Güzel Yüzler

Hayatın içerisinde “sosyal” bir varlık olarak, insanlarla her an münasebette bulunmamız kaçınılmaz bir zaruret ve inkâr edilemez bir hakîkattir. İnsanın başka insanlarla beraber bulunma vasfı, Kur’ân-ı Kerîm’in de dikkat çektiği bir husustur:

“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekten ve bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki Allâh’ın yanında en kıymetliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Her gün onlarca, yüzlerce insanla muhatap oluyor, konuşuyor, tesir ediyor veya onların tesiri altında kalıyoruz. Gözümüzle göremediğimiz bir akımın, muhataplarımızdan bize ve bizden de muhataplarımıza sirâyet ettiği de bir hakikattir. Bunu göremesek de hissedebiliyoruz. Gün içerisinde hâlet-i rûhiyemizi tesir altında bırakan nice hâdiseler oluyor. Belki de yaşlanmak denen şey, muhatap olduğumuz bu hâdiselerin, üzerimizde bıraktığı müsbet veya menfî tesirdir.

Aslında hayatımızda yaptığımız ve yaşadığımız her şey, yüzümüze yansımaktadır. Bu mânâda insanın iç dünyasını gizlemeye çalışmasının bir faydası yoktur. Gönlün aksi, yüze vurur.

İbn-i Hazm, “Güvercin Gerdanlığı” adlı eserinde; padişahın, âşık olan oğlunun hâlinden bahsederek beşerî aşkın tehlikelerine ve illetlerine temas eder. Bunun için de meseleyi bir hikâye ile örneklendirir. Hâdiseyi anlatırken, gönlünü düşürdüğü insanın adını bir türlü söylemeyen ve aşk acısından yataklara düşen genci, bu hastalığından kurtarmak için doktorlar, en kısa yolun mâşukasının adını, kim olduğunu ve nerede yaşadığını öğrenmek ve ona göre bir çare bulmak gerektiği kararına varırlar. Öncelikli olarak mâşukasının ikâmet etme ihtimali olan şehirlerin adlarını söylerler. Bir şehrin adı zikredildiği zaman gencin rengi değişir ve kalp atışları hızlanır. Sonra o şehrin muhtelif semtlerinin adı zikredilir. Sonra semti de tespit edilir. Ve sonra mâşukasının oturma ihtimali olan sokakların, caddelerin adları zikredilir. Ve nihayet kızın adı ifade edilir. Tabiî âşık genç, duyduğu ismin tesirine dayanamaz ve oracıkta bayılır.

Anlatılan bu hikâye, bir gencin yüreğindeki kuşatılmışlığın ne denli tesirler bıraktığını ve aşkın marazîliğini ifade etmesi bakımından mühimdir. İşte sosyal hayatta her türlü mücerret ve müşahhas vak’alar, bizde, hâfızamızda ve gönül dünyamızda iz bıraktığı gibi yüzümüzde de izler bırakır. Bu izlerin bir kısmı sathî, bir kısmı da derindendir. Bazıları gözle görülür, bazıları ise ancak mânevî bir bakışla fark edilir. Bazıları kırışıklık ve çizgi hâlinde görünür, bazıları da nûr ve zulmet olarak…

Yaşadığımız şu çağda, belki de hepimizin bir güler yüze hasreti var. Mütebessim ve güven telkin eden yüzler görmeye hasret kalan gözlerimiz var. Üzüntüyle ifade etmek gerekir ki, modern hayat, yüzümüzdeki inceliği ve olması gereken o derinliği alıp götürdü. Makineleşen çağımız çarklarının, bizden alıp götürdüğü en kıymetli yanımızdır mütebessim yüz ifademiz… Zaman zaman aynanın karşısına geçerek aynadaki adama kim olduğumuzu sorsak, acaba öz aksimiz bize doğruları söyleyecek mi?

Yahut aynanın karşısına geçip kim olduğumuzu sorma cesareti bulabilir miyiz kendimizde? İşte aynada göremediğimiz o hassasiyetimiz ve rakikliğimiz, bizi hasret koyuyor gerçek, ince ve narin yüz ifadelerine…

İnsan ilk karşılaştığı, ilk konuştuğu insanın yüzüne bakar. Yahut kendisi yüz ifadesiyle bir şeyler anlatır muhatabına. Kudreti sonsuz olan Rabbimiz:

“O gün öyle yüzler vardır ki…” diye başlar bembeyaz ve kapkara kesilmiş yüzlerden bahsederken... Evet, “Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün). İmdi, yüzleri kararanlara: «İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise, inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azâbı!» (denilir.) Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allâh’ın rahmeti içindedirler; orada ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmrân, 106-107)

Bu âyetler, âhiret ahvâlini anlatır. Âhirette insanların amel defterlerini aldıkları ve âkıbetlerini öğrendikleri hâli… O yüz ifadesi ve bu ifadenin çağrıştırdığı şeyler, bütün insanlar tarafından mâlumdur. Bütün hayatının hülâsası, “kara, kapkara bir yüz olmak” ne acıdır! Orada; yapılan günahlar, hatalar, pişmanlıklar, yenilen haklar, vicdan azabı vardır. Orada; karşılaşılan azabın çetinliği, mahşer gününün dehşeti, Allah Teâlâ’nın karşısında mahcubiyet vardır. Kısaca, boşa giden bir hayat ve sonsuz bir azap yurdunun elemi…

Yüz ifadesi, ne de çok şey anlatır insana… Mimikler, insanın o anki psikolojisini hemen ele verir. İnsanın dediği, demek istediği ve kalbinde gizlediği şey, dikkatle bakınca yüzünden okunur. İnsanın yüzü, kalbinin aynasıdır. Mü’minin firâseti, o aynada gönlün aksini seyreder durur.

İyilik de yüze vurur, kötülük de… Kur’ân-ı Kerîm’de müslümanlar, secde izlerinin yüzlerine vurduğu kimseler olarak tarif edilir:

“…Onların nişanları, yüzlerindeki secde izleridir…” (el-Fetih, 29) buyrularak… Her bir secde bir güzel nur nakşeder, müslümanın sîmâsına… Tıpkı her bir günahın, kalpte bıraktığı bir siyah leke gibi… Secde ile artar nurlar; tevbeyle arınır kalpteki ve yüzdeki lekeler… İnsan, ibadet ve tevbe ile aklana aklana, Rabbinin huzûruna bembeyaz, nûrânî bir yüzle çıkar.

Âhiret, bu dünyanın yansımasıdır, nihayetinde… İyilik ve kötülük, kim oraya ne götürdüyse, karşısında onu bulur.

“Müslüman o kimsedir ki, yüzüne bakıldığı zaman Allah hatırlanır.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X. 78; İbn-i Mâce, Zühd, 4) hadîs-i şerîfinin ne kadar derin mânâlar ifade ettiğini, hakikî bir müslüman çehresiyle karşılaşınca anlarız. Bir de yüzünü görünce kötülüklerin, şeytan ve dostlarının hatırlandığı yüzler vardır. Allah bizleri, onların şerrinden muhafaza buyursun.

Yüz, bu mânâda bir kimlik kartıdır, insanı tanıtan…

Bazen insan bir dost yüzünü görünce, dünya gâilesinden kurtulur, rahatlar, gönlü huzura kavuşur. Onun yüzünde, onun gönlünde sükûnet üzere bir mânevî yolculuğa kavuşur.

Herhalde hakikî dost, yüzüne bakıldığı zaman dertlerin unutulduğu ve tarif edilmez bir huzurun duyulduğu insandır. Ya da asıl mesele, birileri bizi görünce dert içine mi düşüyor yahut dertlerini mi unutuyorlar? Eğer insanlara hep güzel şeyler hatırlatıtıyor ve pozitif hisler uyandırıyorsak, ne mutlu bize!..

Yok, eğer tersi oluyorsa, o zaman durup bazı şeylerin muhasebesini yeniden yapmalı ve aynaların gerçekleri yansıtmadığını veya bize hakikati söylemediklerini bilmeliyiz. Yahut da aynalar hep doğru şeyleri söylüyor da biz hakikate kulaklarımızı tıkıyoruz, bunu anlarız.

“O gün öyle yüzler vardır ki simsiyahtır.” diye tarif buyrulan yüzlerin sahibi olmamak için tekrar tekrar kalp aynamızın temizliğini yapmalıyız. Yüzümüze akseden mânevî lekeleri en müstesna bir titizlikle temizlemeliyiz. Çünkü Rabbimiz, huzûruna “kalb-i selîm” ile gelen kullar ister. Kalbin selâmeti de, yüzün nûrâniyetine sebep olur.

Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz, huzûruna yüzü kara çıkarmasın bizleri de… Bizi, Peygamber Efendimizin huzûrunda da günaha batmış bir mahcubiyet içinde bırakmasın. Bizi, birbirinin aynası olan mü’min kullarından eylesin. Bizi, birbirinin günah ve hatasına eliyle, diliyle, gönlüyle, duâsıyla mânî olan kullarından eylesin. İki elin birlikte yıkandığı gibi, ümmet olarak bizi de birlik içinde hatalarından kurtulan ve sâhil-i selâmete kavuşan tâlihli ümmetler arasına dâhil eylesin. Yüzümüzü, gönlümüzü, işimizi, ahlâkımızı ak-pak eylesin. Bizi, kendimizden sonraki nesiller için yüz akı bir ümmet kılsın. Âmin.

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle