(6 ayda hâfız olan Seda Levent ile röportaj…) CANSUYUM, YOLDAŞIM, HER ŞEYİM…

Bize kendinizi tanıtır mısınız?

1985, İstanbul doğumluyum. İlköğretim ve liseyi, İmam Hatip Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1 yıl üniversiteye hazırlandım. Fakat başörtü yasağından dolayı sınava giremeden bu serüvenden koptum. O zamanlar bunun için derinden üzülmüştüm. Eğitim gören her genç, üniversitede okumak isterdi tabiî olarak… Oysa ki, bu kopma, hayatıma emsalsiz bir soluk getirecek olan bir dönemin başlayacağının sinyallerini veriyormuş. Sınav hezeyanından sonra okuldan birkaç arkadaşla birlikte Aziz Mahmud Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’na başladım. Röportajı yapmanıza vesîle olan hâfızlığımı, “cennet bahçesi” tâbirini lâyık gördüğüm bu kursta ikmal ettim. Şu an öğrendiğim ilmi infak etmek için -Mevlâ’mın inâyetiyle- bir çaba içerisindeyim. İlmiyle amel edip ilmini lâyıkıyla infak eden kullarından olabilmeyi Rabbimden niyaz ediyorum.

 

Kur’ân-ı Kerîm’le ilk tanışmanız nasıl oldu?

Soruyu, Kur’ân-ı Kerîm’i ilk kez görmek, okumayı öğrenmek olarak anladığımda, pek geçmişimle bağlantı kuramadığımı fark ediyorum. Siz de bilirsiniz ki, İslâmî yaşayışı âilesinde gören her çocuk gibi Kur’ân-ı Kerîm’in yüce Yaratıcımızın kelâmı olduğu, saygıda kusur edilmeden muhafaza edilmesi ve mutlaka öğrenilip tertîl üzere güzel bir okuyuşa sahip olunması gerektiğinden ibaretti bütün bildiğim…

Dirsek çürüttüğüm İmam-Hatip yılları, çokça görülen Kur’ân-ı Kerîm dersleri, beni yine de Kur’ân-ı Kerîm’e fiilen saygı duymanın ötesinde ilerletmedi. Kur’ân’a karşı duyacağım aşkın tohumlarının atıldığı, ona muhtaçlığımı hissedip âcizlikle huzuruna durmanın zevkini tatmaya başladığım zaman dilimi, yine evimden sonra kendimi en huzurlu hissettiğim Kur’ân kursuma başladığım zamanlara rastgelir. Kur’ân-ı Kerîm’e gönülden bağlı, ona karşı sorumluluğunu yerine getirmeye çalışan değerli hocalarımın, en başta ise kendi hocamın katkısıyla gönül bağım ve sorumluluk bilincim artmaya başladı. Kurstayken her gün sınıflardan gelen toplu Kur’ân nidâlarının verdiği haz, Kur’ân-ı Kerîm’i güzel okumaya yönelik aşır derslerinin yapılması, sürekli Kur’ân-ı Kerîm’le haşır-neşir olunan bir ortamda olmak, beni Kur’ân-ı Kerîm husûsunda daha hassas düşünmeye teşvik ediyordu. İşte böylece kursumuzda verilen hâfızlık eğitimine başlayarak hayat çizgimin değiştiği, gönül ufkumun geliştiği yeni bir döneme girdim.

 

Sizin için “hâfızlık”, ne mânâya geliyor?

Hâfızlığın benim için taşıdığı mânâya geçmeden önce, size hoş bir anekdot sunmak isterim. Daha doğrusu bir sırrımı paylaşmak isterim. Hüdâyî Kursu’nda hâfızlığa başlayana kadar, hâfızlığın ne mânâya geldiğini çok da bilmediğimi itiraf etmeliyim. Bence hâfızlık, İmam-Hatip yıllarında edindiğim tecrübelere nazaran okulda hocaların ayrı bir ilgi gösterdiği, birtakım âyetleri sormak için müracaat ettiği, Kur’ân-ı Kerîm’i güzel okuyan kimselerden ibâretti. Evet, onlar saygıdeğer ve hürmete lâyık kimselerdi, fakat bu kadar… Hatta hâfız olmak için, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının ezberlenmesi gerektiğini bile bilmiyordum. Bu büyük cehâletimi ve küçük sırrımı da bu vesileyle okuyucularımızla paylaşmak istedim.

Tekrar sorunuza geri dönecek olursak, şu an hâfızlık deyince aklıma tek bir kelime geliyor: “cansuyu”…

Allah Teâlâ, Hicr Sûresi 29. âyette buyurduğu üzere, her kuluna kendi rûhundan üflemiştir. Esma-i Hüsnâ’dan “el-Hâdî” isminin tecellisi gereği, kalbimizde Rabbimize karşı derin bir saygı ve ümit duygusu, O’nu râzı etme ve O’nun sevgisine lâyık olma temâyülü mevcuttur. İçimizdeki mânevî boşluğu doldurmak, geçici olarak geldiğimiz ve aslında tamamıyla kendisine ait olmadığımız bu dünyanın verdiği gurbet hissini en asgariye indirmek için çok büyük bir enerjiye ihtiyaç duyarız.

Ben de kendimi bildiğimden beri bu enerjiye kavuşma isteğiyle yaşayarak hayatımı devam ettirdim. Âilem, çevrem, aldığım eğitim, girdiğim ortamlar, son olarak kurs hayatı, her şey beni mânevî açıdan kuşatacak şekilde gelişti, çok şükür… Dünyanın zevklerini, nîmetlerini yaşayıp mahrumiyet duygusuyla imtihan edilmediğim bir hayat sürdüm, hamdolsun. Tâbiri câizse, “canım cennette” diye düşünüyordum. Fakat durum hiç de öyle değilmiş. Aslında rûhum, kurak topraklarda suya hasret kıvranıp duruyormuş. İşte hâfızlığa “cansuyum” demem bundandır.

Nasıl anlatsam bilemiyorum. “Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek, anlatılmaz yaşanır.” denilecek bir seviyede, Mevlâmın nimetleriyle karşılaştığım bir dönemdi. Kelâmullâh’ı ezberlerken, sanki bulunduğum ortamda değil de, zihnim ve ruhum dünyadan ayrılıyor, bambaşka bir ortama girer gibi oluyordum. Zihnim yoruluyor muydu? Onu tam anlayamıyorum. Fakat bu okuyuşlarım esnasında Allâh’ın gözetiminde olduğumu, Rabbimin azametini, haşyetini ve kelâmını okuyan kuluna olan eşsiz merhametiyle kuşatıldığımı kalbimin derinliklerinde hissediyordum. Tarif edemediğim bir duygu ise, Kur’ân okurken hoş bir râyihanın etrafımı çevrelemesidir.

Hâfızlıkla ilgili duygularımı, ne kadar anlatmaya çalışsam, sözlerimin her daim eksik kalacağına inanıyorum. Günün her saatinde, uyku hâlinde bile insanın Kur’ân-ı Kerîm’le hemhâl olması, mecburi ihtiyaçlar dışında herhangi bir şeye vakit ayırmaması, beyni karıncaların top oynadığı bir alana dönüştürüyor gibi olsa da, o haz, her şeye değer, inanın!..

Ezberi bitirdikten sonraki ruh hâli, tam bir memnuniyetten ibarettir. Hâfızlık yaparken yaşadığım sıkıntıları şimdi değerlendirdiğimde, birer hediye yağmurundan ibaret olduğunu anlıyorum. Ve bu hediye yağmurları, ömrüm boyunca “cansuyum” olan hâfızlığı getirecekmiş bana... Kur’ân-ı Kerîm benim can yoldaşım, uzun süre yolunu gözlediğim, hasretini duyduğum mânevî enerji… Şimdi düşünüp geçmişe baktığımda, Kur’ân-ı Kerîm’i ezbere bilmeden, akıcı bir şekilde okuyarak satırların arasında kaybolmanın hazzını yaşamadan, her gün Kur’ân’ın huzurunda durmadan nasıl geçirmişim günleri diyorum.

Hâfız olanlar, hâfızlığa çalışanlar bilirler ki, her gün düzenli olarak Kur’ân-ı Kerîm tilâvet edilmelidir. Ben de hâfız olduğumdan beri sorumluluğundan gayet memnun olduğum bu nîmetle hayata tutunuyorum. Cüzlerimi okumadan önce ruhum kafestedir, ancak okuduktan sonra rûhum esenliğe kavuşur. Naz makamının en üstünde tuttuğum Kur’ân-ı Kerîm, rûhumun ilâcı, gönlümün devası, herkesten ayrı, herkesten ve her şeyden farklı can yoldaşım.

İhlâs Sûresi’nin son âyet-i kerîmesinde, Mevlâm kendisine hiçbir şeyin denk olmadığını söylediği gibi O’nun kelâmıyla meşgul olmak da bu dünyadaki tatlardan hiçbirinde bulunmayan, tasviri imkânsız, dengi bulunmayan bir hazla kuşatıyor insanı...

Kalbimi her gün felâha çıkartan, daraldığımda, neşelendiğimde hep en yakınımda beni şefkatle saran, gözlerime, nefesime, bedenime, rûhuma şifâ olan bu yüce kitapla lütuflandırıldığım için ne kadar hamd etsem az değil mi? Ben ve benim gibi hâfızlıkla ikramlandırılmış herkes için ettiğim duâm şudur:

“Allâh’ım, hâfızlığa lâyık olabilmeyi, okuyup zihnimize Sen’in inâyetinle kazınan âyetlerle amel edebilmeyi, bu şerefin ağırlığını lâyıkıyla taşıyabilmeyi, ömrümüzü Kur’ân-ı Kerîm’e hâdim olarak geçirmeyi, huzuruna vardığımızda:

«–Dünyadayken kelâmımı yüceltip Ben’i râzı etmeye çalışan hâfız kulum!.. Seni cennetime girmekle, Habibime komşu olmakla ve cemâlimi görmekle şereflendirdim!..» buyurduğun kullarından olmayı hepimize nasip eyle!..”

Cenâb-ı Hak, bu nîmete gerektiği gibi lâyık olamamaktan ve onun hakkını zâyî etmekten muhafaza buyursun hepimizi… Âmin.

 

6 ay gibi kısa bir sürede Kur’ân hâfızı olmak, muhteşem bir şey olmalı herhâlde… Neler hissediyorsunuz?

 İnanın, hâfız olmak muhteşem bir duyguyken, bir de kısa sürede tamamlayabilmekle daha bir lütuflandırıldım hamdolsun. Allah Teâla’nın bu lütfu karşısında mütevâzi olabilmek hususu, en çok hassasiyetle üzerinde durulması gereken nokta… Ben de özellikle bu hususta çok tedirginim. Kısa sürede hâfızlığı tamamlayabilmem, Allâh’ın ihsan ettiği kabiliyet ve meziyetler sâyesindedir. Şâyet O, böyle bir ezberleme kabiliyeti ve hâfıza melekesi vermemiş olsaydı, böyle bir şey mümkün değildi. Şükürler olsun.

Mevlâm kimi kullarına zekâyı, kimi kullarına hâfızayı daha güçlü bir şekilde nasip ediyor. Kimilerine de bambaşka kabiliyet ve nîmetler… Herkes, kendisine verilen istidat ve kabiliyetleri, O’nun rızâsı istikametinde kullanmaya mecbur…

Cenâb-ı Hakk’ın bana da hâfıza gücü verdiğini ve bunu O’nun rızası istikametinde kullanmam gerektiğini düşünerek hâfızlığa niyet ettim. Allah Teâlâ da beni bu hayırlı işe muvaffak kıldı.

Şimdi bir hâfız olarak hep toplum tarafından izzet ü ikram görüyoruz. Aslında bu, bizim şahsımızda Kur’ân-ı Kerîm’e gösterilen hürmet ve muhabbet… Ama eğer biz, bu hürmet ve muhabbetin sadece şahsımıza gösterildiğini düşünmeye başlarsak, Allah korusun, kibir ve gurura kapılmış oluruz. Bu da insanı çok büyük hatalara sürükleyebilir. Allah muhafaza eylesin. Âmin.

 

Hâfız olmak, hayatınızda neleri değiştirdi ve şimdi geleceğe dair neler umut ediyorsunuz?

Hâfız olmak, bana taze bir kan verdi. Rûhuma huzur, gönlüme ferahlık verdi. Onunla nefes almak, hayatı yaşamak çok anlamlı ve huzur verici… Onun verdiği mesajları idrak etme yolunda daha gayretli olmak, hayatımı ve hayata bakışımı değiştirdi. Gerek sünnet-i seniyyeye tâbî olmak, gerek güzel ahlâkın gerektirdiği vecîbeleri kazanmak açısından hâfızlığın bana çok olumlu tesirleri oldu. Hâfız olduktan sonra insan olmanın ne büyük bir şeref olduğunu sık sık düşündüm. Bu büyük şerefe layık olma iştiyakım eskiye nazaran kat kat arttı. Şimdi kendimi daha çok muhasebeden geçiriyor, nefsime ve onun tuzaklarına karşı daha dikkatli olmaya çalışıyorum. Bu, elbette çok zor… Artık istesek de, istemesek de insanların gözleri önündeyiz. Her hareketimiz, fark etmediğimiz pek çok göz tarafından devamlı inceleniyor. Tabiî, en önce Cenâb-ı Hakk’ın murâkabesi altındayız. O yüzden bembeyaz bir elbise giydiğimizi ve bunu hiçbir zaman en küçük bir leke ile bile kirletmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bir de çevremizdeki insanların her hâlinden sorumlu olduğumuzu hissediyorum. Onların bilmediklerini öğretmek, yanlışlarını düzeltmek bizim vazifelerimiz arasında…

Hâfızlığın bana kazandırdığı bir diğer nîmet de Peygamber Efendimiz’e olan sevgimin artması, bilinçli olarak O’nu anabilmenin tadına varabilmek oldu. Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’de Mevlâm, Habîbini o kadar çok zikretmiştir ki, bende de zamanla bu çokça zikretmenin nasibiyle, Allah Rasûlü’nün sevgisi ziyâdeleşti.

Hâfızlıkla ilgili en büyük umudum, daha doğrusu sürekli niyazım ve biricik duâm ise, bu nîmetin kadrini bilebilmek ve nihayet bu sayede Allâh’ın rızâsını kazanabilmektir. Bir kul için bundan büyük sevinç, bundan büyük gaye ve bahtiyarlık olabilir mi? Cenâb-ı Hak, bütün hâfızlara böyle ilmiyle âmil olmayı ve rızâsına kavuşmayı nasip eylesin, inşâallâh.

 

Sizin gibi Kur’ân hâfızı olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Hâfız olduğumdan beri çevremdeki insanları hâfızlığa teşvik ediyorum. Çünkü bu nimete sahip olmak, o kadar güzel ki, bütün kardeşlerimin de benim yaşadığım duygu ve düşünceleri tatmasını istiyorum. Onların da ruhları neşe, gönülleri huzur ile dolsun. Kalpleri, Kur’ân-ı Kerîm’e, onun sâhibi Allah Teâlâ’ya ve ilk hâfızı Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı muhabbetle dolsun, taşsın!.. Kur’ân’ın emir ve yasaklarını, candan öte bilsinler. Her fermanına gönülden teslim olsunlar.

Kendi adıma bunu başardım demiyorum, diyemem de zaten… Ama hâfızlık, bütün bu saydıklarıma ulaşmak için çok büyük bir fırsat kapısı... Hâfız olmak isteyenlere, bu isteklerine nâil oluncaya kadar çalışmalarını tavsiye ediyorum. Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Hıfzlarını tamamladıktan sonra gayretlerinin kat kat karşılığını almış olduklarını yakînen görecekler…

Sözlerime son verirken hâfızlığın Mevlâ’mın katındaki kıymetine binâen Peygamber Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini nakletmek istiyorum:

“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allâh bu sâyede o kimseyi cennetine koyar. Âilesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148; İbn-i Mâce, Mukaddime, 27)

 

PAYLAŞ:                
52. SAYISINDAKİ DİĞER YAZILAR
Sunuş
MÜBÂREK KİTAP KUR’ÂN-I KERİM
Cumhûriyetin İlk Hanım Hâfızlarından Kibar Vural Hocaefendi ile HÂFIZLIK ÜZERİNE BİR HASBİHÂL
Hâfızlık Çalışan Bir Öğrencinin Edinmesi Gereken Alışkanlıklar:
İbâdetleri Ta’zimle Yapmak
PASLANAN KALPLERİN CİLASI
(6 ayda hâfız olan Seda Levent ile röportaj…) CANSUYUM, YOLDAŞIM, HER ŞEYİM…
Sizden Gelenler HÂFIZLIK, CENNET KAPISI
ÎMAN, İSPAT İSTER
TEBRİKLER
BENİ KÖR KUYULARDA, MERDİVENSİZ BIRAKMA
ÇOCUK, VİCDANIYLA TERBİYE OLUR -3-
Hayatın Olmazsa Olmazlarından: MİKROPLAR
“Mikrop” denince birçoğumuzun aklına hastalıklar ve uzak durulması gereken küçük yaratıklar gelir. Aslında mikroplar yeryüzünde toprak, su, hayvan ve insanlar gibi her varlıkta bulunur. Çok basit formlarda bulunduklarından ve büyüklükleri bir mikrondan daha küçük olduğundan tarif edilmeleri oldukça zordur. Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı nice âlemler içinde bunlar da “monera” âleminin küçük canlıları olarak yerlerini alırlar. Her şeyi hikmetleriyle birlikte yaratan Allah Teâlâ, bu mikro organizmalara da önemli vazifeler yüklemiştir. Birçoğumuz, her gün evimizi, mutfağımızı, banyomuzu sterilize etmek için uğraşırken yok ettiğimiz milyonlarca bakteri türünün hayatımızdaki olmazsa olmaz dedirtecek faydalarından bîhaber bulunuyoruz. Fakülte yıllarında mikrobiyoloji hocamızın “mikrop=hayattır” yazdığını görünce hepimiz çok şaşırmıştık. İlerleyen derslerde bunun ne kadar doğru olduğunu anlamak, hiç de zor olmadı. Genel olarak mikroplar, çürüme, fermantasyon ve hastalıkların kimyasal âmili olarak dünyanın ekolojik dengesini sağlamakla ilgili rollere sahiptir. “Bakteri” adı da verilen bu canlılar, tabiatta ilkel tek hücreli organizmalar olarak 3 ayrı formda bulunurlar. a. Coccus, b. Bacillus, c. Spirillum. Fazla ayrıntıya girmeden faydalı bakteriler ve kısımları hakkında şunları söyleyebiliriz. Çürükçül Bakteriler Dünyada biriken artık maddeler olduğu gibi kalsaydı, kötü koku ve pislikten kurtulmak mümkün olmayacaktı. İşte bakterilerin en önemli faydalarından biri de bu artık maddelerin ana biyolojik monomerlerine ayrıştırılmasıdır. Eğer çürükçül bakteriler olmasaydı, ölü insan bedenleri, canlılığını yitirmiş bitki parçacıkları, öldükleri bedende olduğu gibi kalacaklar ve bunların ana organik maddelere dönüşümleri olmayacaktı. Sonuçta dünyadaki karbon döngüsünün önemli bir bölümü de yerine getirilemeyecekti. Çürükçül bakterilerin yaptıkları bu parçalama işlemiyle toprak kalitesini artırır, verimini çoğaltır. Şüphesiz bu da insanların hizmetine sunulacak birçok ürünün yetişmesine vesile olur. Tıp Alanında Faydalanılan Bakteriler Bu bakteriler de aşı ve antibiyotik olarak insanlara daha sağlıklı bir hayat sunmak için kullanılırlar. Öldürülmüş veya zayıflatılmış bakteriler, insan vücuduna enjekte edildiğinde vücut bu bakterilere karşı antikor üretmeye başlar. Böylece vücut, bu bakterilere karşı bir üstünlük sağlar. Buna kısaca “bağışıklık sistemi” denir. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse, vücut bir nevi antrenman yapmış ve güçlü bakterilerle karşılaştığında nasıl davranması gerektiğini öğrenmiş olur. Antibiyotik yapımında kullanılan bakterilere “streptomycin” adı verilen bir bakteri türü örnek verilebilir. Bu bakteriden “bacitracin polmyxin” ve “erythromycin” adlı antibiyotikler üretilmektedir. Bu ilaçlar, hastalığın durumuna göre doktor tavsiyesiyle kullanılır. Böylece hastalık, bu bakteri sayesinde giderilmiş olur. İnsanın kan plazmasında bulunan “dextran” adlı bir madde de “leuoconostoc” isimli bir bakteri tarafından üretilmektedir. Hayvanların bağırsaklarında bulunan ve selüloz sindiriminde kullanılan bakteri türleri de vardır. Bu bakteriler selülozun glikoza indirgenmesini sağlayarak hayvanın, hücreleri için gerekli olan enerjiyi elde etmesinde aktif rol oynarlar. Besin Yapan Bakteriler Yediğimiz yoğurt ya da peynirin, bakterilerin bir ürünü olduğunu biliyor muydunuz? Yemeklerde iştahımızı artırmak için yediğimiz turşular, neyin sayesinde o hâle geliyor? İşte bize bu besinleri sunan özel bakteriler yaratılmış ve yaratılmaya devam etmektedir. Bu bakteriler, oksijensiz solunum yaparak aldıkları enerjiyi bulundukları kapalı ortamdaki organik bileşikleri parçalayarak elde ederler. Bu parçalanma sonunda bakteriler pek çok madde açığa çıkarırlar. Açığa çıkan bu maddelerle bakterinin içinde bulunduğu besin asitlenir veya alkollenir ya da besinin içinde karbondioksit kabarcıkları oluşur. Böylelikle gıda vasıf değiştirir. Yani süt, peynir ya da yoğurt olur, salatalık da artık turşu hâline dönüşür. Bakterinin gerçekleştirdiği bu işleme “fermantasyon” denir. Fermantasyonla gıdaların yararlılıkları da artmıştır. Çünkü bu bakteriler, fermantasyon sayesinde bir çok vitamin ve mineral sentezlerler. Hatta bu ürünler bağırsakların yenilenmesini sağlayarak sindirim bozukluklarını tedavi etmede rol oynarlar. Yine kolesterol meselesinde tavsiye edilen yiyecekler de genellikle fermente olmuş gıdalardır. Aslında bakteriler, bu işleri yaparken hayatlarını ve soylarını da devam ettirirler. Diğer yandan Allâh’ın yarattığı bu muazzam dengeyle başka bir yöntemle elde edemeyeceğimiz besinler de insanoğlu için üretilmiş olur. Aslında mikro organizmaların yararları sayılamayacak kadar çoktur. Biz onları “zarar vericiler” olarak görüp öldürmek için uğraşsak da, onlar bizim hizmetimiz ve faydamız için çalışmaya ve çoğalmaya devam edeceklerdir.
Fazîlet Timsali Hanımlar ZEYNEB BİNTÜ RASÛLİLLAH - 3
LİMONLA İLGİLİ PÜF NOKTALAR
KIRIM-KONGO KANAMALI ATEŞİ (KKKA)

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle