Müslüman Olmayanlarla Evlenebilir miyim?

Dünyamızda artık mesafe ve uzaklık kavramı, eski mânâsını yitirmeye başladı. Uzak dediğimiz yerlere bile artık bir tuşla ulaşabiliyor; gerek yazılı, gerekse görüntülü iletişim kurabiliyoruz. Bu kolaylık sayesinde müslüman olan-olmayan herkesle tanışma, arkadaşlık kurma, hattâ evlenmek çok yaygınlaştı. Ve maalesef ki normalleşti.

“-Önemli olan insanlık, dîninin ne önemi var?” sözü, dillerden düşmüyor.

Yakın zamanda dinler arası diyalog sapkınlarının reklamları eşliğinde, ülkemizde de müslüman bir hanımla hıristiyan bir erkeğin nikâhı törenlerle kıyıldı. Peki, müslüman bir erkek veya kadın, müslüman olmayan kimselerle evlenebilir mi? Evlenirse, hangi şartlar altında bu evlilik İslâm açısından sahih ve geçerli olabilir?

Bu hususta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında şöyle bir örnek var. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hicretin 6. yılında, Allâh’ın izni ve murâdı üzere müşriklerle Hudeybiye Antlaşması’nı imzalamıştı. Bu antlaşma şartları, zâhirde müslümanların zararına gibi görünse de, aslında kısa zamanda müslümanların faydasına dönmüş ve maddî-mânevî birçok fetihlerin anahtarı olmuştur. Bu antlaşma şartlarından birine göre, müslüman olan biri, Mekke’den kaçıp Medîne’ye sığınacak olursa, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- antlaşma îcâbı, o müslümanı Mekkelilere iade edecekti.

 Bu sulhün sağlayacağı bereketi, tâ başından beri bilmekte olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hudeybiye Muâhedesi’nin şartlarına son derece riâyet gösteriyor, ondaki açıklıklardan da istifâde etmekten geri kalmıyordu. Nitekim bazı Mekkeli mü’min kadınların Medîne’ye sığınması üzerine, müşriklerin vâkî olan isteklerini reddettiler. Çünkü muâhededeki madde, sadece erkeklere şâmildi. Zâten Cenâb-ı Hak da kadınların teslim edilmemesini emir buyurmaktaydı:

 “Ey îmân edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin! Allah onların îmânlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar oldukla­rını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin! Bunlar, onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirlerini) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları (ise) nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin! Onlar da sarf ettiklerini is­tesinler. Allâh’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (el-Mümtehine, 10)[1]

Âyet-i kerîmede açıkça bildirildiği üzere, müslüman kadın, kâfir ve müşrik bir erkekle evli kalamaz. Müslüman erkek de hiçbir kâfir ve müşrik kadınla evlilik bağı kuramaz

Bunun tek istisnâsı, müslüman erkeklerin Ehl-i Kitap (yahudi ve hıristiyan) kadınlarla evlilik yapmasıdır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“…Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahî, siz onların mehirlerini verip nikâh edince (size helâldir).” (el-Mâide, 5)

Dönem dönem bu evlilikleri, devlet başkanları çeşitli sebeplerle sınırlamış olsa da, fıkhî bir hüküm olarak müslüman erkek, müslüman kadınlarla evlenebildiği gibi, hristiyan ve yahudi kadınlarla da evlenebilir. Ama bunların dışında başka bir din mensubuyla evlenemez. Müslüman kadınlar ise, sadece müslüman erkeklerle evlenebilirler.

Müslüman erkeklerin, Ehl-i Kitap’la evliliğine müsaade edilmesinin çeşitli sebep ve hikmetleri vardır. Bunları da kısaca şöyle ifade edebiliriz:

1- Gerek fıkhî hüküm açısından, gerekse hayat şartları gereği, İslâm, yuvayı temsil ve idare sorumluluğunu erkeğe yüklemiştir. Çocukların velâyeti de babadadır. Dolayısıyla babanın dîni neyse, çocukların da o dîne göre yetiştirilme hakkı ve vazifesi, babaya düşmektedir. Müslüman bir kadın, başka dinden birisiyle evlendiğinde bırakın çocuklarının dînini korumayı, kendi dînini muhafaza noktasında bile zorlanır. Erkek ise, çocuklarını, müslüman bir süt anne, müslüman bir okul ve çevre içinde yetiştirme vazife ve imkânına sahiptir.

2- İslâmiyet, kendinden önceki dinlerin doğru şekillerini tasdik ederek gelmiştir. Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ve ona verilmiş olan Tevrat, Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- ve ona verilmiş olan İncil, ilk hâlleriyle Kur’ân-ı Kerîm’in de tasdik ettiği kitaplardır. Bu dinlerin aslında var olan Allah, âhiret, kıyamet, cennet-cehennem, melek, şeytan, kitap, vahiy ve peygamber inançları, İslâmiyet’le pek çok noktada ortaktır. Ancak insanlar, Allâh’ın indirdiği bu hakikatleri tahrif etmişler, muhteva ve şeklini bozmuşlardır. Bu hâliyle zikredilen kavramlar ve mânâları, insanı hakikate ulaştırmaktan mahrumdur. Hattâ Ehl-i Kitab’ın pek çoğu, yanlış inançları sebebiyle, Kur’ân’ın açık ifadesiyle şirke ve küfre düşmüşlerdir. (Bkz: et-Tevbe, 30, el-Mâide, 72-73)

Buna rağmen İslâm hukukunda, semâvî dinler arasındaki bu ortak paydaların çokluğu sebebiyle Ehl-i Kitab’ın konumu, bu inançlarla hiçbir bağı bulunmayan diğer din mensuplarından farklı tutulmuştur. Ehl-i Kitab’ın kestiğinin yenilebilmesi ve onların kadınlarıyla nikâh konusu gibi…

Bir hıristiyan veya yahudi âilede doğmuş, büyümüş bir kadının müslüman bir erkekle tanışması sayesinde, İslâm’a karşı var olan peşin hükümlerinin yıkılması ve kendisinin de zamanla müslüman olması kuvvetle muhtemeldir. Bu akrabalık bağı sebebiyle Ehl-i Kitap âilelerle de tanışma, onlara da İslâm’ı güzellikleri ile tebliğ etme imkânı olacak, en azından onların İslâm’a karşı var olan kin ve husûmetleri azaltılmış olacaktır.

3- Yine bir İslâm devletinde yahudi ve hrıstiyanların kendi inanç ve ibadetlerini hürriyet içinde yaşamaları mümkün ve devlet himayesindedir. Tıpkı bunun gibi, müslüman bir erkekle evlenen Ehl-i Kitap kadının da kendi din ve ibadetlerini yerine getirmesinde bir müdahale sözkonusu olamaz. Müslüman erkek, gayr-i müslim hanımına İslâm’ı telkin ve tebliğ eder, ancak onu müslüman olması için zorlayamaz. Böylece kadın, müslüman bir erkekle evli olduğu hâlde, dilerse dîninin gereklerini rahatlıkla yapabilir. Ama maalesef pek çok kez görüldüğü üzere, müslüman olmayan erkekler, müslüman kadınların inanç, ibadet, kıyafet ve yaşayışlarına hep müdahale etmişlerdir. Onların inancına göre, İslâmiyet diye bir dînin aslı ve geçerliliği yoktur. Bu yüzden kendilerini haklı görürler. Bir müslüman kadının, böyle bir evlilik ile kendi âile ve çevresinden uzaklaşma ve mağdur edilme durumu sebebiyle, dînimiz, kadınların bu haklarını da koruma altına almıştır.

4- Müslüman erkeklerin, “dîni ne olursa olsun” dilediği her kadınla evlenme hakkı da yoktur. İslâm’ın bâtıl ve beşerî din olarak gördüğü Hinduizm, Budizm, Şintoizm vb. dinler ile Ateizm ve Deizm gibi sapık inançlara mensup kadınlarla, müslüman erkek de evlenemez. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“Ey îmân edenler! Allâh’a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar îmana gelinceye kadar evlenmeyin. Îman eden câriye, müşrik bir kadından -o sizin hoşunuza gitse de- elbette daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de onlar îman edinceye kadar (mü’min kadınları) nikâhlamayın. Mü’min bir köle, müşrik bir erkekten -o sizin hoşunuza gitse de- daha hayırlıdır.” (el-Bakara, 221)

Âyet-i kerîmede görüldüğü üzere, erkek veya kadın, her iki müşrik aday için de “hoşunuza gitse de…” tâbiri kullanılmıştır. Demek ki, insan bazen dış görünüşe bakarak, bir adayın kendisi için uygun olduğunu düşünüp gönlünü ona kaptırabilir. Buna rağmen işe Allâh’ın emri ve murâdı gözüyle bakmalı, hayrın peşine düşerek ilâhî ferman ve hikmete râm olmalıdır. Aksi hâlde insan, göz göre göre kendini ateşe atmış olur.

 

[1] Bkz. Buhârî, Şurût, 15; Vâkıdî, II, 631-632.

PAYLAŞ:                

Rukiyye Gönüllü

Rukiyye Gönüllü

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle