nitekim hiç kimse sert sözlerden ve kabalıktan hoşlanmaz. Zira kaba söz, alev alev yanan bir ateş gibidir ki, neticede sahibini de yakar. Bu sebeple Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu şu hakîkate dikkat etmek lâzımdır:

“Allah Y’nun âyet-i kerîmedeki; «Ey Mûsâ! Firavun’a karşı yumuşak söz söyle, ona yumuşaklık göster!» sözünü iyi anla! Zira kaynayan yağa soğuk su dökersen, ocağı da harap edersin, tencereyi de...”

Yine Hazret-i Mevlânâ, bir sözün, söyleyenin kullandığı üslûba göre muhâtabında çok farklı tesirler meydana getirdiği husûsunu, bir teşbihle şöyle anlatmaktadır:

“Söz vardır, keskin kılıç gibidir; dostluğu keser, öldürür. Kalpte tedavisi imkânsız yaralar açar. Gönül bahçesindeki yeşillikleri, sevgi çiçeklerini hazan mevsimi gibi kurutup öldürür.

Bir söz de vardır ki, ilkbahar mevsimi gibidir. Her tarafı süsler, güzelleştirir, sayısız faydalar sağlar.”

Bundan dolayı bir mü’min, konuşma üslûbunu güzel ayarlamalı, ilâhî hakîkatlerin bediî ve rûhânî güzelliklerini sergileyen bir hikmet pınarı olmalı ve dâimâ ruhlara nüfûz edecek tatlı bir lisân kullanmalıdır. Zira âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere, gönüllere girebilmenin en kestirme yolu yumuşak ve güzel bir üslûp kullanmaktır:

 “Allâh’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmrân, 159)

Peygamber Efendimiz’in bu güzel ahlâkını Ebû Kursâfe t şöyle anlatmaktadır:

Ben, annem ve teyzem, Rasûlullah r’in yanına gittik. Kendisine bey’at edip yanından ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana şöyle söylediler:

“–Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü ondan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu.” (Heysemî, VIII, 279-280)

Ümmü’d-Derdâ c da şöyle buyurmuştur:

“Ebu’d-Derdâ, bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Bir gün ona:

«–İnsanların senin bu hâline şaşırmalarından korkuyorum!» dedim. O:

«–Rasûlullah r bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi» diyerek cevap verdi.” (Ahmed, V, 198, 199)

Unutulmamalıdır ki, bir kişinin konuşma üslûbu ve ifâde tarzı, onun şahsiyet, karakter ve ahlâk seviyesini yansıtan parlak bir ayna mesâbesindedir.

Bu sebeple bir mü’min, Hazret-i Ebûbekir t’ın ifâdesiyle:

“Ne söylediğine, kime söylediğine ve ne zaman söylediğine dikkat etmeli.”  ve Şeyh Sâdî’nin şu beyânına kulak vermelidir:

“İki şey akıl hafifliğini gösterir. Söyleyecek yerde susmak ve susacak yerde söylemek!”

Konuşma esnâsında dikkat etmemiz gereken hassâsiyet ölçülerini, Kur’ân-ı Kerîm bizlere şöyle bildirmektedir:

Anne-babaya karşı “öf” bile deme, onlara; قَوْلاً كَرِيماً (kavlen kerîmâ)[1], yâni ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle.

Fakir-fukarâya, muhtaç ve mahrumlara verecek bir şey bulamıyorsan, hiç olmazsa onlara karşı, قَوْلاً مَيْسُوراً (kavlen meysûrâ)[2], yâni gönül alıcı, rûhu dinlendirici, tesellî edici bir söz söyle.

Kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabâya, yoksullara karşı yine قَوْلاً مَعْرُوفاً (kavlen ma’rûfâ)[3], yâni güzel söz ve tatlı dille konuş.

Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmete, fitneye veya yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için yine قَوْلاً مَعْرُوفاً (kavlen ma’rûfâ)[4], yâni yerinde ve uygun bir söz söyleyin.

Zâlimlerin kalbini yumuşatmak için قَوْلاً لَيِّناً (kavlen leyyinâ)[5], yâni yumuşak söz söyleyin.

Velhâsıl bir mü’min, lisânını bu ilâhî ölçüler ışığında terbiye etmeli ve Cenâb-ı Hakk’ın şu emrini hiç unutmamalıdır:

“…İnsanlara güzel söz söyleyin…” (el-Bakara, 83)

Cenâb-ı Hak bizleri; nâil olduğu her nîmeti ilâhî bir emânet bilerek lâyıkı vechile kullanabilen, insanlara lûtuf, merhamet ve yumuşak sözle muâmele ederek kalplerde muhabbet filizleri yeşerten sâlih kullarından eylesin…

Âmîn…

 

[1] el-İsrâ, 23.

[2] el-İsrâ, 28.

[3] en-Nisâ 5, 8.

[4] el-Ahzâb, 32.

[5] Tâhâ, 44.

PAYLAŞ:                

Osman Nûri Topbaş

Osman Nûri Topbaş

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle