Fakirlikten Korkmayan Zât’a…

“Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır. (Onları) çok iyi görür.” (el-İsra 30)

 

Bir gün kızım:

“–Anneciğim; biz fakir miyiz?” diye sordu.

Önce ne diyeceğimi söylemek için biraz düşündüm.

“–Hayır.” dedim.

“–Peki, zengin miyiz?” dedi. Ona da:

“–Hayır.” dedim.

“–Biz, orta hâlliyiz.” dedim ama verdiğim cevap, açıkçası beni tatmin etmemişti.

Fakiriz desem -elhamdülillah- en az bizi bir aya yakın idare edecek gıdalara sahibiz. Un bitse, bulgur, pirinç var. Onlar bitse, tarhana, makarna veya bakliyat var. Kahvaltılık süt ürünleri bitse, memleketten gelen zeytin var, turşular var, salça var, şu var, bu var. Var da var… Zihnimden sayarken, “Zenginiz, elhamdülillah!..” dedim. 

O an aklıma Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbı ile fakirliği, yokluğu, en şiddetli yaşadığı Hendek Savaşı günleri geldi. Şiddetli kış, kıtlık zamanı, herkes açlıktan karınlarına taş bağlamış. Sahabenin birisi, Efendimiz’in yanına geliyor. Selâm verip karnında bağlı olan taşı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’e gösterip:

“–Açım!..” demek istiyor.

Efendimiz de ona, hâl lisânıyla cevap veriyor. Ridâsını kaldırıyor, mübârek karınlarında iki taş bağlanmış; yani Efendimiz ondan daha da aç!..

 Ve ellerini açıp duâ ediyor:

“Allâh’ım, Sen bize hidayet etmemiş olsaydın, ne sadaka verebilir, ne de namaz kılabilirdik!”

* * *

Demek ki en büyük zenginlik, en büyük rızık; hidâyet üzere olmak, sadaka verip namaz kılabiliyor olmak... Gerçekten îmân nimetinden mahrum olan nice insanın huzursuz hâli ve hazin ölümleri, bir film şeridi gibi geçiyor zihnimden... Ve namaz, mânevî rızkımızın en lezzetlisi… Onu îfâ edebilmek, birçok insana nasip olmuyor. Zannetmeyelim ki, biz gerektiği gibi îfâ ediyoruz!.. Rabbimiz bizi huzuruna lâyık görüp seçmese, hâlimiz nice olurdu?! Artık fakirlikten şikâyet eden her insan, öncelikle bu iki zenginliğe sahipse, artık fakir olmadığını fark etmelidir.

Elhamdülillâh zenginim! Ama fakirlik, bu yolun âşıklarının en büyük imtihanlarından biri… Önemli olan bu imtihana sabredip onu lûtfa çevirmenin yollarına aramak… Sahâbe efendilerimiz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den aldıkları feyizle, fakirlik imtihanını lûtfa çevirmenin en güzel örnekleri olmuşlardır.

Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Biz Hendek Savaşı gününde siper kazıyorduk. Önümüze son derece sert bir kaya çıktı. Sahâbîler, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gidip:

“–Kazmakta olduğumuz hendekte önümüze sert bir kaya çıktı.” dediler.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Ben hendeğe ineceğim.” buyurdu, sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Biz üç gün müddetle yiyecek hiçbir şey tatmaksızın orada kalmıştık.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kazmayı eline aldı ve sert kayaya vurdu. O kaya un ufak olup kum yığınına döndü. Ben:

“–Yâ Rasûlallah! Eve gitmeme izin veriniz!” dedim. Eve varıp zevceme:

“–Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i dayanılmayacak bir hâlde gördüm, yiyecek bir şey var mı?” diye sordum. Zevcem:

“–Biraz arpa ile bir de oğlak var.” dedi.

Oğlağı kestim, arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Ekmek pişip tencere de taşlar üzerinde kaynamakta iken Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gittim:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Birazcık yemeğim var, bir-iki kişiyle beraber bize buyurun.” dedim.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Yemek ne kadar?” diye sordu.

Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine:

“–Hem çok hem de güzel. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın!” buyurdu.

Sonra ashâbına:

“–Ey Hendek ehli! Câbir bize ziyâfet hazırlamış, haydi buyrun!” diye yüksek sesle nidâ etti. Oradakiler hep birlikte kalktılar. Ben telâşla zevcemin yanına koşup:

“–Vay başımıza gelenler!.. Peygamberimiz, yanında Muhâcirler, Ensâr ve beraberlerindekilerle geliyor.” dedim.

Hanımım ise:

“–Allah Rasûlü, sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu?” dedi.

Ben:

“–Evet.” dedim.

Bunun üzerine:

“–O hâlde telâşlanma!.. O, senden daha iyi bilir.” dedi.

Bir müddet sonra geldiklerinde, Rasûl-i Ekrem Efendimiz sahâbîlerine:

“–Birbirinizi sıkıştırmadan giriniz!” buyurdu.

Onar onar girdiler. Efendimiz ekmeği koparıyor, üzerine et koyuyor ve her defasında tencereyi ve fırını kapatıyor, ondan aldığını ashâbına veriyordu. Sonra yine aynısını yapıyordu. Gelenler, bin kişi idiler. Oradakilerden hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Neticede bir miktar yiyecek de arttı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, zevceme dönerek:

“–Bunu ye, komşularına da ikrâm et, çünkü açlık insanları perişan etti!..” buyurdu. (Buhârî, Meğâzî, 29; Müslim, Eşribe, 141; Vâkıdî, II, 452)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in açık bir mûcizesi olarak birkaç kişilik yemekle -Allâh’ın izniyle- bin kişi doymuş, hattâ ondan artan da komşulara ikrâm edilmiş oldu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, eline geçen bütün varlığı, Allah yolunda sarf ettiğinden, elinde fazla mal bulunmazdı. İhtiyâcı olduğunda da bunu ashâbından gizler, kimseye yük olmak istemezdi. Fakat ashâb-ı kirâm, Âlemlerin Efendisi’nin hâline çok dikkat ederler, herhangi bir ihtiyâcı olduğunu hissettiklerinde hemen onu te’min etmeye çalışırlardı.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in açlıktan dolayı sesinin zayıf çıktığını hissettiklerinde, hemen evlerine giderek yiyecek ne varsa, derhâl O’na götürüp ikrâm ederlerdi. (Bkz. Buhârî, Et’ime, 6; Müslim, Eşribe, 142)

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in rengini solgun gördüklerinde yiyecek bir şeyler bulmaya çalışırlar, bulamazlarsa deve sulama karşılığında bile olsa birkaç hurma kazanarak O’na getirirlerdi.

Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir gün ashâbının yanına çıkmıştı. Ensâr’dan bir zâtla karşılaştı. O:

“–Yâ Rasûlallah! Anam-babam Sana fedâ olsun, yüzünüzde gördüğüm şu hâl beni çok üzdü, bunun sebebi nedir?” dedi.

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, o kimsenin yüzüne bir müddet baktıktan sonra:

“–Açlık.” buyurdular.

Sahâbî hemen çıktı, koşarak evine geldi, yiyecek bir şeyler aradı, fakat bulamadı. Hemen Benî Kurayza’ya gitti. Kuyudan çektiği her kova su karşılığında bir hurma almak üzere anlaştı. Bir avuç hurma biriktirince onları alıp Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna çıktı. Peygamber Efendimiz, aynı mecliste bulunuyordu. Sahâbî:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, bunları yiyiniz!” dedi.

Âlemlerin Efendisi, hurmaların nereden geldiğini sordu, o da durumu anlattı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Öyle zannediyorum ki, sen Allâh’ı ve Rasûlü’nü seviyorsun!” buyurdu.

O zât:

“–Evet, Sen’i hak üzere gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Sen bana kendimden, evlâdımdan, ehlimden ve malımdan daha sevgilisin.” dedi.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Mâdem öyle, fakirliğe karşı sabırlı ol, belâlara karşı kendine bir kalkan hazırla! Beni hak üzere gönderen Allâh’a yemin ederim ki, bu ikisi (fakirlik ve belâlar) beni seven kişiye, suyun dağın tepesinden aşağıya inmesinden daha hızlı gelir.” (Heysemî, X, 313; Zehebî, Siyer, III, 54; İbn-i Hacer, el-İsâbe, III, 298)

Sevgili Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- istese idi, ona gökten çeşit çeşit sofralar indirilirdi. İstese dağlar, O’nun için altın olurdu. Ama O, fakirliği ve müstağnî olmayı tercih etti. Eğer fakirlik utanılacak veya Allah’tan uzaklaştıracak bir şey olsa idi, O zengin olmayı tercih ederdi. O, bu hâliyle de ümmetinin fakirlerine en güzel örnek olmuştur.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çok zengin olduğu zamanlar da olmuştur. Ama O, bu zamanlarda bile fakir gibi yaşamayı tercih ederek elindeki malı-mülkü infak etmeyi tercih etmiş, bu sâyede nice gönüllerin hidayetine vesîle olmuştur. Meselâ;

Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvân bin Ümeyye, Müslüman olmadığı hâlde, Huneyn ve Tâif savaşlarında Allâh Rasûlü’nün yanından ayrılmamıştı.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cîrâne’de toplanan ganîmet malları arasında dolaştığı ve onlara göz gezdirdiği sırada Safvân da Allah Rasûlü’nün yanında bulunuyor; develer, davarlar ve çobanlarla dolu vâdiye hayran hayran bakıyordu. Peygamber Efendimiz, onun bu hâlini göz ucuyla tâkip ediyordu. O’na hitâben:

“–Ebû Vehb! Vâdi pek mi hoşuna gitti?” diye sordu.

Safvân:

“–Evet!” dedi.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–O vâdi de, içindekiler de senin olsun!” buyurdu.

Bunun üzerine Safvân kendini tutamadı:

“–Peygamberden başka hiçbir kimsenin kalbi bu derece cömert olamaz!...” dedi ve şehâdet getirerek Müslüman oldu. (Vâkıdî, II, 854-855)

Daha sonra Safvân -radıyallâhu anh-, Kureyş’in yanına dönerek:

“–Ey kavmim! Müslüman olunuz. Vallâhi Muhammed, öyle ihsanda bulunuyor ki, yokluktan ve yoksulluktan hiç korkmuyor!..” dedi. (Müslim, Fedâil, 57-58)

Önemli olan zengin veya fakir olmak değil!.. Her hâlde Allâh’ın rızâsına ulaşabilmektir. Allah Teâlâ, bu dünyada dilese idi herkesi zengin kılabilirdi. Ama o zaman imtihanın mânâsı kalmazdı. Fakir bulunmalıydı ki, zengin, ona yardım ederek rızâ-yı ilâhîyi kazansın!.. Fakir de hâline sabredip gayret edip rızâya ulaşsın. Nitekim bu husus, âyet-i kerîmelerde şöyle ifade edilir:

“Allah kiminize, kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allâh’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”  (en-Nahl, 71)

“Kim de âhireti diler ve bir mü’min olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür. Hepsine, onlara da, bunlara da (dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de) Rabbinin ihsânından veririz. Rabbinin ihsânı kısıtlanmış değildir. Baksanıza, Biz insanların kimini kiminden üstün kılmışızdır! Elbette ki âhiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (el-İsrâ, 19-21)

 “(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuştu ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki mü’minler: «Allâh’ın yardımı ne zaman?!» dediler. Bilesiniz ki, Allâh’ın yardımı yakındır.” (el-Bakara, 214)

Rabbim, cümlemizi, fakirlikte de, zenginlikte de rızâsını bulanlardan eylesin! Fakirlikten korkmayan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’e lâyık bir ümmet eylesin! Âmin…

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle