Ümmet Duaya Muhtaç

Bir büyüğün ifadesi ile “Buradan Medîne’ye, Ravza-i Mutahhara’ya kadar Efendimizi anlatan ciltler dolusu kitaplar yazılsa bile yine O’nun yüksek ahlâkını, güzelliğini anlatmakta âciz kalır.” Dolayısıyla Rasûlullâh’ın şahs-ı mânevîsi ile her an beraber olma gayreti, O’nunla kalbî bir bağ içinde olma arzusu, insanı hem bu dünyada, hem de hesap gününde kurtuluşa erdirecek kıymetli bir ameldir.

Sözü, sohbeti rahmet çağlayanı olan Rasûlullâh’ın dilinden yine rahmet pınarları fışkırmış ve O kendisine yapılan en ağır işkence ve ithamlar karşısında daimâ sabır, metânet ve tevekkül göstermiştir. Siyer-i Nebî’den öğrendiğimiz kadarıyla, zarûrî birkaç husus hâriç Efendimizin fem-i muhsinlerinden hayatı boyunca bir lânet ve bedduâ ifadesi çıkmamıştır.

Tâif’te bile Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- büyük bir şefkat ve merhametle hareket etmiş ve gelecek adına onlara olan ümidini kaybetmemiştir. Bir nebze olsun kavminin Mekke’deki zulmünden uzak kalıp nefes almak üzere, hicret yollarını ararken müracaat ettiği Tâifliler, kendisini taşlarla karşılamış ve hakaretlerle yolcu etmiştir. Bu esnada hüznüne tesellî olmak ve bu zâlim topluluğu gerekirse helâk etmek üzere gönderilmiş olan Cebrâil -aleyhisselâm- Peygamber Efendimizin şu merhamet yüklü sözlerinin şâhidi olmuştur:

“-Ben rahmet peygamberiyim; onların nesillerinden de yalnız Allâh’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak insanlar gelmesinden başka bir şey istemiyorum.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 111)

Rahmet Peygamber’inin temennîsi ve duâsı böyle idi. Severse Allah için, nefret ederse de Allah için... Kendi şahsına yapılan hiçbir şeyi kin konusu yapmamış ve affeden, affı telkin eden bir peygamber olmuştu. Dünyayı teşrif ederken, hayattayken ve Refik-ı Âlâ’ya giderken tek derdi “ümmeti” olan bir peygamberdi O... Gazap ve intikam değil, “Rahmet Peygamberi”ydi.

* * *

O’nun merhamet ve hikmet yüklü hayatına baktığımızda Allâh’a karşı duâ ve niyâzın çok önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Bu ehemmiyet, Rabbimizin duâya ve kendisine duâ ile yakarılmasına büyük kıymet vermesinden ileri gelmektedir. Zira kulun Rabbine yakınlığın zirvesinde olduğu, beş vakit huzuruna durduğu namazın Kur’ân ıstılâhında kullanılan şekli olan “salât” kelimesinin bir mânâsı da duâdır. Kur’ân âyetlerinin birçoğu doğrudan veya dolaylı olarak duâ ile alâkalıdır ve Kur’ân’da birçok müstakil duâ âyeti mevcuttur.

“Duânız olmazsa Allah size ne diye değer versin.” (el-Furkan, 77) âyet-i kerîmesinin ortaya koyduğu ölçü, Rabbimizin biz kullarına değer verme ölçüsüdür. Bu da duâmız ve yakarışımızla ilgilidir. Hayat düsturumuz olan Kur’ân-ı Kerîm, bize neyi, nasıl yapmamız gerektiği hususunda yol gösterecek ölçüler koyduğu gibi, nasıl duâ etmemiz gerektiğini de öğretmektedir. Rabbimiz Fâtiha Sûresi’nde, ancak kendisinden yardım istenileceğini ve ancak kendisine ibadet edileceğini buyurarak duâ ve ilticânın adresini göstermektedir. (Bkz: el-Fâtiha, 5)

Peygamber Efendimizden rivâyet edilen yüzlerce duâ vardır. Hayatın her alanında ve her ânında Rabbine ilticâ hâlinde olan Peygamber Efendimizin duâları arasında ümmetinin muhâfazası, ıslâhı, mağfireti için yapmış olduğu duâları mühim bir yer tutar. O İki Cihan Efendisi, duâya teşvik hususunda da pek çok tavsiyelerde bulunmuştur:

 “Kime duâ kapısı açılırsa, ona rahmet kapıları açılır. Allâh’ın en çok sevdiği şey, kendisinden âfiyet istenilmesidir. Duâ, inen ve henüz inmemiş olan belâ(nın bertaraf edilmesine) faydalı olur. Onun için ey Allâh’ın kulları, duâya sarılınız.” (Tirmizî, Deavât, 101/3548)

* * *

Asr-ı saâdete bir pencere açarak o hakikî mutluluk çağında duânın hayatın nasıl bir parçası olduğunu anlamaya çalışalım:

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, annesinin İslâm’la şereflenmesi için Peygamber Efendimize:

“-Yâ Rasûlâllah! Şu annem, çocuklarına karşı çok şefkatli bir annedir. Sen çok mübareksin. Onun için Allâh’a duâ et ve İslâm’a dâvet buyur. Belki Allah, Sen’in hürmetine onu Cehennem ateşinden kurtarır.” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz Hazret-i Ebûbekir’in annesine duâ etti ve İslâm’a dâvet etti. O da Rasûlullâh’ın bu dâvetine icabet ederek müslüman oldu. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 326)

Devs kabilesinden Tufely bin Amr, kabilesini İslâm’a dâvet eder, ancak onlar kabul etmezlerdi. Bunun üzerine Mekke’ye, Rasûlullâh’ın yanına varıp;

“-Ey Allâh’ın Peygamberi! Devs kabilesi bana gâlip geldi, insanların genelinden uzak durup âsî oldular. Onlar aleyhinde Allâh’a duâ et!..” diye talepte bulundu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise:

“-Allâh’ım! Devs’e hidâyet et!” diyerek duâ etti ve Tufeyl’e:

“-Kavminin yanına dön! Onları İslâm’a dâvete devam et ve kendilerine yumuşak davran!” buyurdu.

Tufeyl, kavminin yanına döndü. Rasûlullah, Medîne’ye hicret edinceye kadar, onları İslâm’a dâvet etti. (Buhârî, Megâzî, 75; Ahmed, II, 243; İbn-i Sa’d, IV, 239)

Câbir -radıyallâhu anh- şöyle bir hâdise nakleder:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- minberin üzerinde Yemen tarafına baktı ve:

“-Allâh’ım, kalplerini dînine yönelt!” buyurdu.

Irak tarafına baktı, aynı duâyı yaptı. Ufkun her tarafına baktı ve aynı şeyleri söyledi. Sonra da:

“-Allâh’ım, bizi arzın hazinelerinden rızıklandır, ölçeklerimizi bereketlendir.” buyurdu. (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 482)

* * *

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in bir kısım duâlarını da ashâbını mânevî hastalıklardan temizlemeye tahsis ettiğini görmekteyiz. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hutbesinde:

“-Ey insanlar! Nefsinden korkan varsa, ayağa kalksın da, kendisi için duâ edeyim!” buyurdu. Bunun üzerine, bir kişi ayağa kalktı:

“-Yâ Rasûlâllah! Ben çok cimriyim, korkağım ve de uykucuyum. Allâh’a duâ et de, benden bunları gidersin!” dedi.

Allah Rasûlü ona duâ etti. Sonra bir kişi daha ayağa kalktı ve:

“-Yâ Rasûlâllah! Ben çok yalancıyım. Çirkin sözlü, çirkin işliyim. Hem de uykucuyum.” dedi. Allah Rasûlü:

“-Ey Allâh’ım! Ona doğru sözlülük ve îman olgunluğu nasip et. Uyumak istedikçe kendisinden uykuyu gider!..” diye duâ etti.

Ardından mescidin kadınlar kısmından bir kadın ayağa kalkıp:

“-Bende şöyle şöyle hâller var. Allâh’a duâ et de benden bu hâlleri gidersin!” dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:

“-Sen Âişe’nin evine git!” buyurdu.

Sonra minberden indi. Hazret-i Âişe’nin evine dönünce kadının başına asâsını koydu ve ona duâ etti. (İbn-i Sa’d, II, 255)

Netice olarak mü’min Peygamber ahlâkını kendisine ahlâk edinmeli, kinden, nefretten ve bunları yaygınlaştıracak her türlü ifadeden sakınmalıdır. Özellikle temsil noktasında bulunan ve sözü, diğerlerinin sözünden önemli kabul edilen insanlar, duânın sırlı ifadelerine hayatlarına daha çok yer vermelidir.

 

 

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle