Mektup Köşesi

Men Bir Kız Tanıyırdım...

Bir kız tanıyırdım... 

“Şebnem” dergisini seven, duygu ve düşüncelerini “Şebnem” ile bölüşerek (paylaşarak) huzur tapacağını (bulacağını) ümid eden, fakat bu ümid ve arzusu üreyinde (yüreğinde) kalan Ülviyye adlı bir kız.... Sevmeye, sevilmeye, dikkate muhtaç olan bir kız...  Dertlerini paylaşmak için onu başadüşebilecek (anlayabilecek) birilerine ihtiyacı olan bir kız... Dûçar olduğu belâlar sebebi ile, Rabbine isyan eden, sonradan ise pişman olan ve bu pişmanlığı ile de Rabbine bağlanan, Rabbi ile teskinlik (sükûnet) tapan (bulan) bir kız....  Özürü ve dindarlığı üzünden (yüzünden) alaylara mâruz kalan bir kız.... İnsanlarla ünsiyyete, derdlerini duygularını paylaşmaya sonsuz ihtiyacı olduğu hâlde, eşidebilmediyi (duyamadığı) için hiç kim (hiçkimse) ile doya-doya dertleşebilmeyen (dertleşemeyen) bir kız...  Kalbi kırık, onu kıranlardan küskün ve kalbine deyenleri (incitenleri) bağışlayabilmek için özünde güç tapabilen (bulabilen) bir kız... Nihayet vefatı ile bir çokları kimi (gibi) meni (beni) de göz yaşları ile bu satırları yazmaya mecbur eden bir kız.... 

Bir gün mene (bana) Şebnem jurnalına (dergisine) göndermek için yazılarını göndermişti. Ben de onun yazılarını olduğu kimi kompüterde yığarak (bilgisayarda yazarak) Şebnem dergisine gönderdim. Onunla tanışlığımız, gıyâbî olsa da bu yazılar vasıtası ile oldu. Sonra ise onun baresinde (sayesinde) çok şey öğrendim. Fakat tanışlığımız ele (öyle) gıyâbî olarak da kaldı ve çok hayıf ki, gıyâbî olarak da kalacak!..

Onun,  “Şebnem” dergisinde neşr edilmek için gönderdiği, lâkin neşrini görebilmediği (göremediği) “Şebnem’e Nâme” başlıklı yazısındakı ürek (yürek) sızlatan bazı parçalar şunlardır:

 “Benim 22 yaşım var. 14 Yaşıma çatınca (ulaşınca) bana öyle bir dert üz (yüz) verdi ki, yatsaydım rüyamda bile görmezdim. Bir tatilde Bakü’ye anneannemin yanına gitmiştim. Bir gün ıslak saçlı olarak havaya çıktım. Şiddetli rüzgar esiyordu. Ertesi gün başım ağrımağa başladı. Bir müddet ağrıların şiddetinden yataktan kalkamadım. 

Ağır işitmeye başlamıştım. Konuşanların seslerini işitiyor, amma ne konuştuklarını anlayabilmiyordum. Sonralar hâlim daha da kötüleşti. Sesleri duyuyordum, amma hiç bir şey anlayabilmiyordum.”

Bana, «Bu sağır!» diye edilen alayları hiç unutamıyorum. Neler yaşadım, âh neler!.. Okulu bıraktım. Arkadaşlarımın arasına çıkamaz oldum. Düşkünleşmiş, tamamen bedbin (karamsar) ve umutsuz olmuştum. Geceler, için-için Allah’a duâ ediyor, ağlıyordum. Bazen, «Niçin bana yardım etmiyorsun?» diye Allah’a karşı gelirdim ve sonradan da pişman olurdum. 

Bir gün tövbe etdim. Örtünmeye, namaz kılmaya başladım. Fakat alaylar yine başladı. Bu defa da örtünmemle alay etmeye başladılar. Bir yıl geçmemişti, o kadar alay  olundum ki, başörtümü açtım. Ama sonunda bana kalan yine pişmanlık, yine azap ve yine gözyaşları oldu.

Günlerin biri arkadaşım beni mescide apardı (götürdü). Oradaki Kur’ân Kursu öğretmenine söyledim yüreğyimdekileri... Bana:

“-Ümitsiz olma, sabırlı ol!..” dedi. 

Biraz konuştukdan sonra çıktık ve câmide namaz kıldım. Rabbime bana yardım etmesi için duâ ettim.”

Rabbine ettiyi duâlar sebebi ile durumu yaxşılığa (iyiliğe) doğru değişmeye başladıkta çok sevinmişti. Bir gün her şeyin gönlünce olacağını çok ümid edirdi. Tam şifa tapacağı (bulacağı) günün gelmesini hasretle gözleyirdi (bekliyordu).

 “Durumum da günü-günden iyileşir. Bir zamanlar yanımdaki telefonun sesini bile işidebilmezdim (duyamazdım). İndi (şimdi) ise sokakdan geçen otomobilin sesini bile işitebiliyorum. Rabbime hamd olsun ki, artık Kur’ân kasetlerini dinleyebiliyorum. Sohbetlere koşuluyorum (katılıyorum). Bana hayret edenler de var. 

“-İşitiyor musun?” diye hayretle soruyorlar. Rabbime hamd olsun ki, çok iyileştim. Tam olarak iyileşeceğim ânı; her gün, her saat, her ân bekliyorum. 

O gün gelecek inşâallah! Tezlikle (çabucak) gelecek! Bazen hatrıma deyenler (beni incitenler) olur, üzülüyorum. Sık-sık; «Rabbim, bana sabır ver.» diyorum. Elhamdülillah ki, Rabbiım ondan dilediğim sabrı bana veriyor. O, ki, bize şah damarımızdan daha yakındır. Yüce Rabbime çok şükrediyorum, Çok!”

Acılar çekerek yaşadığı zaman dilimleri ona çok şey öğretmişti.  Taleyi (tâlihi) ile barışmayı, kederi ile râzılaşmayı öğrenmişdi. Hatta onu kıranları, onunlaa alay edenleri, kalbine deyenleri (incitenleri) bağışlamayı da…

“Ey benimle alay edenler!

Allah’ım sizleri affetsin. Sizlere hidâyet nasib etsin. Başımıza gelenler kendi ellerimizle yaptığımız günahlar üzünden (yüzünden) olduğunu bilseniz, hiç kimseye alay etmez, kalp kırmazsınız.”

Özürlülüğün ne demek olduğunu, herkes kimi (gibi) arzuları, istekleri olmakla beraber herkes kimi (gibi) olabilmemeyin (olabilmemenin) ne demek olduğunu yaxşı (iyi) bilirdi…

“Son olarak üzümü (yüzümü) özürlü insanlara tutuyor (çeviriyor), sabırlı olun diyorum. Zira Allah’ın yaptıklarının hiç birinde kusur yok.”

Onun üzünden (yüzünden), ana ve atasının (atasının) üzülmesi onu çok perişan edirdi. Belki de özünden (kendisinden) çok onlara teskinlik vermek (onları sâkinleştirmek) isteyirdi. Hem de bunu çok isteyirdi. 

“Annem ve Babam!

Benim için çok eziyyetler çekmişsiniz. Ağır işitmeyimden (işittiğimden) dolayı çok fikir etmişsiniz (düşünmüşsünüz). Ben de sizleri çok üzmüşem. Rabbim sizlerin yüreğine dokunduğuma, sizlere çok azab verdiğime göre beni affetsin. 

Annecim!

Senin kızın şimdi çok mutlu. Bir dileğim var: Okumak. Duâ et annecim, anne ve babanın evlad için ettiyi duâ tez kabule geçer. Ben de sizin için yüce Allah’tan sağlık ve uzun ömür diliyorum. Rabbim, hepimizin duâsını kabul etsim.

Ben indi (şimdi) çok mutluyum canım Annem, canım Babam!... Benden ötrü (dolayı) hiç üzülmeyin. Ben tam olarak iyileşeceğimi çok ümid ediyorum. Rabbim merhametlidir. Bana da merhamet eder ve ediyor da... Şu mutluluğu ben Rabbimin merhametinden kazanmadım mı!? O, Muizz’dir, Latif’dir, Nûr’dur, Maliki’l-Mülk’tür, Rahman’dır, Rahim’dir.”

 Çok isteyirdi ki, onun yazısı “Şebnem” dergisinde neşrolunsun (yayınlansın) ve vâlideynleri bu yazıyı okuyarak öz kızları ile fehr etsinler (övünsünler), gurur duysunlar…

“Eğer menim size gönderdiğim mektubumu yayınlasanız sizden âcizane bir sûrette bir nüsha da bana göndermenizi ricâ edirem. Yazımı, anneme ve babama okuyacağım. Benim bu hâlimden dolayı çok fikir eden (düşünen) canım anneme ve canım babama.

Hürmet ve muhabbetle:   

Ülviyye Abdulmalik Vekil  kızı Bekirova

Azerbaycan, İsmayıllı, Natik Behdiyev Sokakı, Ev no 11.”

Ülviyye’nin arzuladığı hoşbaht (mutlu) günleri görmek ona nasip olmadı. Rahatsızlandı. Ameliyat olundu, fakat  “ameliyat” uğursuz oldu. Bu, Ülviyye’nin bizlere vedâ merasimi oldu.

Belece (böylece) Ülviyye vefat etti ve vefâtı ile mene, heç vakt (hiç bir zaman) unutmayacağım bu sözleri pıçıldadı (fısıldadı):

“Eğer ne vaktsa (hangi vakitte), bir de kimese (kime olursa) yaxşılık (iyilik) etmek, kiminse könlünü (gönlünü) almak, kiminse derdlerine şerik (ortak) olmakla onu az da olsa mutlu etmek fırsatın olsa, teles (acele et)!.. Gecikme! Ve bu fırsatı elden verme!!!” 

Değerli okuyucular!

Sizlerden âcizane hâhişim (ricam) ise, Ülviyye’nin ruhu üçün bir Fatiha okumanızı ricâ etmek olacak!..

 

Bakıhan Abdullayev-Ulviye Bekirova

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle