Muhammedîler Yetiştiren Anneler

Nisan ayı, her yıl olduğu gibi, yine rahmetiyle geldi. Elimizden geldiğince ulaşabildiğimiz her yerde, O’nu -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i istidatımız nisbetinde anmak ve anlamak, dilimizin döndüğünce anlatmak için çıktık yollara..

Gittiğimiz her yerde, ümmet-i Muhammed olmanın sevincini ve ümmetinin Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan hasretini görmek, bu dünyanın en güzel lezzetlerinden biridir, bendeniz için…

Yurt içi ve yurt dışında muhabbet ve heyecanla hazırlanmış programların ardından Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i anlatmak, her anlatışımızda yüreği yakan bir hasret ve burnumuzun direğini sızlatan bir aşk… Bu, sadece ilâhî bir lütuftan ibaret!.. Bu lütfun hakkını vermeyi de nasip etsin Rabbimiz…

Bu yıl, hiç gitmediğimiz yerlere öncelik verdik. Program yoğunluğumuzdan dolayı kabul edemediğimiz on sekiz şehirden, bu vesile ile, özür dileriz. Keşke “Kutlu Doğum”lar, başka İslam ülkelerinde olduğu gibi (Endonezya vs.) bizim ülkemizde de bir “hafta” veya bir “ay”a sıkıştırılmayıp, yüz gün kutlansaydı!.. Böylece biz de davet edilen her yere yetişebilseydik…

Bu yıl, misafir olduğumuz yerlerden birkaçının muhabbeti görülmeye değerdi. “Hayat Vakfı”nda buluştuğumuz doktorlar ve tıp câmiasında öğrenim gören kardeşlerimiz, suya hasret birinin suyu bulmasındaki sevinci gibi âdeta içtiler anlattıklarımızı... Her biri gözlerini ayırmadan gönül frekansları açık bir şekilde gözyaşları ile son dakikaya kadar dinlediler. Onlardaki bu muhabbet ve ilgiyi de Rabbimiz boş bırakmadı; konuşturdu da konuşturdu, bu âcizi... Biliyordum, orada anlattıklarım benim planladıklarım değildi. Biliyordum, orada konuşan dil, belki benim lisanım, ama konuşturan şüphesiz Rabbimdi. Bir saat planlamıştık, ama iki saat sürdü. Belki kapıda bekleyenim olmasa, saatlerce konuşacaktı bu dil… Çıktığımda ayaklarım yerden kesilmiş âdeta… Allah Rasûlü ile eve dönüyormuşum gibi müthiş bir lezzetle uğurladılar bizi… En samimi teşekkürler size, geleceğin îmânlı ve ihlâslı doktorları…

* * *

Bir Cumartesi günü de geçen seneden sözleştiğimiz Çerkezköy’deydik. Edirne, Tekirdağ ve Keşan’dan gelen Trakyalı kardeşlerimiz orada toplanmışlardı. Bu beldenin insanının muhabbeti de bir başkaydı. Âmine Güngör Hocamın ve Çerkezköy Müftülüğü’nün gayreti ile ilk defa böyle bir program organize etmişler. Mâşaâllah, bütün salonu doldurdular. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, ashâb-ı kiramın gözünden anlatırken çocukların bile pür dikkat ve sessizce dinlemeleri, gönül dünyalarının tercümânıydı âdeta... Seminerimiz bitince Keşan’dan gelen Romen kardeşlerimizin buram buram aşk ve hasret tüten piyesleri, hepimizin çok hoşuna gitti. Bir kez daha görüyordum ki, elini gönlünü uzattığın her yer senindir. Yıllarca unutulmuş ve yok sayılmış kardeşlerimizin muhabbetle söyledikleri ilâhîler hâlâ kulaklarımda çınlıyor.

* * *

Trakya’nın akabinde yolculuğumuz, bu defa Fâtih Sultan Mehmed Han’ın bize emâneti olan Bosna Hersek’e idi. Âh yaralı Bosna, hâlâ savaşın izi ve soğukluğu hissediliyor sokaklarında… Apartmanların dış cephelerindeki mermi izleri acıyı haykırıyor âdeta… Parklar, yol kenarlarındaki çiçeklikler, hep şehid mezarları ile dolu… Bizim lâlelerle süslediğimiz parklar, onlarda şehit mezarları ile taçlanmış.

Havaalanında karşılayan Türk ve Boşnak kardeşlerimizle ilk durağımız, savaştan sonra dört Boşnak hanımın gayreti ile kurulmuş bir Kur’ân Kursu’ydu. Önceden itfâiye binası olan bu binayı, bu gönlü Kur’ân aşkıyla dolu hanımlar, kendi imkânları ve diğer Boşnakların yardımıyla tamir edip kullanılır hâle getirmişler. Bir harâbeden, ancak bu kadar temiz ve şirin bir yer çıkarılabilirdi herhalde… Tertemiz ve huzur tüten mescidinde ikindi namazını kıldık.

Bir an kendimi Bursa’da bir türbede gibi hissettim. Namazın ardından, “Haydi buyurun!” diye sofraya davet ettiler. Osmanlılardan kalma bazı kelimeleri hâlâ kullanıyorlar. Ardından seminerimizin olacağı spor salonuna doğru yola çıktık. İçeriye girdiğimde salon neredeyse ağzına kadar doluydu, ama çıt bile çıkmıyordu. Şaşırdım. Üç saattir orada bulunuyorlarmış. Bizden önce Kur’ân-ı Kerim yarışması ve başka etkinlikler de olmuş. Bizimle beraber yapılan programlar da iki saati buldu. Beş saat boyunca kimi yere serilen ince kilimin üstünde, kimi seyirci bölümünde, sabır ve sükûnetle oturup dinlemeleri bizim hiç alışık olmadığımız bir durumdu. Orada hizmet eden kardeşimiz Eldina:

“-Şaşırmayın hocam! Anlatılanlar Allah ve Rasûlü hakkında veya İslâm’a dâir herhangi bir şey olsun, yeter!.. Saatlerce bıkmadan, usanmadan dinler, bizim insanımız!..” dedi.

İşin ilginç tarafı, küçük çocukların da aynı sükûnet ve sabırla dinlemeleriydi.

Programın bizim izleyebildiğimiz yerlerinden birkaç kesitini sizinle paylaşmak istiyorum. Küçük yaştaki çocuklar, herhalde ilkokul talebeleri, güzel bir sunum yaptılar ve ileride hangi mesleği seçeceklerini şöyle anlattılar, biz büyüklere:

Küçük Doktor önlüğü içinde şirin kız:

“-Ben öncelikle iyi bir Müslüman, iyi bir ümmet, iyi bir ev hanımı, merhamet ve şefkat dolu bir anne olmak istiyorum. Sonra da hastalarıma şifâ dağıtan bir doktor olmak istiyorum!..” dedi.

Ardından kendinden emin bir kızımız:

“-Ben de önce iyi bir kul, iyi bir ümmet ve şefkatli bir anne olduktan sonra Başbakan olup İslâm’ın verdiği hükümlerle ülkemi yönetmek istiyorum.” dedi.

Ardından aşcı kıyafetleri içindeki şirin kızımız da:

“-Çocuklarım dışarıda yemek yiyip maddî-mânevî zehirlenmesinler diye iyi bir aşçı olmak istiyorum. Onlara temiz ve helâl yiyecekler hazırlayıp güzel bir Müslüman olarak yetiştirmek istiyorum.” dedi.

En son çıkan minik hocahanım:

“-Ben Hocahanım olup, Kur’ân ve Sünnet’le iyi bir Müslüman nesil yetiştirmek istiyorum. Biliyorum ki, Rabbim, benim duâlarımı kabul edecek ,çünkü ben bir çocuğum!”

Miniklerin ümit veren bu sunumlarından sonra, şehid annelerini temsîlen sahneye çıkan hanımefendi, Bosna savaşında babasını, kocasını ve iki oğlunu şehidler kervanında uğurlamış:

“-Srebrenitsa, Bosna’nın yarısıdır.” diyerek söze başladı. “Orada olan bir savaş değil, katliâmdı. Müslüman katliâmı!.. Bu konuşma ile acılarımız tazeleniyor, yaralarınıza tuz basıyorum, ama biz o günleri unutmadık. Bugün bahçelerimizi kazınca hâlâ şehidlerimizin kemikleri çıkıyor. Açılan mezarlarda çocuklarımızın naaşlarının yanında oyuncakları da çıkıyor.” deyince salondaki herkes gözyaşlarını tutamadı. Sözlerine devam etti:

“-Mahkemeler bunu yapanlara ceza verecekleri yerde, «Unutun geçmişi; geleceğe bakın!» diyorlar. Geçmişimizi toplu mezarlardan çıkartırsak unutabiliriz ancak! Kolay değil, bir annenin toplu mezarın başında evladının kemiklerini toplaması... Geçen sene oğlumun birisinin toplu mezardan sadece elleri ve kolları çıktı, vücudu ve kafası yoktu. Ben çocuğumu iki kemik olarak doğurmadım. Çocuklarım şehid oldu ve şehid mezarını hak ediyorlar.

Elhamdülillah artık daha iyiye doğru yol alıyoruz, şehrimize döndüğümüzde yanımızda dört çocuk vardı, şimdi on sekiz çocuk okullu oldu. Biz Bosna Hersekli Muhammedîleriz ve kıyâmete kadar bu topraklardayız ve Muhammedîler yetiştirmeye devam edeceğiz!..” diyerek sözlerini gözyaşları ile tamamladı.

Ardından bizim seminerimiz oldu. Ama asıl anlatılacakları onlar bize anlatmış oldu. Duâlarla noktalanan bu program, yüreğimin kenarında sızı hâlinde kaldı. El uzatmak isteyip de uzanamamanın sızıydı bu…

Akşam da üniversiteli kızlarımızla hasbihâl ettik. İslam dâvâmızın büyüklüğünden, mü’min vakarının korunmasından, dinimizi yaşarken tâviz vermemekten konuştuk. Rabbim, anlattıklarımızın tesirini cümlemize nasip etsin…

Ertesi sabah havaalanından önce Aliya İzzetbegoviç’in kabrini ziyaret ettik. Vasiyetine göre, şehidlerin arasına gömülmek istemiş. Tam da istediği gibi küçük bir şehit mezarlığının ortasında gayet mütevâzî, üstü açık bir kubbenin altında... Bilmiyorum neden, gönlümüz titredi; gözyaşlarımız duâlarımızı yıkadı.

Henüz Nisan ayının ikinci haftasındayız; daha iki hafta boyunca ümmetinin Efendimizle buluşmalarına şâhit olacağız, inşâallâh!..

Şâirin dediği gibi:

“Gel ey Nebî bahardır.

 Hacdan döner gibi gel!

Miraçtan iner gibi gel!

Bekliyoruz yıllardır.”

 

 

 

 

 

 

BOSNA’NIN ÖNCÜLERİNDEN

ELVEDİNA PLASTO HANIMLA BİR HASBİHÂL

Bu röportajı, Bosna Hersek’te komünizmden sonra ilk defa Kur’ân Kursu modelini kurup öğrenci yetiştirmeye başlayan ve bizim de dâvetli olduğumuz programı hazırlayan Elvedina Plasto Hanımla yaptık. Bu röportajın yapılmasında ve Türkçe’ye çevrilmesinde yardımcı olan muhterem kardeşimiz Eldina Seydinoviç’e de bu vesileyle teşekkürlerimi bildirmek isterim. Sizi îman ve hizmet aşkıyla dolu bu hanımla yapılmış bir gönül sohbetine dâvet ediyorum:

 

Elvedina hanım kendinizi tanıtır mısınız?

Adım Elvedina Plasto, 1969 yılında Kakany şehrinin bir kasabasında doğdum. Dindar bir âileye sahip olduğum için ortaokuldan sonra medreseye (İmam Hatip) başladım. O dönemlerde medreselerde çok kaliteli din eğitimi veriliyordu. 1988’de mezun oldum ve benimle birlikte bitiren bütün arkadaşlarım okullarda, câmilerde, evlerde ve değişik yerlerde din eğitimi vermeye başladılar. Bazıları savaşta şehit oldular. Hayatta olanlar ise, hâlâ hizmet yolundalar. İmam Hatip’ten sonra 10 sene ortaokulda din eğitim öğretmenliği yaptım. Şimdi kendi açtığımız dernekte 100 tane çocuk ve 30 tane hanım okutuyorum. Toplam olarak üç bin çocuk bizden eğitim alıyor. Diyanet’te hanımların temsilcisiyim ve “Osmanlı dönemi Bosna”sını korumak üzere kurduğumuz “Sultanov Konak” adlı bir derneğin başkanıyım. Evliyim ve Harun, Ahmed ve Leylâ isminde 3 tane çocuğun annesiyim.

 

Hizmetiniz ne zaman başladı?

Medresede bizim öğrendiklerimizi başkalarına aktarmamız için okul bizi başka şehir ve bölgelere yolluyordu. Benim ilk gittiğim şehirler, “Zvornik” ve “Kotor Varoş” isminde iki ayrı bir bölge idi. İlk defa orada insanlarla bir eğitimci olarak karşılaştım. İlk tecrübelerim orada oldu. Din lezzeti, huzuru ve nice başka duyguyu bu hizmet esnasında hissetim. İşte o zaman tek bir insan bir şeyler yapabilir, ama bir grup insan olursa, daha çok şey yapabilir diye düşünmeye başladım. Bunun üzerine hep birden hizmet etmenin yollarını aramaya başladım. O zamandan beri, yani yaklaşık 25 senedir dînî hizmetlerin içindeyim. Bu son nefesime kadar sürmesi için duâ ediyorum. Rabbim nasip etsin, inşâallâh...

 

Bosna halkının İslâm’a bağlılığı nasıldır?

Bosna’da müslüman olmak, yani dindar olmak, diğer ülkelere göre daha zordur. Bosna Hersek, senelerce komünizmin altında kaldı. Sırf müslüman olduğumuz için, İslâmiyet’e ilk girdiğimizden beri 10 kere soykırıma mâruz kaldık. Bizi, dinimizden döndürmek için ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Avrupa’nın ortasında yer almak, bütün komşularımızın Hıristiyan ülkelerden oluşmuş bulunması bize çok sıkıntı veriyor. Kendi düşüncemizden, kendi inanç ve kültürümüzden olan insanlarla aramızda maddî engeller var.

Boşnaklar, Fatih Sultan Mehmet’den aldıkları dini, bir “emanet” olarak görüyorlar. Ellerinden geldiği kadar bu dini yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorlar. Bosna’da İslâm Dini üzerinde baskılar sürekli bir hâl almış durumda… O kadar büyük tehditlerle mücadele etmek zorunda kalıyoruz ki, insanlar dinlerini korumak için her türlü saldırıya karşı teyakkuz hâlindeler. Onu yaymak, güzelliklerini anlatmak ve tebliğ etmek faaliyetlerinden çok, her an gelebilecek saldırılar için korumak ve bu uğurda şehid olmak duygu ve düşüncesi daha ön plânda…

 

Bosna’da müslüman kadının problemleri nelerdir?

Maalesef savaş zamanında pek çok erkek şehid oldu. Kadınlar da bundan nasibini aldı. Pek çok işte, kadınlar erkeklerin yerine doldurmaya çalıştı. Ama genel olarak Boşnak kadını, rûhî bir boşlukta kaldı. Maalesef Avrupa medeniyeti ve modernizm, günden güne bizim kadınlarımızı daha çok etkisi altına alıyor. Tesettür gittikçe bozuluyor, içki, boşanma ve gayr-i meşrû hayat tarzları yayılmaya devam ediyor.

Bu yüzden bizim âcilen saliha hanım yetiştirmek ve daha sonra onların eğitim yapabilecek mekânları sağlamak gibi temel ihtiyaçlarımız var. Türkiye’den ve dünyanın bütün bölgelerindeki Müslümanlardan bu konuda maddî ve mânevî bir destek ve himâyeye ihtiyacımız var. Şu an Bosna Hersek’te belki silâha dayalı maddî bir savaş bitti, ama şimdi daha çetin bir kimlik ve medeniyet savaşı var. Düşman, her koldan kültür ve medeniyetimizi tahrip etmeye, insanımızı bizden çalmaya çalışıyor. Bizim de buna direnmemiz, cephemizi beslememiz şart!.. Böyle bir mânevî açlığı, ancak elbirlik edersek çözebiliriz.

 

Kur’ân Kursunu sadece hanımlar kurdu. Neden erkekler, bu konuda size destek olmadılar?

Evet, biz hem Kur’ân Kursunu, hem de derneğimizi hanım hanıma kurduk. Ama bazı câmî imamları ve Bosna Hersek Diyanet’i de bizi mânen destekledi. Şimdiye kadar biz bütün masraflarımızı kendi aramızda toplayarak halletmeye çalıştık. Ama bu bizi çok yoruyor. Yani hem maddî imkânsızlıklarla boğuşmak, hem de hizmeti genişletmeye çalışmak zor… Ümidimiz, maddî ihtiyaçları hiç düşünmeden sadece Bosna’nın mânevî yaralarına ilâç olmaya çalışmak… İnşâallâh Rabbim, o günleri de gösterir.

 

Türkiye’deki kardeşlerinize söylemek istediğiniz var mı?

Biz Tûbâ Vakfı’nın desteğiyle İstanbul’u ve Bursa’yı ziyaret ettik. Sizin kurslarınızda kaldık ve yaptığınız hizmetlerden çok etkilendik. Bosna’ya döndüğümüzde hemen kendimize sizin gibi bir Kur’ân Kursu açmaya niyetlendik. Böylece birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kere daha görmüş olduk. Biz size Fâtih Sultan Mehmet’ten kalan emânetiz!.. Aramızda onlarca senelik ayrılık ve nice uzak mesafeler olabilir. Ama biz gönlümüze ve evimizi size açmak, irtibatımızı tekrar kurmak ve gönülden size ve dinimize tekrar bağlanmak istiyoruz. Rabbimiz, yaptığımız, yapacağımız hizmetleri bereketlendirsin. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hayırlı ve layık ümmet kılsın. Bosna Hersek’ten bütün kardeşlerimize muhabbet ve duâ ile… Esselamu aleyküm.

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle