Yakmayan Güneş

Bir ağustos gününde misafir olduğum ilçede bir arkadaşımla buluşarak gezmeye gidecektim. Etrafı pek tanımadığım için en uygun buluşma yerinin otogar olacağını düşündüm. Arkadaşımı bekletmemek için evden biraz erken çıktım, yürümek istedim. Mevsim yaz, bir de öğle sıcağı olunca otobüs bekleme yerindeki sandalyeye oturdum. On yaşlarında bir çocuk elinde boya sandığı ile sağa sola bakıp müşteri arıyordu. Otobüsün kalkış zamanı henüz gelmediğinden bekleyen yolcular vardı. Çocuk onlara yaklaştı.

“−Amca boyayayım mı?”   

“–Hayır!” dedi adam.

“−Kaça boyuyorsun?” dedi ardından. “Ne verirsen amca.” dedi âdetâ yalvarıyordu. Adam oralı değildi:

“−Peki, boya bakalım…” dedi isteksizce. Çocuk  hemen boya kutusunu yere indirdi ve naylon terlikleri adamın ayağına verdi. Boyayacağı ayakkabıları eline aldı, adamdan birkaç metre ilerisinde gölge bir yer bulup oturmaya hazırlanırken adam sert bir şekilde:

“−Hayır!..” dedi, “Gel şuraya otur!..” Çocuk itiraz edemedi, zaten zor râzı ettiği bir müşterisini kaçırmak istemiyor olmalıydı. 

Ama tam öğle vakti, güneş tepemizde tüm sıcaklığını hissettiriyordu. Çocuk gayr-i ihtiyârî başını gökyüzüne kaldırdı. Baktı, baktı… Sanki nasıl dayanacağım dercesine elini başına götürdü. Şapkası da yoktu. Çâresiz oturdu, boya kutusunu açtı, minicik elleriyle. Âdetâ bir usta edâsıyla ayakkabıları boyamaya başladı. İşte tam o sırada gök yüzüne sadece o çocuğa yetecek kadar bir bulut geldi ve ona gölge oldu. Çocuk işine daldığından güneşi unutmuştu. Gölge de bir süre sonra kayboldu. Oysa gökyüzü  o kadar açık ve bulutsuzdu ki… 

Bu olayı, güneşte elbisesini yamayan ve onun ısısından son derece rahatsız olan Hazret-i Ömer’e, güneşin ferini kaybederek rahatsızlık vermemesine benzettim. 

Çocuk hiçbir şeyin farkında değildi. Kim bilir, öksüz veya yetim miydi? Belki de âilesini geçindiriyordu. Bilsek de, bilmesek de, farkına varmasak da, Allâh Teâlâ her zaman gariplerin yanındaydı...

Boyacı çocuk, ayakkabıları getirip adama verdi. Acaba ne kadar verecek diye karşısında uzun bir süre bekledi. Adam gayet ağırdan alıyordu, ayakkabılarını giydi. Eli cebine o kadar geç uzandı ki; bana asırlar gibi geldi, isteksiz isteksiz çıkarıp verdi. Çocuk yeni bir müşteri bulma arayışıyla sağa sola bakarken elimle işaret ettim, yanıma geldi. Benim ayakkabılarıma baktı:

“−Teyze bunlar boyanmaz.” dedi.

“−Hayır yavrum, ben onun için çağırmadım” diyerek eline biraz harçlık tutuşturdum. Şaşırdı. Birkaç adım attıktan sonra teşekkür edebildi. Kalabalığın arasında kaybolup rızkını aramaya gitti.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle