Tat Almadaki Mûcize

  1. haftada boy, geçen haftaya nisbetle iki katı uzamıştır. Bütün hayatî organlar tamamen oluşmuştur. Baş, hâlâ vücudun neredeyse yarısı kadardır. Yumurta döllendiği andan itibaren onun cinsiyeti bellidir, ancak dış mahrem organların bu haftada ayırt edilmesi daha kolaydır. Fetüs yutkunabilir, esneyebilir, emebilir. Emme hareketinin anne karnındayken bebeğe öğretilmesi, doğumdan sonra onun hayatını kurtarır. Çünkü o, ilk 4-5 ay, sadece bu şekilde beslenecektir. Anne karnında ilk haftalarda el ya da ayak başparmağını emerek yapılan alıştırmalar, doğumdan sonra onun annenin göğsünden süt emmesini kolaylaştırır.

Tat hücreleri, “tat tomurcuğu” adı verilen, soğana benzer yapılar şeklinde bir araya toplanmış ve ağız içini doldurmuşlardır. “Papilla” denilen yapıların içinde yer alan bu tomurcuklar, dile pürüzlü bir görünüm verirler. Yapılan araştırmalar; yıllar önce fen ve biyoloji derslerinde öğrendiğimiz dildeki tat haritası ile ilgili bilginin yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre dilin ucu tatlı, kenarları tuzlu ve ekşi, arkası acıyı algılıyordu. Son ilmî çalışmalar, tat hücrelerinin birden fazla uyarıcıya tepki verdiğini göstermiştir. Yani her bir tat hücresi, düşünüldüğünden çok daha karmaşık haberleşme sistemine sahiptir. Tat hücreleri sadece belirli bir uyarıcıyla değil, birden fazla uyarıcıyla iletişim kurmaktadır.

Tabiatta 20.000 yenebilir bitki olduğu bilinmektedir. Bir yemek kitabına baktığımızda yüzlerce çeşit tarifle karşılaşırız. Çeşitlilik, hakikaten çok fazladır. Ancak bizler bunların tadını ayırt etmekte hiç de zorlanmayız. Dile konan bir şeyin tadını algılamamız 0,2-0,5 saniye sürmektedir. Yani göz açıp kapamaktan daha kısa bir süre... Bu kısacık sürede gerçekleşen karmaşık olayların sırrı, yüzyıllardır araştırmalara konu olmuştur.

Tat alma; gıdaların içindeki tat bileşiklerinin tükürük içinde erimeleriyle başlar. Bazı bileşikler, tükürükte daha çabuk eridiğinden, tadı daha çabuk algılanır. Hattâ bazen gıdaların kokusunun alınmasıyla tükürük bezleri salgı yapmaya başlar ve dil, tat almaya hazır hâle gelir. Bu çok önemli bir detaydır. Zira tükürük salgısı olmasaydı, kuru besinlerin tadı alınamayacaktı.

Genç bir insanda ortalama 10 bin adet tat tomurcuğu, her bir tomurcuk üzerinde de 10-50 adet alıcı hücre yer alır. Bu alıcılar, ağza alınarak tükürük vasıtasıyla ıslatılan gıda ile ilgili bilgiyi, vazifeli olan sinire iletir. Üzerinde yer alan tat tomurcuklarıyla temas kuran, çapları milimetrenin binde dördünden daha küçük olan üç farklı sinir; ağza alınan gıda ile ilgili sinyali beyne taşır.

Beyinde milyarlarca sinir hücresi ve milyarlarca adres vardır. Tat ile ilgilenen sinirler, bu adresler içinde kendilerine ait olanı, hiç şaşırmadan ve zorlanmadan bulurlar. Hem de yaratıldıkları ilk günden faaliyetlerinin sona erdiği güne kadar hiçbir bilgiyi kaybetmeden bu işi yaparlar. Biz bir şeyler atıştırırken, üç farklı sinir, beyne haber ulaştırmakla meşguldür. Aynı zamanda sıcaklık, basınç, dokunma, ağrı ile ilgili bilgiler de ağız içinden farklı bir yolla beyne taşınır. Muhteşem bir posta sistemi kurulmuştur. Beyinde, gelen mesajlar toplu olarak değerlendirilir ve “Leziz, sıcak bir domates çorbası, cevizli bir kurabiye, nefis bir ızgara, vb.” kanaatlere dönüşür.

 Ağza alınan gıdanın “enfes mi, bozuk mu, yavan mı, haşlanmış mı-kızarmış mı, sıcak mı-soğuk mu” olduğunu ânında anlarız. Gıdaları teferruatlı bir şekilde tasvir edecek kadar analiz ederiz. Ağza gıdanın alınmasıyla birlikte sâliseler içinde meydana gelen bu hadiseyi, beyin; nasıl gerçekleştirdiği konusunda, bize daha fazla sır vermemektedir!

 Anne rahmindeki gelişimin ikinci üç ayına girdiğimizde bu tomurcuklar, içinde yüzdüğü amniyon sıvısından başka içeceği olmayan fetüse verilmiştir ki, doğuma kadar bu sistem mükemmel şekilde gelişimini tamamlasın. Ve yeryüzüne geldiğinde yaratılmış olan çeşit çeşit yiyecek ve içeceğin tadına baktığında zorlanmadan bunları ayırt edebilsin. Yenilmeyecek durumda olanların tespitini yapsın.

Şuursuz atomlardan oluşan hücreler, kimyevî bir fabrika gibi yenilip içilen her şeyin tadını ayırt eder. Lokma ağza alındığı anda devreye giren ulaştırma sistemi sayesinde yenilenin tadı bilinir. Elmanın, karpuzun, muzun, incirin, etin, sütün, yumurtanın, zeytinin, balın vs. yenilen-içilen ne varsa hepsiyle ilgili bilgi bu tomurcuklara ve mesajı taşıyan sinir sistemine öğretilmiştir. Öyle ki, insanın gözü kapalı bile olsa, ağzına aldığı lokmanın “tadını ve adını” ayırt edebilir.

Ağzımıza günde kaç defa lokma alırız, hiç saydık mı? Tatları ve sıcaklıkları birbirinden farklı kaç lokma göndeririz, bu fabrikaya analiz yapması için? Sımsıcak bir çay ya da çorba, acı bir kahve, ekşi bir kızılcık şerbeti, buzlu bir meyve suyu ya da dondurma… Tat hücreleri, vücut sıcaklığının oldukça üstünde veya altındaki yiyeceklerle, asitli ya da acı gıdalarla her gün muhatap olurlar. Hattâ bazen aynı öğünde ekşisi, acısı, sıcağı, soğuğu bir arada girer, ağız içindeki bu fabrikaya…

Tat hücreleri, bu bakımdan çetin bir ortamda çalışan âletlere benzerler. Ağza alınan sıcaklığı ve basıncı farklı lokmalar, onları belli ölçülerde yıpratır. Aslında bu kadar zor şartlar altında kısa sürede algılama yeteneklerinin azalarak kaybolması beklenirdi. Ancak hücrelerin yenilenme mekanizması sayesinde durumun böyle olmadığını görürüz. Hücreler, ortalama on günde bir değişirler. Yani şu andaki tat hücrelerimiz, on gün öncesinden tamamen farklıdır. Bizler farkına varmadan bu mükemmel ve karmaşık işlemler gerçekleşir. Eski hücreler tasfiye edilip yerlerine yenileri gelirken, tatları alıştığımız gibi algılamaya, leziz olanlarla yenmeyecek durumda olanları tespit etmeye devam ederiz.

 Yeryüzündeki gıdaları, insan için yaratan alîm kudret, anne rahmindeki bebeğin diline bunların tadını fark edecek alıcıları yerleştirmeseydi, en leziz yiyecekler bile değerini yitirerek ziyan olurdu. İnsanı yaratan, kâinatı onun emrine âmâde kılan, şu yeryüzünde kaç çeşit gıdanın tadına baktıysak hepsi ile ilgili bir fikir beyân edebilmeyi bize öğreten yüce Rabbimiz bu alıcılara kendilerini yenileyebilme özelliği de vermiştir. Ki, ömür nîmeti tamamlanana kadar vücut gemisinin hakkını verirken, yani beslenirken aldığımız her lezzet için O’na şükretmekten gâfil olmayalım.

Dil, sadece bir et parçası olmaktan çok uzaktır. Mükemmel tasarımı sayesinde kolaylıkla hareket eder, konuşurken, çiğnerken, yutarken önemli vazifeler üstlenir. Üzerine konan lokmanın kimyevî analizini sâliseler içinde yapar. Bu kısacık sürede, on binlerce hücreden kalkan uyarılar, çapı milimetrenin binde dördü olan kanallarla, beyinde milyarlarca farklı adresin içinden ilgili olan yeri ânında bulur. Hattâ lokma ağza alınmadan; görülmesiyle, kokusunun alınmasıyla ya da düşünülmesiyle bu sistem harekete geçmeye hazır hâle gelir.

 Ağız içine yerleştirilmiş ve cansız atomlardan meydana gelmiş bu ufacık organdaki ilim, sanat ve kudret karşısında hayrete düşmemek mümkün değildir. Mikrodan makroya bütün âlem, yüceler yücesi Rabbimiz’i anlatırken, Allâh’ın yeryüzündeki halifesi olan ve nimetlerle perverde edilip her şeyin emrine âmâde kılındığı sanat harikası olan insanın, verilenlerden istifade ederken Veren’den gafil kalması, ne acı bir kayıptır! Âyet-i kerîmede buyrulur:

“O çardaklı ve çardaksız cennet misâli bağları, tatları ve yemişleri birbirinden farklı ekinleri, hurmaları, zeytinleri, narları, birbirine hem benzer hem benzemez şekilde yaratan hep O’dur. Her biri ürün verdiğinde meyvelerinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri sevmez.” (el-En’âm, 141)

Her şeyi kayıt altına alan hayat defterleri açıldığı zaman, emrimize sunulan her bir zerrenin bizden dâvâcı olmaması; o zor ve dehşetli günde mahcup olmamak için:

“…Rabbimiz! Şüphesiz, Sen bunları boşuna yaratmadın!..” (Âl-i İmrân, 191) îkazından hisseler alabilmeyi nasip eyle bizlere yâ Rab! Nasip eyle ki, “…Bizi cehennem azâbından koru!” (Âl-i İmrân, 191) diyerek yalvaralım. Ayakta dururken, otururken ve yanımız üzere yatarken, her an Seni zikredelim. Seni tesbih edelim ve lütfundan bizlere ihsan eylediğin nîmetleri fark ederek, kıymetlerini idrâk ederek, Senin rızan doğrultusunda israf etmeden kullanabilelim. Âmin.

 

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle