Mükâfat Ve Cezâda Denge

Anne-baba ve eğitimciler, çocuklarını terbiye edebilmek için gün içinde defalarca mükâfât ve cezâ verirler. Çocukların yaptığı yanlış bir davranışı değiştirmek, olumlu yeni bir davranış kazanmalarını sağlamak için mükâfât ve cezâ usûlü, oldukça tesirli bir uygulamadır.

Ne var ki, çevremde gördüğüm bazı vak’alarda ebeveynlerin mükâfat ve rüşvet; cezâ ile eziyet ve mahrumiyet arasında kavram karmaşası yaşamaları dikkatimi çekti. Mükâfât ve cezâ ile çocuklarının davranışlarını kontrol altında tutmaya çalışan ebeveynler, zaman zaman yanlış uygulamalarla, istemeden çocuklarında daha büyük şahsiyet problemlerine sebep olabiliyorlar.

Öncelikle ödül ve cezâ kavramlarını kısaca îzah edelim:

“Mükâfât/Ödül”, doğru davranışın yapılmasının ya da yanlış bir alışkanlıktan vazgeçilmesinin ardından verilen olumlu bir “harekete geçirme” unsurudur. Mükâfâtınız çikolata, şeker gibi maddî bir değer de olabilir; “âferin sana, mâşâallah” gibi çocuğu takdir eden sözlü bir ifade de… Ayrıca mükâfat, parka gitmek gibi muhatabın sevdiği bir faaliyet de olabilir.

Cezâ ise doğru bir davranışın yapılmaması ya da yanlış bir davranışın yapılmasından sonra verilen olumsuz bir ikazdır.

Mükâfat ve cezaların davranış değiştirmedeki temel vazifeleri, eğitim psikolojisi alanında uygulanan “hayvan deneyleri”ne dayanır. Cezâlar hayvan deneylerinde, şiddetli bir ses ya da sarsıntı gibi korkutucu şekilde uygulanmış, elektrik şoku gibi acı verici bir şekilde de uygulanmıştır. Bilim dünyası bile hayvanlarla yapılan bu şâibeli deneyleri, hayvan hakları açısından savunamazken, eğitim ve terbiye adına çocuklara uygulanan korkutucu ya da acı verici fizikî cezâları kim nasıl savunabilir?

Çocuklara sıklıkla uygulanan “sözüm ona” mükâfat ve ceza yanlışlıklarına yakından bakalım:

Okula problem çıkarmadan gittiği için her gün çocuğa şeker almak… “Yemeğini yersen çikolata veririm!” demek… “Misafirlikte yaramazlık yaparsan evde görüşürüz!” demek, karnesinde zayıf olan bir çocuğa yönelik aşağılayıcı ifadelerde bulunmak… gibi.

Okunduğu zaman yanlış oldukları âşikâr olan bu uygulamaların benzerleri, her gün ne yazık ki birçoğumuzun evinde cereyan ediyor. Birçok çocuğun kişiliğini yaralıyor, rûhunu incitiyor.

Mükâfat, bir eğitim aracı olarak kullanılacaksa öncelikle rüşvetle arasındaki ince çizginin farkında olunmalıdır. Bir davranışı gerçekleştirme konusunda ebeveyn-çocuk arasında ön pazarlık söz konusu oluyorsa, bunun adı ne yazık ki rüşvettir. Bu yüzden sıkça kullanılan “şunu yaparsan, ….” cümleleri oldukça tehlikelidir. Olumlu davranışın sonucunda habersiz olarak verilen mükâfatlar istenen davranışları pekiştirebilir.

Mükâfat verirken yapılan bir başka yaygın hatâ ise, çocukların yerli-yersiz sürekli ödüllendirilmeleri ile ahlâkî ve vicdânî gelişmelerinin baskı altına alınmasıdır. Her olumlu davranışının ödüllendirileceğinden emin olan çocuk, davranışları ödül almak için bir araç olarak kullanmaya başlar. Almayı alışkanlık hâline getirdiği ödüller, bir süre sonra yetersiz gelmeye başlar; dâimâ daha fazlasını beklemeye, elindeki ile yetinmemeye ve neticede doyumsuzluk yaşamaya başlar. Ebeveyn gözetimi olmadığı zaman ise ödül alamayacağını bildiği için vicdânen kabullenemediği bu davranışların tam aksini yapabilir.

Aslında çocuklardan beklediğimiz bütün olumlu davranışların zaten tabiî olarak gelişen olumlu sonuçları vardır ve bunlar, yaptırımı en güçlü ödüllerdir. Meselâ odasını toplu tutan bir çocuk, istediği zaman istediği oyuncağını bulabilir, ödevlerini zamanında yapan çocuk sınavda başarılı olur, oyuncağını paylaşırsa arkadaşı ile daha uzun süre oyun oynayabilir gibi… Çocukların davranışlarını şekillendirmek için her doğru davranışın ardından onlara sirk maymunları gibi şeker vererek ödüllendirmektense, yaptıkları olumlu davranışın sonuçları hakkında onlarla sohbet etmek, asıl büyük ödülü fark etmelerine yardımcı olmak daha tesirli, kalıcı ve şekillendirici bir eğitim metodudur.

Yûnus Emre’nin şu mısrâları, “terbiyede ödül” konusunda oldukça manidardır:

“Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç hûri,

İsteyene ver Sen onu, bana Seni gerek Seni”

Âhiret hayatına inanan bütün insanlar için cennet ve cehennemin varlığı; dünya hayatına karşılık verilen mükâfat ve cezâya benzetilebilir. Vaad edilen büyük cennet ödülü, yaratılışın asıl maksadına eren bir derviş için mükâfat olmaktan çıkmış ve o, asıl ödül olan “Allâh’ın rızâsı” için dünya hayatını şekillendirmeyi gâye edinmiş, böylece ahlâkî gelişimin de en üst mertebesine ulaşabilmiştir.

* * *

Mükâfat ile rüşvet arasındaki ince çizginin benzeri, cezâ ile mahrumiyet arasında da vardır. Mahrumiyette, olumsuz bir davranışın yapılmasının ya da olumlu bir davranışın yapılmamasının ardından, çocuğun sahip olduğu bir kısım imkânlardan geçici bir süre faydalanmasına mani olunması durumudur. Mahrumiyeti bir örnekle izah edecek olursak: Meselâ her gün yarım saat çizgi film hakkı olan bir çocuğun, bu sınırı aştığı için ertesi gün çizgi film izlemesine izin verilmemesi bir mahrumiyettir.

Mahrumiyet ve cezâ, çocukta bıraktığı tesir açısından farklıdır. Uygulanan cezalar çocukları daha hırçınlaştırmasına, olumsuz davranışın tekrarlanmasına sebep olmasına rağmen, dozunda uygulanan mahrumiyetin davranışlar üzerinde daha olumlu tesirleri olduğu ispat edilmiştir.

Cezâ ve mahrumiyetin dozu arttığında, çocukta çekingenlik ve ürkeklik ya da vurdumduymazlık ve yalancılıkla karşılaşılabilir. Tıpkı, ödülün aşırı kullanıldığı durumlarda olduğu gibi, çocukların ahlâkî ve vicdânî gelişimleri baskı altına alınır. Çocuk, ceza alma korkusu ile doğru davranışlar sergiler ya da yanlış davranışlardan kaçınır. Cezadan korktuğu için beklenen davranışları sergileyen bir çocuğun, hapse girmekten korktuğu için hırsızlık yapmayan bir yetişkinden fazla bir farkı yoktur. Oysa ki, biz çocuklarımızı bazı davranışlardan uzak tutmak istediğimiz için cezalandırıyorsak, bunun asıl sebebi, onların bu davranışların tabiî olumsuz sonuçlarına mâruz kalmalarını engellemektir.

 Olumsuz davranışların ardından da çocukları cezâlandırmak yerine, onların yaptıkları yanlışın sebep olduğu olumsuz durumu yaşamalarına izin vermek daha tesirli, kalıcı ve şekillendirici olacaktır. Meselâ yemek yemek, yaşamak için bir ihtiyacımızdır. Anneler için ise, durum çoğu zaman farklıdır. Anneler için çocuklarının yemesi, onların bir ihtiyacı değil, kendilerinin yapmaları gereken bir işleridir. Bu vazifelerini en iyi şekilde yerine getirmek için çocuklarını cezâ vermekle tehdit ederler. Hâlbuki bir sonraki öğüne kadar çocuğun yaşadığı açlık, başlı başına cezânın en büyüğüdür. Bu gibi bir durumda annenin sâkinliğini kaybetmeden henüz bir sonraki yemek saatinin gelmediğini söylemesi, “Ben sana ye demiştim, yemezsen işte böyle aç kalırsın!” gibi ifadeler kullanmaktan kaçınması gerekir.

Çocuklarımız, ancak onlara davrandığımız kadar olgun olabilirler; nasihatler, mükâfat ya da cezâlardan çok, yaşadıkları tecrübelerle davranışlarını şekillendirirler. Çocukların davranışlarının olumlu ve olumsuz sonuçlarını bizzat yaşamalarına ve onlardan gereken dersi çıkarmalarına fırsat vermek, her hassas anne-babanın en önemli vazifelerinden biridir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle