Fatiha Suresi -2-

Tefsiri

Âlemlerin Rabbi: Allah Teâlâ, zât ismi (Allah) bakımından bütün hamd ve övgülere lâyık olduğunu belirtmiş ve hemen arkasından sıfat ve isimlerini eklemiştir. Böylece zât ve sıfatlarıyla hem kendini iyice tanıtmış ve hem de böyle büyük bir zâta hamd edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Rab: Terbiye etmek ve korumak mânâlarındadır. Âlemler açısından rab, onları gıdalarla ve hayatta kalmak için muhtaç oldukları şeylerle besleyen, eğiten ve yetiştiren demektir. Rab kelimesi, insan için kullanıldığında, dış dünyası olan bedenini her türlü nimetle, iç dünyası olan kalbini de rahmetle besleyip eğiten demektir.

Rabbimiz, sanki bizden başka bir kulu yokmuşçasına bizi yetiştirirken, bizim de âdeta (hâşâ) O’nun dışında bir Rabbimiz varmış gibi başka rabler aramamız ve O’na gerektiği gibi kulluk edemememiz ne kadar acıdır!..

Rab ism-i şerifi, aynı zamanda ıslah edip düzelten, işleri çekip çeviren, idare eden mânâlarına da gelir. Bu ismin mânâları arasında, “mâlik (sahip), rızık veren, ihtiyaçları karşılayan, koruyan, hükümrân olan, kanun koyan, yöneten ve düzenleyen kimse olma” da yer alır.

Bu mânâlar, Arapçada izafetle (isim tamlaması olarak) başka kelimelerle de kullanılır. Meselâ evi çekip çeviren kimse mânâsında “Rabbetu’l-Beyt” (evin hanımı) denilmesi gibi… Ancak “el” takısı kullanılarak “er-Rab” denildiğinde, sadece Allah Teâlâ kastedilir. Çünkü bu kelimenin taşıdığı mânâların hepsi, bütün kapsamıyla ancak ve ancak Cenâb-ı Hak için geçerlidir.

Âlemîn: “Âlem” kelimesinin çoğuludur. Âlemlerin ne olduğu mânâsında pek çok görüş vardır. Cinler, insanlar, on sekiz bin âlem; kırkbini karada, kırk bini denizde seksen bin âlem gibi… Kısaca, âlem, Allah dışında kalan her şeydir. Bunların ne olduğunu ve ne kadar olduğunu ise Cenâb-ı Hak dışında kimse tam olarak bilemez. Bunlara âlem, denilmesinin sebebi yaratıcının varlığını ve sıfatlarını gösteren “alem: işaret”ler olmasıdır.

 

3- Rahman, Rahim (olan),

4-Din (cezâ) gününün sahibi (Allâh’a mahsustur).

Besmeleyi izah ederken[1] Cenâb-ı Hakk’ın “er-Rahman” ve “er-Rahîm” esmâsına kısaca temas etmiştik. Burada bir-iki cümleyle temas edip geçiyoruz.

“er-Rahman” ve “er-Rahîm” sıfatları, “rahmet” kelimesinden türemiştir. Rahman; rahmeti büyük mânâsına gelir. Rahîm ise, rahmetin devamlılığını gösterir. Bu iki sıfatın birlikte kullanılması, Allah Teâlâ’nın rahmetinin büyüklüğünü, enginliğini ve sürekliliğini göstermektedir.

“Rahman” ismi, dünya ve âhirette, bütün mahlûkata rahmeti içermekte olup rızıkları ve bütün ihtiyaçları konusunda mü’min-kâfir, canlı-cansız her türlü varlığa sonsuz merhametiyle ihsanda bulunduğunu anlatır. “Rahîm” ise, bilhassa âhiret hayatına dönük olarak, tevbe eden, îman edip sâlih amel işleyen kimselere karşı merhamet ve lütufları içine alır.

Peşpeşe bu iki “merhamet” sıfatının “Âlemlerin Rabbi olan Allah” vasfından sonra gelmesi, ilk ifadeyle kalplerde meydan gelen korkuyu teskin etmek, kulları Allâh’ın rahmetiyle ümitvar kılmak içindir. Zira hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Eğer mü’min Allah Teâlâ katında bulunan cezanın ne kadar olduğunu bilse, hiçbir kimse O’nun cennetini ummaz. Eğer kâfir de Allah Teâlâ katındaki rahmeti bilse, hiç kimse O’nun cennetinden ümidini kesmez.” (Müslim, Tevbe, 23; Tirmizî, Deavât, 99; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/334, 397, 484)

O hâlde mü’mine düşen “korku ile ümit arasında” kalmak, Allâh’ın kudret, azamet, azab ve ikâbından korkarken rahmet, merhamet, lütuf, ihsan ve mağfirete ümit bağlamaktır.

Din Gününün Sahibi: Allah Teâlâ, herkesin yaptığının karşılığını aldığı “cezâ” günü olan kıyâmetin yegâne sahibi, yaratıcısı, idâre ve hükmedicisidir. Kul, Allâh’ın rahmetinin enginliğine dalarak günaha ve isyana meyletmemeli, yaptığı her şeyin kendisinin önüne konacağı “hesap gününün dehşetinden” sakınmalıdır. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İyiliğin günü geçmez. Günah unutulmaz. Her şeyin karşılığını veren Allah da ölmez. Dilediğini yap; çünkü aynen karşılığını muhakkak göreceksin.” (Mahmud Sami Ramazanoğlu, Fâtiha Sûresi’nin Tefsiri’nden naklen)

İşte isim ve sıfatlarının en önemlileri ile zikredilen, tanıtılan ve insanın zihninde şekillenen bu rabbe karşı gereken şey, O’nun büyüklüğünü idrâk, O’na kulluk ve sadace O’ndan yardım dilemektir. Bu yüzden Fâtiha Sûresi’nin 5. âyeti, kulların ağzından bir duâ cümlesi olarak gelmiştir.

 

5-(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Sen’den medet umarız.

İbadet/Kulluk: Niyete bağlı olark yapılmasında sevap olan ve Allah Teâlâ’ya yaklaşmayı (kurbiyeti) ifade eden özel itaattir. İtaat, yapılması hayırlı olan ameli yapmaktır. Kulluk (ubûdiyyet) en genel mânâsıyla, Cenâb-ı Hakk’ın her türlü takdirine, hüküm ve emrine rızâ ve teslimiyettir.

Husûmetsiz rızâ, şikâyetsiz sabır, şüpheden uzak bir yakîn, dönüşü olmayan bir yöneliş ve durmaksızın rızâ-yı İlâhî’ye vusul, ubûdiyyet kısmına girer.

Peygamber Efendimize uymak, O’na itaat etmek ve O’nun yasakladıklarını terk etmek de Allâh’a kulluğun bir parçasıdır. Çünkü Rabbimiz, (Ey Habibim!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız, hemen bana tâbî olun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân, 31) buyurmakta, Allâh’ın kullara olan sevgisini Rasûlü’na tâbî olma şartına bağlamaktadır.

“Sadece Sana ibadet ederiz” denilerek, Allah dışındaki hiçbir varlığın “ibadet edilmeye” layık olmadığı; ibadet, taat, boyun eğmek, her türlü emrini yerine getirip her türlü yasağında uzak durmak icab eden biricik kudretin Allah Teâlâ olduğu vurgulanmıştır.

İstiâne: Yardım istemektir. Kul, “Yalnız Sen’den yardım isteriz” derken; “Kulluğu sadece Sana yöneltmek ve başkasına kulluk etmemek” konusunda yardım isteriz demiş olduğu gibi, “bu kulluk yoluna engel olabilecek her şeyin şerrinden Sana sığınırız.” ve “dünyevî-uhrevî bütün ihtiyaçlarımızı sadece Senden talep ederiz.” de demektedir.

Burada Allah Teâlâ ile kullar arasında derin bir anlaşma (bey’at akdi) yapılmaktadır. Kul, Allâh’a ibadet etmeye ve bu ibadetini devam ettirmeye söz vermekte; Rabbi ise, onun kulluğa devamı kadar kendisine yardımcı olacağını haber vermektedir.

Bir de burada tek bir kulun ağzından “ben ibadet eder, yardım isterim” şeklinde ifade edilmeyip “Biz ibadet ederiz, biz yardım dileriz.” denilmesi, müslümanların birbiri hakkındaki gıyâbî duâsı, birbirine ibadet konusunda destek olması, cemaat ile ibadet edilmesini teşvik gibi birçok mânâyı barındırır. Kul, tek başına namaz kılarken de bu âyet-i kerîmeleri okuduğunda şöyle demektedir:

“Yâ Rabbi! Tek başıma benim ibadetim, zikre değer bir mertebeye ulaşmamıştır. Çünkü onun çeşitli kusurları vardır. Fakat ben (canlı-cansız) bütün ibadet edenlerin ibadetine bunu katıyor ve hepsini tek bir ibâre ile anarak «iyyâ ke na’büdü: yalnız Sana ibadet ederiz» diyorum.”

 

 

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle