Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Çok hızlı değişen bir çağda yaşıyoruz. Bundan yüz yıl önce akla gelmeyen, elli yıl önce hiç konuşulmayan meseleler, son on-on beş yılda ülke ve dünya gündeminden düşmez hâle gelebiliyor.

Bizim yetiştiğimiz çocukluk-gençlik yıllarında, âilelerin bir araya gelerek yeni yuva kurması ne kadar tabiî görülüyorsa, boşanmak da o kadar nâdir olan ve anormal görülen bir durumdu. Fakat aradan geçen on beş-yirmi yıllık dönemde, evlilik yapmak “cesaret isteyen” bir işe dönüştü, boşanmak ise “vak’a-i âdiyeden/sıradan” bir işe… Hatta o zamanlar çok çok ender görülen “hayat boyunca bekâr yaşama” isteği, şimdi cinsiyet farkı bulunmadan pek çok gencin ortak hedefi olmaya başladı.

Nikâha rağbet niye bu kadar düştü? Nikâhın ehemmiyeti, âile kurmanın ciddiyeti niye bu kadar ayaklar altında? Elbette bu sorular üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekiyor. Sebep sadece ekonomik imkânsızlık mı? Düğün masraflarının artması, âilelerin evlilikte pek çok şeyi “ön şart hâline getirmesi” mi? Bunun da belki tesiri olabilir. Dinimiz, “külfetsiz nikâhı” özendirmişken belli standartların altında evliliğe başlamamak gerektiği düşüncesi, genç erkek ve kızların elini-kolunu bağlıyor.

Fakat bizce bundan daha da önemlisi, insanların helâl-haram hassasiyetlerinin kaybolmaya başlaması… Kadın-erkek ihtilâtının artması, zinanın kolaylaşıp yaygınlaşması, toplum içinde bir “alarm” durumu olan, emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker prensibinin unutulması veya terk edilmesi… Artık kimse kimsenin ne yaptığına karışmıyor, en dindar insanlar bile, “kimse bana karışmasın, ben bildiğimi okuyayım!” moduna girmiş durumda…

Düğünlerde, ev tefrîşinde israf, almış başını gitmiş. Kızlar; “eğlenilecek” ve “evlenilecek” kızlar olarak ayrılmış. Her türlü kötülüğü yapmayı kendilerine mübâh gören erkekler, evlenmek için “helâl süt emmiş, temiz âile kızı” arıyorlar. Kızlar, evlenmek için dindar/ahlâklı erkeklerden ziyade, “evi-arabası olan, gelir düzeyi yüksek” namzetler bekliyor kapısına…

Toplumun vitrini konumunda olan sanatçılar, insanların gözünün içine baka baka “nikâhsız” beraberlikler yaşadıklarını ve “çok mutlu olduklarını” îlan ediyorlar. Fakat nedense o mutluluk, iki gün sürüyor, yerine başkası veya başkaları geliveriyor hemen... Televizyon, internet, film, dizi ve basın; her gün insanlara “nikâhsız ilişkilerin” normalliğini ve güzelliğini reklam ediyor. Âile yuvasını delen, mahremiyet sınırlarını yok eden, din ve gelenek tarafından yasaklanmış ne kadar bozuk ve sapık ilişki varsa, “Bakın, ne kadar da kötü işler yapıyorlar!” üslûbuyla habire topluma takdim ediliyor. Âr perdeleri yırtılmış insanlar, toplumun nâmusunu hiçe sayan, hafife alan açıklamalar (!) yapıyorlar.

Kısacası toplumumuz ve dünya, “dönüştürülüyor”. Ancak değiştiğimiz, dönüştüğümüz yeni şekil, maalesef hiç de iç açıcı değil. Mukaddesâtımız ve bizi birbirimize bağlayan âilemiz büyük darbeler alıyor. Nikâh sayısı düşüyor, boşanmalar artıyor. Çocuklar, anne ve baba arasında gidip geliyor, bazen de tek başlarına büyümek zorunda kalıyorlar.

Böyle bir vasatta, dinimizin emirlerini ciddiye almaya ihtiyaç var. Tekrar özümüze dönmeye, iffet ve takvayı kuşanmaya, “bir” olmaya, “âile” olmaya muhtacız. Yoksa dinimizin hepimize yüklediği “sâlih ve sâliha nesiller yetiştirme” ideali ve sorumluluğu, sadece sözde kalacak. Ve bu enkazın altında hepimiz birden kalmaya mahkûm olacağız. Her koyun kendi bacağından asılır, ama kokusu bütün mahalleyi perişan eder. O büyük günde, Rabbimizin huzuruna yüz akıyla çıkmak için, toplumu bir arada tutan “nikâh” ve “âile”ye dört elle sarılmalıyız, vesselâm…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle