Neyi Okumak

“Oku!” idi, mağaranın duvarlarında yankılanıp da dünyaya yayılan ilk ses. Buyruğu işitenin “Ben okuma bilmem!” demesine rağmen ısrarla devam ediyordu aynı emir: “Oku!” diyordu; “kâinâatı, kendini ve insanı, Rabbinin adıyla oku!”

Vazifenin büyüklüğüyle titreyen Sevgili’nin denileni yapmaktan başka çaresi kalmamıştı. Dağlara verildiğinde taşınamayan bu buyruğu üstlenip de dönmüştü, sevgili hanımının yanına. İşte o günden beri bütün mü’minlerin üzerine düşen, aynı sese kulak vermektir. Kulak veriş şekli, kimi yüce gönüllerde farklılık arz etmiştir, ilk günden beri… Bu emir, onların rûhunda başka başka âlemlere kapı aralamıştır.

Kimi şeyhinin buyruğuna rağmen koparmaya kıyamadığı çiçeğin zikrini işitmiş, kimi de çocuk denecek yaşta arkadaşlarıyla oynamayıp “Biz oyun için yaratılmadık!” deyip daldığı tefekküründe âlemi okumuştur âdeta…

Aslına bakılırsa bu emir, hepimizin gönlünde farklı kapılar aralar. Kâinatta okunacak olan ve sayısında sınır olmayan o kadar çok güzellik vardır ki, bunlardan sadece gözümüzün gördüğüne zaman ayırabilirsek gönlümüzün şenlendiğini bizler de hissedebiliriz.

Hızla geçen zamanın içinde o kadar yoğunuz ki, o mübarek dostlar gibi derin tefekkürlere ayıramıyoruz zihnimizi... Her an yapılacak işlerimiz, okuldan gelen ve dersleriyle ilgilenilmesi gereken çocuklarımız, günlük derslerimiz, hizmet toplantılarımız gibi güzel işlerdir bunlar... Aslında niyetimiz hâlisse, bunların hepsi bizler için âhiret sermayesidir. Ama insanız işte, bazen yalnız kalmak isteriz, tıpkı mağaradaki o Sevgili gibi... Fakat bu isteği yerine getirmek, gittikçe kısalan zamanda çok zordur.

Zordur, fakat imkânsız değildir. Elinden tutup bahçeye indirdiğimiz yavrumuzla beraber kısa ve kıymetli bir yürüyüşe çıkarız. Önce koklamaya başlarız bütün güzellikleri... Yemyeşildir ağaçlar, kışın başka, yazın bambaşkadır. Bir de toprakta dolanan o güzeller güzeli, aslında yakından incelenecek olsa şaheser gibi işlenmiş ve korkulacak yönlerinden çok, üzerlerindeki desenleriyle insanı kendine hayran bırakan, “böcek” diye isimlendirdiğimiz minicik hayvancağızlarla başlayıveririz okumalarımıza… O minicik bedenlerin her biri nakış nakıştır âdeta. Yüce Yaratıcı, iğne ucu kadar bir böceği bile es geçmemiş, işlemelerini ona da nakşetmiştir. Her biri vazifesiyle meşgul, minicik bedenlerdir bunlar… Üzerindeki desenden haberi bile yoktur aslında... Onun güzelliği dahî, ona insanoğlu için verilmiştir. Baksın, okusun ve ibret alsın diye...

Allah dostları, bizlerin gözleriyle okudukları bu güzellikleri yüreklerine indirmeyi başarmış ve o küçücük bedenlerin zikrini işitebilecek hâle gelmişlerdir. Çünkü onlar bundan on dört asır önce Cebrâil’le gelen emri, ilk günkü hâliyle kabullenmişler, nazarlarını kalplerine ve letâiflerine çevirmişlerdir. Bu yöneliş, onların fânî bedenlerini toprak altında dahî diri tutmuş, yaşadıkları her ânın, her dakikanın farkında olmaya sevk etmiştir. Ve yaratılanı derinden derine tefekkür hâli onları, helâllerde dahî temkinli davranmaya yöneltmiştir.

O dost ki, oltaya takılan balığın kandırılmasına sebep olan yemi düşünmüş, nazarını ve okuyuşunu balığa yönlendirip bütün helâlliğine rağmen onu yememişti. Yıllarca bu hâli, helâli haram kılma şeklinde anlaşılır endişesiyle gizli tutmuş, aslâ dile getirmemiş, bu hassasiyeti sadece özünde yaşamıştı.

Okumuştur Yunus... Bunu o kadar büyük bir aşkla yapmıştır ki, dilinden dökülen bütün kelimeler canlı mânâya bürünmüş, cümleler hayat veren mısralara dönmüştür. Yıllarca şeyhine götürdüğü odunları büyük ihtimamla toplamış, kendinde olan cevheri kendisi bile anlamamıştır.

Büyüklerin bakışıyla bizlerinki arasında elbetteki büyük farklılıklar vardır. Onların nazarları tamamen mânâya yönelik olmuş, zâhire takılıp kalmamışlardır. Fakat değil mi ki bu yol gayret yoludur, öyleyse bütün gayretimiz de onlardaki ummandan bir damla da olsa istifadeye çalışmak olmalıdır. İşte o vakit:

“Gönül Çalab’ın tahtı,

Çalab gönüle baktı.

İki cihan bedbahtı,

Kim gönül yıktı ise.” seslenişine, okuduğumuzun mânâsına ererek kulak verebilir, Cenâb-ı Hakk’ın kulun kalbinde, O’nun rızâsının da o kalbi kırmamakta gizlendiğini idrâk edebiliriz.

Ve yine o vakit hayatlarını okuyup da imrendiğimiz büyüklerin kervanına biz de dâhil olabiliriz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle