Tevbe Kapısı

Günahları Küçümsememek

Sayılı günler… Geldik ve gidiyoruz, bizi bekleyen meçhul bir sona doğru… Ömrümüzün nerede ve ne zaman nihayete ereceği belirsiz… Bir sonraki nefesimizin dahî garantisi yok… Biliyoruz, bu ömür bir gün bitecek ve o büyük günde, biten ömrümüzün her ânından hesaba çekileceğiz.

Ebû Berze Nadle İbni Ubeyd el-Eslemî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1)

En küçük günahın dahî omzumuzdaki ağırlığını o gün hissedeceğiz. Bu yüzden günahın büyüğünü ve küçüğünü, gizlisini ve açığını terk etmeli; herkesin birbirinden kaçacağı o dehşetli günde hesabı kolay verebilmek için, küçük gibi gözüken günahları bile göz ardı etmemeliyiz. Nitekim:

“Sadece benden korkun.” (el-Bakara, 40) buyuran Rabbimizin gazabının hangi günahta saklı olduğunu bilmiyoruz. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de günaha olan bakış açımızın nasıl olması gerektiğini şöyle öğretiyor:

“Mü’min günahını şöyle görür: O sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde durmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir (günaha dalmış kimse) ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4; Tirmizî, Kıyâmet, 50)

Günaha dalmak, kişiyi Allah’tan uzaklaştırır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- küçük-büyük diye ayırmadan, günahın insanın kalp âlemine verdiği zararı şöyle açıklamıştır:

“Kul, bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günahı terk edip istiğfara sarılarak tevbeye yönelirse, kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretleri’nin, «Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) ameller sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye zikrettiği durum budur.” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334)

Rabbimiz, kalbi pas tutanlardan, gaflete dalıp tevbeyi unutanlardan eylemesin bizi... Her şey bizim elimizde, bizim irademizde... Kişi, nefsini terbiye ettiği sürece Rabbine yakın olur ve rızasına ulaşır. Kişi, iradesine sahip olduğu müddetçe cennete bir adım daha yaklaşır. Rabbimiz, önümüze iki zıt seçenek sunmuş; ikisi de aynı derecede bize yakındır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu durumu şöyle tasvir etmiştir:

Abdullah İbni Mes’ûd -radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

 “Cennet size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” (Buhârî, Rikak, 29)

Bize düşen, hiçbir günahı küçümsemeden hepsinden şiddetle kaçmak ve şimdiye kadar bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz cümle günahlarımızı, bizi bizden iyi bilene itiraf ederek

“-Rahmetim gazabımı geçmiştir (kuşatmıştır).” (Buhârî, Tevhid 15, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 14-16) buyuran Âlemlerin Rabbinden af dilemektir.

Şüphesiz Hak Teâlâ, kullarına karşı çok merhametli, çok affedicidir. Fakat kulun da Cenâb-ı Hakk’ın af kapısına yönelmesi şarttır. Bunu erteleyip durmak doğru değildir. Kişi ne yaparsa kendine yapar. Kalbi günaha bağlı kalarak son nefesine kadar günaha batmış kişi, bu merhametten ve rahmetten mahrum kalacağını Rabbimiz şöyle haber vermiştir:

“…Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca, «Ben şimdi tevbe ettim!» diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır. (en-Nisâ, 18)

Mühim olan tevbeyi geciktirmemek ve ne zaman geleceği belli olmayan ölüm ânından evvel, pişman bir şekilde dilimizden istiğfarı düşürmemektir.

 

Tevbe Kapısı ve Nasûh Tevbe

Fakîh Ebü’l-Leys Semerkandî -rahmetullâhi aleyh- der ki:

Senedleriyle bize kadar ulaştığına göre, İbn Abbas -radıyallahu anh- şöyle anlatmıştır:

“Bir gün Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- tevbe kapısını anlattı. Hazret-i Ömer -radıyallahu anh-:

“-Ey Allah’ın Resûlü! Tevbe kapısı nedir?” diye sordu.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“-Tevbe kapısı, mağribin (batı cihetinin) ardındadır. Bu kapının altından iki kanadı vardır. Üzeri inci ve yakutlarla bezenmiştir. Kapının bir kanadıyla diğer kanadının arası hızlı bir atlı binicinin kırk senede kat edeceği bir mesafe kadar geniştir. Bu kapı, Allah Teâlâ’nın mahlûkatını yarattığı günden beri açıktır. Güneş, battığı yerden (mağribden) doğacağı sabaha kadar da açık kalacaktır. Nasuh tevbesi ile tevbe eden her kişinin tevbesi, mutlaka bu kapıdan içeri girer.”

Muâz bin Cebel -radıyallahu anh-:

“-Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Nasuh tevbesi nedir?” diye sordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle anlattı:

“-Günahkâr kulun yaptıklarına pişman olması, (istiğfar etmek sûretiyle) Rabbinden özür dilemesi ve bir daha o günahlara dönmemesidir.”

Sonra güneş ve ay bu kapıdan batar ve tevbe kapıları arasından en ufak bir aralık dahî kalmayacak şekilde kapatılır. İşte bundan sonra tevbe eden hiçbir kulun tevbesi kabul olunmaz.” (Bkz. Ebû’l-Leys Semerkandî, Tenbihü’l-Gâfilîn, Terc: Hüseyin Okur, Semerkand Yayınları, I, sh: 179-180)

Rabbimiz nasûh bir tevbe ile kendisine yönelmemizi, Tahrim Sûresi’nin 8. âyetinde bizlere şöyle emretmiştir:

“Ey îman edenler! Allâh’a içtenlikle tevbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte îman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nûrları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. «Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye gücün yeter!» derler.”

Nasûh tevbenin kabulü için olmazsa olmaz husus, samimiyet ve pişmanlıktır. Bu pişmanlık, insanın gücü yettiği ölçüde o hatayı tekrar etmemesi ve yaptığı günahla ilgili kul hakları varsa, bu hakları helâl ettirmek için elinden gelen gayreti göstermesidir.

Rabbimiz, “es-Settâr” ismiyle günahlarımızı setreylesin. el-Gaffâr ismiyle onları bağışlasın. “Seyyiâtı, hasenâta çevirme” vaadinden bizleri mahrum eylemesin, bizim de hata ve günahlarımızı, ihsan ve affıyla sevap ve mükâfatlara çevirsin. Biz, âciz kullarını lütfuyla, ihsanıyla cennet ve cemâliyle müşerref eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle