Kalıpların Değil, Kalplerin Örtüsü Takvâ Libâsı

Mü’minin önemli özelliklerinden birisi, “takvâ ehli” olmasıdır. Takvâ; Allâh’ın muhabbeti kaybetmek endişesiyle Allah’tan korkmak, emir ve yasaklarına titizlikle uymak ve helâl-haram sınırlarına hassasiyetle dikkat etmek demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Fâtiha’dan sonra gelen Bakara Sûresi’nin ilk âyetleri, “bu kitabın muttakîler için bir hidâyet kaynağı” olduğunu ifade ediyor. Demek ki, takvâ sahibi olmayanlar, Kur’ân’ın hidâyetinden gereği gibi istifade edemiyorlar.

Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde ehemmiyetle durulan kavramların başında, “takvâ” kavramı gelmektedir. Takvâ, Kur’ân’da 258 defa geçmektedir.

Takvâda ilk akla gelen, “haramları terk”tir. Bunu, “mekruhlardan sakınma” takip eder. Mekrûh; çirkin bulunan, hoş karşılanmayan fiil, söz ve hâllere denir. Bunların terk edilmesi de takvadandır. Daha sonra “şüpheliler” karşımıza çıkar. Bunların da mekruhlar gibi haramla komşulukları vardır. Takvâya uygun olan, hakkında kesin bir hüküm olmayan işlerde, haram olma ihtimalini gözeterek o fiilleri de terk etmektir. Sonra “mübah” ve “helâl olanlar” gelir. Bunlardan yeteri kadar istifade edip fazlasını sarf ederken israftan sakınmak da takvâdandır.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- haram ve helâl arasındaki tampon bölge olan “şüpheliler” hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Nasıl bir çoban, koruluğun kenarında koyun otlattığında, koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır.”

 

Takvânın Üç Mertebesi

Takvanın üç mertebesi vardır:

1-Şirkten takvâ: Îman ederek şirkten korunmak. Kişi böylece ebedî cehennemde kalmaktan korunmuş olur.

2-Mâsiyetten takvâ: Büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmak. Takvanın en yaygın mânâsı budur.

3-Mâsivâdan takvâ: Kalbini, Hak’tan alıkoyan her şeyden uzak tutmak.

 

Takva Libâsı

Âyet-i kerîmede, takvânın bir “libas” yani “koruyucu bir elbise” mânâsında kullanılması çok hikmetlidir:

“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allâh’ın rahmetinin alâmetlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).” (el-A’raf, 26)

Bu âyet-i kerimede insanın avret yönlerini örtecek kıyafetlere sahip olmasının, Allâh’ın en büyük rahmet alâmetlerinden olduğu haber veriliyor. Fakat daha da ötesinde vücudun avret yerlerini örtecek asıl kıyafetin ise, “takvâ libası” olduğuna dikkat çekiliyor. İnsanın vücudunu ve avret yerini elbiseler nasıl örtüyorsa, hata, günah, eksik ve yanlışını da “takvâ elbisesi” örter. Başka bir ifadeyle takvâ libasına sahip olmayanın elbisesi de onun avretini tam olarak örtemez.

Bu âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulü hakkında Elmalılı Hamdi Yazır, şu bilgiyi vermektedir:

Rivayet edilir ki, Câhiliyye Araplarından bazıları Kâbe’yi çıplak oldukları hâlde tavaf ederler ve:

“-İçinde, Allâh’a isyan ettiğimiz giysilerimizle tavaf etmeyiz!” derlerdi.

Çoğunlukla erkekler gündüz, kadınlar ise gece tavaf ederlerdi. Kadınların gündüz tavaf ettikleri de olurdu. Tavaf eden kadınlar, göğüslerini açar ve hattâ bazen büsbütün çıplak şekilde tavaf ederlerdi. Bir taraftan da:

“-Tavaf ederken beni kim ayıplar?!” diyerek:

“Bugün bunun bir kısmı veya hepsi açılır, açılanını da helâl etmem.” beytini söylerdi.

Kur’ân-ı Kerim, bu şekilde tavaf yapmayı nehyetmiştir. A’raf Sûresinde, yukarıda zikredilen âyetler de bu sebeple nâzil olmuştur.

* * *

Dinimiz; örtünmenin özelliklerini sayarken avret yerini örten, insanlara düzenli görünmeyi sağlayan, gösterişten uzak, mûtedil, her bir cinsin kendi özelliklerine has bir giyim tarzı tavsiye etmiştir. İnsan, bedenini uluorta teşhir ile haysiyetini ayaklar altına alır; şeref, haysiyet ve vakarını kaybeder.

Elbise, insanın bedenini örter, ama takvâ, insanı günahlardan korur. Bundan dolayı takvâyı elbiseye benzeten Rabbimiz, takvânın insanın iç ve dışını daha iyi koruyacağını, bu sebeple daha hayırlı olduğunu ifade buyurmaktadır. Takvâ elbisesi, daha da özeldir; kalbin ayıplarını örter. Kişiyi, Allah’ın huzurunda mahcub olmaktan korur.

Hayâ ve takvâ duygusundan uzak olan kişi, her ne kadar giyinse de, elbisenin rahmet ve bereketinden istifade edemez. Çünkü “setr-i avret” ve “hıfz-ı nâmus” gibi yüce gayeleri gözetmeyenin ve örtünmeyi değil, bedenini teşhir etmeyi gaye edenin kullanımında elbise, bir “övünme vesilesi” ve “fitne kapısı” olur. Elbise nimetinden faydalanmanın esâsı, takva hissi ile giyinmektir. Hayâ hissi ve Allah korkusu ile giyilen elbise, Allâh’ın izniyle kişinin maddî ve mânevî ayıplarını örter. Sahibini fenâlıklardan muhafaza eder.

Nitekim Peygamber Efendimiz elbiseyi, mübarek bedenini örten ve ibâdât ü tââte zemin hazırlayan bir “hayır vesilesi” olarak değerlendirmiştir. Ehline ve ashabına bunu öğretmiştir.

Efendimiz, elbisesinin temiz ve düzgün olmasına itina gösterirdi. Örtünme ile temiz ve düzenli giyimin en ideal insicamını mübarek hayatında tatbik ederdi. Asgarî ihtiyacından fazlasına rağbet etmezdi. Onun elbiselerinden hiç biri topuklarından aşağı inmez, yerlerde sürünmezdi. Elbiseyi, mutlaka sağ taraftan giymeğe başlar ve şöyle duâ ederdi:

“Ayıp yerlerimi örten elbiseyi bana giydiren ve onunla insanlara güzel görünmemi sağlayan Allâh’a hamd olsun.”

Bu davranışıyla giyinmenin; bedenin korunmasına, cemiyette edeb ve hayâ hislerinin canlı tutulmasına hizmet etmesi gerektiğine işaret ederdi. Önceki peygamberlerin sözlerinden bize intikal eden, “Utanmazsan dilediğini yap!” sözünü nakletmesi, bunu temine yönelik en mühim hatırlatmasıydı.

 

DUÂMIZ:

Peygamber Efendimiz şu duâyı yapmadan bir meclisten kalkmazdı:

“Allâh’ım, bize günahla aramızda engel olacak kadar korkundan hisse ver. Bizi cennetine ulaştıracak kadar taatini nasip eyle. Dünya musibetlerini hafifletecek kadar güçlü îman ver. Allâh’ım bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz, kuvvetimizden faydalandır; ölümümüze kadar olanları da devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizle musibete uğratma. Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gâyemiz kılma. İlmimizi dünya ile sınırlandırma. Bize acımayanları başımıza belâ etme.” (Tirmizî, Daavat, 79)

 

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle