ÇOCUK, VİCDANIYLA TERBİYE OLUR -3-

Din, Vicdanı Besleyen Şahdamardır, Sun’î Davranışlar, Bu Damarı Tıkar

Din, vicdanı besleyen “şahdamarı”dır. Vicdan bu damardan gelen kan ile gelişir ve hassasiyet kazanır. Dînî duyguların zedelenmesi, aynı zamanda vicdanın da zedelenmesi mânâsına gelir. Çocuk, gerek âile içinden ve gerekse çevresinden “samimi” dînî duygularla değil, “sun’î” ve yapmacık söz ve davranış örnekleriyle besleniyorsa, böylesi bir çocuğun gelişmiş bir vicdan sahibi olacağını düşünmek hata olur. Anne-baba, hayatın her safhasında olduğundan çok daha fazla olarak, çocuklarının samimî dînî değerler ile tanışmalarına özen göstermelidir.

 

İlâhiler, Ezgiler ve Çocuk Vicdanı

Meselâ bir anne-baba, çocuklarına dînî eğitimin bir parçası olarak gördüğü, ilâhî ve ezgi dinletmeye özen gösteriyor olabilir. Ancak, bu ilâhîleri/ezgileri söyleyen sanatçı ile ilâhînin/ezginin sözleri arasında bir uyumsuzluk var ise, işte o zaman şahdamardan vicdana akan kan, vicdanı besleyici değil, zehirleyici özellik taşır.

Meselâ, böylesi bir ilâhîde, sanatçı, “Seni andıkça gözlerimden ırmak gibi yaş boşalır, neredesin yâ Nebîler Nebîsi…” diyor, ama gözlerinde bir damla yaş akmıyorsa, bu ilâhîye muhatap olan çocuk, vicdânen kirlenmeye, ikiyüzlü olmaya, olmadığı gibi görünmeye adaydır. Vicdanına bu tür sun’î duygular akan çocuk, içinde taşımadığı duyguları, sanki taşıyormuş gibi gösterilebileceğinin örneğini bu ilâhî ile öğrenecektir. Böylesi bir hâl ise, vicdan eğitimi açısından bir yıkımdır. Bu noktada, anne-babalar -her ne kadar iyi niyetli olarak da olsa- evlerinde, arabalarında, bu türden sun’î ilâhî/ezgi ve şarkı dinliyor ve çocuklarına dinletiyorlarsa, ciddi endişe taşımalıdırlar.

Vicdan eğitimi konusunda çocuklarına karşı şuurlu bir yol izlemek isteyen anne-babalar, sözler ile davranışlar arasında tezat taşıyan böylesi sun’î atmosferlere çocuklarını muhatap edeceklerine, aynı ilâhîleri, kendileri, gözyaşı içinde ve samimice söylemeleri, yetiştirdikleri çocuklarının vicdanında binlerce kere daha olumlu te’sir oluşturacaktır.

Başka bir örnek vermek gerekirse, anne-babalar, çocuklarına dînî eğitim verirken veya dînî eğitim verecek bir şahsı tespit ederken, âzami ölçüde dikkat etmelidirler. Çocuğun gittiği bir sohbette ya da dînî derste, sohbeti yapan kişi -meselâ- “Allah derken kalbim duracak gibi oluyor, kendimden geçiyorum.” diyor, ama sohbet bitene kadar ne kalbi duruyor ne de kendinden geçiyorsa... Sohbetin sonunda da, “Çok yorulduk, şöyle güzel ikramlar gelse de sohbetin tadı çıksa…” diye espri yapıyorsa… Böylesi bir ortamda bulunan çocukların vicdanlarının gelişeceğini düşünmek, çok doğru olmaz. Çocuk, gerek âile ortamında ve gerekse dînî eğitim sırasında karşılaştığı her türlü iletişimde gayet samimî kişilerle muhatap olmalıdır.

Bir başka örnek vermek gerekirse, okunan bir Kur’ân-ı Kerîm, ne okuyan kişide, ne de dinleyenlerde herhangi bir te’sir oluşturmuyorsa, çocuık vicdanı, böyle bir ortamdan samîmi intibâlar edinmeyecektir. Ne zaman ki, okunan Kur’ân-ı Kerîm’in te’siri ile ses, boğazda düğümleniyor, gözlerden yaş boşanıyor ve gönlü, ulvî duygulara sevk ediyorsa, böyle bir ortam çok daha müsbet tesirler hâsıl edecektir. Çocuk, gözyaşları içinde Kur’ân okuyan anne-babasının o hâlini, bütün bir ömür boyu vicdanında sıcacık bir hâtıra olarak taşıyacaktır. Çünkü din ve dine ait değerler, vicdana aracısız olarak ve “direkt” te’sir eder. Çocuk, din ve dînî değerlerle muhatap olduğu her dakika, vicdan kapısını açık tutar. Samimice açılmış olan bu vicdan kapısından sun’î duygular girdiği takdirde, çocuk vicdan kapısını açmakta artık tereddüt geçirir. Karşılaştığı olaylara şüphe ve tereddütle bakar. Olayları “vicdan” muhâsebesi ile değil de “akıl” hesabı ile değerlendirmeyi öne çıkartır. Köşe başında vurulmuş bir kişi için, “Ne kadar üzücü, vicdanım sızladı.” demek yerine, “Bir suçu olmasa, köşe başında vurmazlardı.” diyecek karaktere doğru adım adım yaklaşır.

Veya bir başka örnek vermek gerekirse, özellikle namaz kılınırken, çocuk, namaz kılan anne-babasını, ya da büyükanne-büyükbabasını gayet ciddî ve vakarlı bir vaziyette görmüyorsa, namaz kılan kişi laubâlice hızlı hızlı yatıp kalkıyorsa, vicdanı besleyen o şahdamarının yavaş yavaş tıkanmakta olduğu bilinmelidir.

Çocuklar özellikle, dört-yedi yaş arası dönemde bu samimî gözyaşları ve duygularla tanışmalıdır. Bunun tam tersi olarak da, (dört-yedi yaş da dâhil olmak üzere) özellikle ergenlik çağına gelmiş bir çocuğa, yukarıda örneklerini verdiğimiz, sahte duygu ve hisler taşıyan ortamlar oluşturulmamalıdır.

Sadece dînî duygulardaki sun’îlik değil, aynı zamanda, günlük yaşantıda da çocuğa çok samimi ve içten davranmalı, sun’î davranışlardan kaçınılmalıdır. Hissetmediği şeyi hissediyormuşçasına konuşmalar, yaşamadığı duyguları yaşıyor gibi göstermeye çalışmalar, gelişmekte olan çocuğun vicdânını perişan eder. 

Örneğin, komşuları vefat etmiş bir âile, çocukları ile birlikte tâziye ziyareti yapıyor olsun. Ziyarette giden anne-baba, çocuklarının yanında, rahmetlinin ne kadar dürüst ve iyi bir insan olduğunu söylese ve hatta üzüntüden gözyaşı dökse, tâziye bitip eve doğru giderken aynı anne-baba, çocuklarının yanında, vefât eden kişinin aslında ne kadar da kötü bir hayat yaşadığından bahsedecek olsa, böylesi bir olay çocuğun vicdanında koca bir yük olarak bir ömür boyu asılı kalır. Çocuk, biraz önce ölü evinde gözyaşı döken anne-babasının, eve giderken nasıl da farklı bir karaktere büründüğünün şâhidi olduğundan, yalancı duyguların nasıl ve ne zaman kullanılacağı hakkında kendisi de bilgi depolamış olacaktır. İşte bu yüzden anne-baba, günlük hayatın her safhasında samimi davranışlar sergilemeli ve yalanın zerresine bulaşmamalıdır. Çünkü yalan, vicdanı zehirleyen bir yılan gibidir. 

 

Yalan, Vicdanı Zehirler…

Dînî yaşayışta samimiyetten uzak tavırlar sergilemek, çocuğun vicdanını katılaştırdığı gibi, yalan söyleyen insanlarla muhatap olan çocuğun vicdanı da santim santim boğulur. Bazen küçük ve tatlı yalanlar, bazen “şakacıktan” söylenilen “pembe” yalanlar, çocukların vicdanına zehir akıtır. Zira hiçbir vicdan, söylenmiş olan bir yalan karşısında sessiz duramaz. Eğer kişinin vicdanı ölmedi ise, söylenen bir yalan, o vicdanı habire rahatsız eder. Vicdanın verdiği bu rahatsızlıktan bunalan kişi, sonunda vicdanının sesini bastırmaya ve söylediği yalanı meşrû göstermeye gayret sarf edecektir ki, bu da vicdan duygusunu dumûra uğratır. Gelişmesi ve ışıl ışıl parlaması arzu edilen vicdan, böyle haksız baskılara mâruz kaldıkça, zamanla yok olup gidecektir.

O hâlde çocuklarının vicdanlarını geliştirmek ve o vicdanı berrak vaziyette tutmak isteyen her anne-baba, yalandan, yılandan kaçar gibi kaçmalı, çocuklarına yalanın zerresi bulaştığında onların vicdanlarında açılacak olan yarayı da hesap etmelidir.

 

Çocuk, Anne-Babasının Yankısıdır

Çocuk, anne-babasının bir yankısıdır. Anne-baba, çocuklarına nasıl seslenirse, çocuklar, anne-babalarına aynı karşılığı verirler.

Çocuklar, özellikle ilk 4 yıl, anne-babalarını taklit ederek, hayatın kurallarını öğrenirler. Yeni doğan bir bebek, annesi, ayakları üzerinde yürüdüğü için, emeklemeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durmaya çalışır. Anne konuştuğu için, çocuk, annenin dudaklarına bakar ve kendi de aynı sesleri çıkartmaya çalışır. Ve bütün doğan bebekler, yeni bir insan olma yolunda bu “davranış kopyalama” sürecini çok kısa sürede başarırlar. Ve çocuklar, ilk dört yaş dönemine kadar öğrendikleri bu davranışları geliştirerek bir ömür boyu sürdürürler.

Çocuk, bu taklit sürecinde, anne-babadan sadece konuşmayı ve yürümeyi değil, hangi olaylara nasıl tepki vereceğini de öğrenir. Örneğin, anne, ayağının altına gelen bir karıncayı basmak üzere iken, “Aman üzerine basmayayım, yoksa karıncanın ayakları kırılır ve yuvasına gidemez!..” diyerek çocuğuna bir davranış modeli sergiliyorsa, çocuk, annenin bu hassas ve vicdânî davranışını da ânında kopyalayacaktır. Dolayısıyla çocuklar, anne-babalarından sadece davranışlarını değil, onların vicdanlarını da kopya ederler.

 

Bahane, Vicdanı Öldürür

“Vicdanım, acaba ne kadar hassas?” diye merak ediyorsanız, kullandığınız, “ama” kelimelerine dikkat edin… Ne kadar çok bahane buluyor, ne kadar çok “ama” diyorsanız, bilin ki, o “ama”lardan sonra kullandığınız her söz ile, kendi vicdanınızı öldürüyorsunuz.

5 yaşındaki bir çocuğun öğretmeni tarafından demir sopa ile dövüldüğünü düşünün. Bu dayağın verdiği acı ile çocuğun baygınlık geçirmesi, her insanda farklı farklı vicdânî tepkiler oluşturur. Vicdanlarda oluşan tepkilerin farklılığı, hâdiseye şâhit olan insanın kendi vicdanına söylediği bahaneler adedince azalır.

Meselâ, dayak yiyerek baygınlık geçiren bu çocuğun, aslında ne kadar yaramaz ve baş belâsı olduğunu bilen okuldaki bir başka öğretmenin, “Böylesi bir olayı kesinlikle tasvip etmiyorum, «ama», çocuk da gerçekten çok yaramazdı.” dediğine şâhit olabilirsiniz. İşte bu “ama”dan sonra söylenilen şeyler, vicdan sızısını azaltan birer “bahane” dir.

Bahaneler, insan vicdanındaki sesi kesen birer “akıl cambazlığıdır”. Duru bir vicdan, bahanesizdir. Hiçbir şeyden etkilenmeden karar verir. Hassas bir vicdandan çıkan ses, “Bir çocuğu döverek bayıltmak, tek kelime ile vicdansızlıktır. Hem de «ama»sız bir vicdansızlıktır!..” diyecektir.

 

Kişi, kendi vicdanını ölçerken, olaylara karşı verdiği tepkilere ve bu tepkiler karşısında kullandığı kelimelere bakmalıdır. Biz, habire bahane üreten biri miyiz? Bize sunulan her şeye, “ama” diye mi karşılık veriyoruz? O hâlde, büyük bir ihtimalle, kendimize ve bizim, insan gibi insan olmamızı sağlayan vicdanımıza karşı çok büyük haksızlık yapıyoruz demektir.

Netice olarak diyebiliriz ki, çocuk terbiyesi ile meşgul bir anne-baba, kendisinin ne kadar vicdan sahibi olduğunu sorgularken, öncelikle kendisini iyice gözlemlemelidir. Karşılaştığı ve vicdanını yokladığı hâdiseler karşısında, ne kadar çok bahane üretiyor ve ne kadar çok “ama”, “fakat”, “ancak” gibi kelimelerle akıl cambazlığı yapmaya çalışıyor, dikkat etmelidir.

PAYLAŞ:                
52. SAYISINDAKİ DİĞER YAZILAR
Sunuş
MÜBÂREK KİTAP KUR’ÂN-I KERİM
Cumhûriyetin İlk Hanım Hâfızlarından Kibar Vural Hocaefendi ile HÂFIZLIK ÜZERİNE BİR HASBİHÂL
Hâfızlık Çalışan Bir Öğrencinin Edinmesi Gereken Alışkanlıklar:
İbâdetleri Ta’zimle Yapmak
PASLANAN KALPLERİN CİLASI
(6 ayda hâfız olan Seda Levent ile röportaj…) CANSUYUM, YOLDAŞIM, HER ŞEYİM…
Sizden Gelenler HÂFIZLIK, CENNET KAPISI
ÎMAN, İSPAT İSTER
TEBRİKLER
BENİ KÖR KUYULARDA, MERDİVENSİZ BIRAKMA
ÇOCUK, VİCDANIYLA TERBİYE OLUR -3-
Hayatın Olmazsa Olmazlarından: MİKROPLAR
“Mikrop” denince birçoğumuzun aklına hastalıklar ve uzak durulması gereken küçük yaratıklar gelir. Aslında mikroplar yeryüzünde toprak, su, hayvan ve insanlar gibi her varlıkta bulunur. Çok basit formlarda bulunduklarından ve büyüklükleri bir mikrondan daha küçük olduğundan tarif edilmeleri oldukça zordur. Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı nice âlemler içinde bunlar da “monera” âleminin küçük canlıları olarak yerlerini alırlar. Her şeyi hikmetleriyle birlikte yaratan Allah Teâlâ, bu mikro organizmalara da önemli vazifeler yüklemiştir. Birçoğumuz, her gün evimizi, mutfağımızı, banyomuzu sterilize etmek için uğraşırken yok ettiğimiz milyonlarca bakteri türünün hayatımızdaki olmazsa olmaz dedirtecek faydalarından bîhaber bulunuyoruz. Fakülte yıllarında mikrobiyoloji hocamızın “mikrop=hayattır” yazdığını görünce hepimiz çok şaşırmıştık. İlerleyen derslerde bunun ne kadar doğru olduğunu anlamak, hiç de zor olmadı. Genel olarak mikroplar, çürüme, fermantasyon ve hastalıkların kimyasal âmili olarak dünyanın ekolojik dengesini sağlamakla ilgili rollere sahiptir. “Bakteri” adı da verilen bu canlılar, tabiatta ilkel tek hücreli organizmalar olarak 3 ayrı formda bulunurlar. a. Coccus, b. Bacillus, c. Spirillum. Fazla ayrıntıya girmeden faydalı bakteriler ve kısımları hakkında şunları söyleyebiliriz. Çürükçül Bakteriler Dünyada biriken artık maddeler olduğu gibi kalsaydı, kötü koku ve pislikten kurtulmak mümkün olmayacaktı. İşte bakterilerin en önemli faydalarından biri de bu artık maddelerin ana biyolojik monomerlerine ayrıştırılmasıdır. Eğer çürükçül bakteriler olmasaydı, ölü insan bedenleri, canlılığını yitirmiş bitki parçacıkları, öldükleri bedende olduğu gibi kalacaklar ve bunların ana organik maddelere dönüşümleri olmayacaktı. Sonuçta dünyadaki karbon döngüsünün önemli bir bölümü de yerine getirilemeyecekti. Çürükçül bakterilerin yaptıkları bu parçalama işlemiyle toprak kalitesini artırır, verimini çoğaltır. Şüphesiz bu da insanların hizmetine sunulacak birçok ürünün yetişmesine vesile olur. Tıp Alanında Faydalanılan Bakteriler Bu bakteriler de aşı ve antibiyotik olarak insanlara daha sağlıklı bir hayat sunmak için kullanılırlar. Öldürülmüş veya zayıflatılmış bakteriler, insan vücuduna enjekte edildiğinde vücut bu bakterilere karşı antikor üretmeye başlar. Böylece vücut, bu bakterilere karşı bir üstünlük sağlar. Buna kısaca “bağışıklık sistemi” denir. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse, vücut bir nevi antrenman yapmış ve güçlü bakterilerle karşılaştığında nasıl davranması gerektiğini öğrenmiş olur. Antibiyotik yapımında kullanılan bakterilere “streptomycin” adı verilen bir bakteri türü örnek verilebilir. Bu bakteriden “bacitracin polmyxin” ve “erythromycin” adlı antibiyotikler üretilmektedir. Bu ilaçlar, hastalığın durumuna göre doktor tavsiyesiyle kullanılır. Böylece hastalık, bu bakteri sayesinde giderilmiş olur. İnsanın kan plazmasında bulunan “dextran” adlı bir madde de “leuoconostoc” isimli bir bakteri tarafından üretilmektedir. Hayvanların bağırsaklarında bulunan ve selüloz sindiriminde kullanılan bakteri türleri de vardır. Bu bakteriler selülozun glikoza indirgenmesini sağlayarak hayvanın, hücreleri için gerekli olan enerjiyi elde etmesinde aktif rol oynarlar. Besin Yapan Bakteriler Yediğimiz yoğurt ya da peynirin, bakterilerin bir ürünü olduğunu biliyor muydunuz? Yemeklerde iştahımızı artırmak için yediğimiz turşular, neyin sayesinde o hâle geliyor? İşte bize bu besinleri sunan özel bakteriler yaratılmış ve yaratılmaya devam etmektedir. Bu bakteriler, oksijensiz solunum yaparak aldıkları enerjiyi bulundukları kapalı ortamdaki organik bileşikleri parçalayarak elde ederler. Bu parçalanma sonunda bakteriler pek çok madde açığa çıkarırlar. Açığa çıkan bu maddelerle bakterinin içinde bulunduğu besin asitlenir veya alkollenir ya da besinin içinde karbondioksit kabarcıkları oluşur. Böylelikle gıda vasıf değiştirir. Yani süt, peynir ya da yoğurt olur, salatalık da artık turşu hâline dönüşür. Bakterinin gerçekleştirdiği bu işleme “fermantasyon” denir. Fermantasyonla gıdaların yararlılıkları da artmıştır. Çünkü bu bakteriler, fermantasyon sayesinde bir çok vitamin ve mineral sentezlerler. Hatta bu ürünler bağırsakların yenilenmesini sağlayarak sindirim bozukluklarını tedavi etmede rol oynarlar. Yine kolesterol meselesinde tavsiye edilen yiyecekler de genellikle fermente olmuş gıdalardır. Aslında bakteriler, bu işleri yaparken hayatlarını ve soylarını da devam ettirirler. Diğer yandan Allâh’ın yarattığı bu muazzam dengeyle başka bir yöntemle elde edemeyeceğimiz besinler de insanoğlu için üretilmiş olur. Aslında mikro organizmaların yararları sayılamayacak kadar çoktur. Biz onları “zarar vericiler” olarak görüp öldürmek için uğraşsak da, onlar bizim hizmetimiz ve faydamız için çalışmaya ve çoğalmaya devam edeceklerdir.
Fazîlet Timsali Hanımlar ZEYNEB BİNTÜ RASÛLİLLAH - 3
LİMONLA İLGİLİ PÜF NOKTALAR
KIRIM-KONGO KANAMALI ATEŞİ (KKKA)

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle