Mürşid-İ Kamillerin Yüce Himmeti

Nakşî yolunun büyüklerinden Tâhâ’l-Hakkârî hazretleri, Altın silsilenin otuzbirinci halkası olup Abdülkâdir Geylânî hazretleri’nin onbirinci torunudur. Yani Peygamber                -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz’in soyundan olup seyyiddir. Zamanının büyük âlimlerinden fen ve din ilimlerini tahsil etti. Tasavvuf ilmini de Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri’nden öğrenip kemâle erdi. Seyr u sülûkünü, yüksek istidâdı ve mürşidinin yüce himmet ve teveccühü sayesinde seksen gün gibi kısa bir zaman içinde tamamlayarak hilâfetle müşerref oldu ve irşâd hizmetine başladı. Hakkârî’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bağlar (Nehrî) kasabasında kırk yılı aşkın bir süre halkı irşada devam etti.

Hikâye olunduğuna göre, Van’ın Gürpınar kazasından bir zat, Nehrî kasabasına gelerek Tâhâ’l-Hakkârî hazretlerine talebe olmak istedi. Nihayet ısrarı ve muhabbeti sebebiyle kendisine mânevî ders tarif edildi ve bir tesbih de hediye olarak verildi. Büyük bir sevinçle memleketine döndü. Derslerine şevkle devam ediyor, gönlü huzur ve feyizle doluyordu.

Bir gün hayvanlarına kurt saldırmış, büyük bir kısmını telef etmişti. Şeytan:

“–Bu hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi.” diye vesvese verdi. 

Gün geçtikçe bu vesvese giderek artıyordu. Nihayet bu tâlihsiz talebe aldığı dersi bırakmaya karar verdi. Tâhâ’l-Hakkârî hazretleri’nin huzuruna vararak, verdiği dersi artık bıraktığını söyledi. Daha önce kendisine hediye ettiği tesbihi de geri iade etti.

Aradan yıllar geçmişti. Bir öğle vaktiydi. Tâhâ’l-Hakkârî hazretleri namaza kalkarken, birden mübarek ellerini heybetle uzatıp:

“–Def ol, yâ mel’ûn!” dedi ve sonra namaza başladılar.

Namazdan sonra halîfelerinden biri:

“–Efendim, mübarek ellerinizi uzatmadaki hikmet ne idi?” diye sordu. O da:

“–Bir zamanlar, bizi seven bir mürîdimiz vardı. Ölüm döşeğinde yatıyordu. Şeytan ona musallat olmuş, îmânsız gidecekti. Yanından şeytanı kovduk, imanla göçtü, elhamdülillâh.” dedi.

Halîfesi devam ederek:

“–Efendim, çok affedersiniz! Bir gün sizinle beraber otururken biri gelmişti. Verdiğiniz dersi artık bıraktığını söyleyerek, hediye ettiğiniz tesbihi de geri vermişti. Acaba bu, o adam mıydı?” diye sordu. Tâhâ’l-Hakkârî hazretleri de cevap verdi:

“–Evet, o adamdı. Bir zamanlar bize muhabbeti vardı. Bu muhabbeti sebebiyle ona vefâkâr davrandık.”

Böyle mürşid-i kâmillerle elele tutuşmak ve onların sevgilerine lâyık olmak bir insan için ne büyük bir lütuf ve devlet! Cenâb-ı Hakk, bu büyüklerimizin sevgilerinden koparmasın!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle