Dayan Kalbim; Üç-Beş Nefes Kadarcık

Sessiz saatlerde gözlerini âsumanın heybetli surlarına dik ve gör; yıldızların nasıl haşmetle ayakta durduğunu... Her bir kandilin, “ya Hayy!” sesinde cûş u hurûşa gelişlerini seyret... Bir kandildir kalbim; geceleri karanlık sokakları aydınlatan, her an bir cana hayat ırmağından katreler dolaştıran, vazife verenin emriyle vazîfedâr; hüznün, gözyaşının, sevinç ve mutluluğun kar beyaz ülkesi...

Bir fenerdir kalbim; ayaz gecelerde yolunu bulamayan kimsesiz sorulara yol olan; öteleri gösteren, ışık hüzmeleriyle gayplarda olan düşüncelerimin rotasını belirleyen... Bir ummandır kalbim; hiçbir gözün baktığında diğer ucunu göremediği, hiçbir elin dokunamadığı… Tam ortasında da bir ben; bir de sessiz haykırışlarım bulunan... Bulanık suların dehşetinden halâs olmak adına, her an ırmaklara suyunu akıtmak ister kalbim... Kirli duvarları yıkıp, berrak nehirlere doğru akmak, her akışta yeniden tazelenmek, her tazelenişte tebessümle bir daha yeni baştan dirilmek ister kalbim...

Bir gökyüzüdür kalbim; güneşin yedi ışığıyla bazen mavi; mavinin huzur veren tonuyla şâd... Bazen bembeyaz bir bulutun üzerinde damgalandığı; En Sevgili Yâr’in mührünü büyük bir edeple sînesinde barındıran... İkindi demlerinde aydınlığını kızıllığa bırakan; serin bir gökyüzüdür, şu hazan kalbim... Gece çöker, bir hilâl aydınlanır ışıklarımda... Sayısız yıldızların semti olur arzım... İçindeki karanlığa inat; kandillerim ışıklandırır kâinatı...

Bir mevsimdir kalbim; mevsimlerin ardında bıraktığı izleri taşır durmadan... Bazen bahar ülkesidir; yeşilinde dirilir umutlarım; sapsarı hazanların ardından çiçekler açar dallarında. Bazen akasya kokularını yayar âfâkına, kimi zaman pespembe bir gül olur; dikenlerini içine saklayan... Gül-i vefâyı yâd ettirdiği demlerde; haşmetinden iki büklüm kesilir de; mahcup bir edâyla titrer ve dikenlerini batırır damarlarıma... Kimsenin görmediği en koyu sessizlikte; bir tek “hû” olanın görüp işittiği sadâlarıma şâhitlik eder; beli bükülür o dem; kimsesizlerin sığınağıyla başbaşa, bir tek olana hâlini açar, sızıların arkasından gelen sancılarla...

Bir dolunaydır kalbim; her doğuşunda O’nun bir işaretiyle ikiye bölünmeyi bekleyen; O’na değen nazarların bakışlarında kaybolmak isteyen... Ortasından ikiye yarılmak ister kalbim; O’nun işaret parmağından süzülen ıtır kokularına müptelâ; Gül’e meftûn, Gül-i Rânâ’ya hayran... Acep Gül sana baktığında, ışıkların daha mı bir aydınlandı?! Mercan bakışlarda ıslandı mı bakışların... Sen onu gördün diye bu kadar bahtiyarken; titreyişinden aşkla yarılan cismin bu kadar nasipliyken; şimdi benim de bir dolunay olmak ister kalbim... O işaret buyursun da aşkından kendinden geçip ortasından şakkolsun şu “Gül Yüzlü”ye hasret yaşayan kalbim...

Mavi bir gölgedir kalbim... Yetim çocukların içinde sakladığı hüznün evi; kimsesiz yolcuların umut aradığı mavi... Güneşi olmayan semâların umut güneşi, ezansız sokakların son durağı, yolcusuz yolların meşalesi, dağınık yumakların toparlanışı, ağlayan pınarların damlası, ürkek avuçların duası, yıkık kentlerin umut süvarisi, işgale uğramış ülkelerin en hazin sesi...

Bir mağaradır kalbim... İki aziz dostun barınağı; mübarek yolcuların sığınağı; yılanların o müâbrek yolcuları görmeye hasret kaldığı; bu aşk ile sıddîklerin topuğuna zehrini dağıttığı...

“-Sen gördün, benim görmeme izin ver!” nidâlarıyla haykırdığı...

Mağara neden bu kadar şanslı?! Gül’ün sığındığı Sevr; “hû” olanın kendisinde konuştuğu Hira... Örümceğinin dahî tebessümle ağlarını ördüğü bir mağaranın eşikleridir kalbim... Seni saklamak için örseydim ağlarımı; Sen basıp geçseydin üzerimden ey Gül; ben çağlasaydım vuslatın en coşkulu ânında; ellerin değseydi, yosun tutmuş taşlarıma ve Sen içimde sakladığım en tatlı bahar olsaydın...

Evet, kalbim mağara; vakit gece; önümde kumdan bir seccade... Ne kadar da kutsaldır ki mağara; Kehf ashabına da hâne olmuştur... Mübâreklerin barınağı mağara; işte kalbim; kapında köleyim; Seni bekleyen bir örümceğim… Beni de almaz mısın kanatlarım kırık da olsa ummânına... Kıtmîr kadar nasibdâr olamaz mı şu kör kalbim?! Yedi adamı bekleyen bir Kıtmîr olsaydı âh kalbim... Cennet sevdâsından çok; rızasında dirilmek kalbimin sahibinin...

Bir Kâbe’dir şu hicranlı kalbim; yıkma der Yûnus’lar; yoksa şu kıldığın namazlar beyhûdedir... Simsiyah örtülerinden sıyrılıp af kapısında dirilmek ister kalbim... Tepelerine çıkan Bilâl’lerin bağrında sakladığı “Allâhu ekber” sadâlarında aşkı yudumlar kalbim...

Vefânın ceddi aşk; aşkın sahibi Sevgili... Şimdi senin tâmir ettiğin bir Kâbe’dir kalbim... Yedi kez yapılan tavafın ardından cemâliyle hemhâl olma makâmına eriştiğim... Dönmek ister Mevlânâca; dönmek ister dünya gibi; pervânenin ateş etrafında dönüşünün ardından; yanarak vuslata erişmesi gibi...

Dayan kalbim, dayan!.. Kopkoyu yalnızlıkların, zindan gecelerin arkasından bitecek zillet saatleri... Güzeller güzelliklerini tamamlayıp En Güzel’e gittiler; şimdi sen de güzel libaslarını giyin; tertemiz örtülerine bürün ve dayan...

Dayan kalbim, vuslat bir mesafe kadarcık…

Dayan kalbim, üç-beş nefes kadarcık...

 

 

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle