Ruhumun En Güzel Serüveni -2

Medîne’den ayrılmak, ana kucağından kopmak gibi… Mekke de ana gibi bağrına basacak mı bizi? Hicret yollarına düştük Peygamber hüznünü yaşamak için. Yolumuz Mekke’ye… Allah Rasûlü’nün beden-i latîflerinin ayrıldığı hâlde, kalbinin hep orada attığı Mekke’ye… 

Hasretimiz, kâinâtın âşık olduğu kalb-i mübâreğin aşkla dönmeyi beklediği beldeye… Hasretimiz, O’nun muhabbetine... Hasretimiz, Âlemlerin Rabbi’nin “evim” dediği Kâbe’ye. 

Aah! Kalbimiz dayanamayacak gibi sanki… Nasıl dayansın ki, Allah Rasûlü’nün doğduğu mekâna ayak değdirmeye... Nasıl dayansın, vahyin indiği Hira’yı görmeye... Nasıl dayansın, Abdullah b. Mesud dövülürken şâhit olan toprağına yüz sürmeye… Nasıl dayansın, âlemlerin hürmetine yaratıldığı Habîbullâh’ın sırtına deve işkembelerinin konduğu yerde secde etmeye… Nasıl dayansın, hakaretle atılan taşların değdiği mübârek bedenlerin yürüdüğü bu yerde rahatça gezinmeye. Rasûlü’ne fedâ-yı cân etmiş sahâbenin: 

“-Anam-babam sana fedâ olsun, yâ Rasûlallâh!..” dedikleri için kızgın çöl kumlarına yatırıldıkları yerdir burası!.. 

“-Ehad, Ehad!..” diyerek, bir neslin tevhidi kanlarıyla taşına-toprağına yazdıkları yerdir burası. 

Hicrete mecbur bırakılan Efendimiz’in:

“-Sen, Allâh katında beldelerin en sevgilisi olanısın. Çıkarılmış olmasaydım, senden çıkmazdım. Senden başka bir yeri yurt tutmaz, yuva kurmazdım, ey Mekke!..” diyerek gözyaşlarıyla ayrıldığı bu topraklarda hiçbir baskı altında olmaksızın Kabe’ye yüz sürmeye nasıl dayansın kalbimiz?

Yolumuz hicret yolu muydu acaba? 

Zerre aydınlık göremezsiniz Mekke-Medîne arasında. Aydınlatan ışık, ancak Nübüvvet nûrudur. O’nun aydınlığında yürüyen bir Ebûbekir -radıyallâhu anh- vardır sıdk ile... Şimdi biz de ikinin ikincisi gibi hicretin izini sürüyoruz. Sadırdan sadıra verilen derslere şâhit olmak istiyoruz. 

Güneşin ışıkları aydınlatırken yolumuzu, heyecanımız artıyor. 

“-Hazırlanın!.. diyorlar. “Sevr’e yaklaşmak üzereyiz…” 

Nasıl bir şey bu? Bizi, bu mübârek beldelere konuk eden Rabbimizin merhametini düşünerek gözlerimiz dolu dolu oluyor. İşte göründü. Burası Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın, güvercinin, örümceğin sadâkatinin şâhidi olan Sevr mi? 

Sevgilisine zarar gelecek korkusuyla alev alev sarsılan Ebubekir -radıyallâhu anh-’a: 

“-Korkma, Allah bizimledir!..” tevekkülünün, rahmet olup serinleten bir nehir gibi yangınını söndürüşüne şâhit olan Sevr’le müşerref oluyoruz. Allah’ın Habîbi, Ebûbekir -radıyallâhu anh-’e hicretin en önemli sırrını fısıldarken kulak kesilin siz de… Bu yakınlığı yaşayın. Sığının Sevr’inize. Sığının Allâh’la beraberliği yaşamanın en mahrem sırrını bulmak için. Sığının Sevr’inize… Güvercin olup kapısında sâdık bir bekçi olun kalbinizin. Örümcek olup zulümâta ağ örün ki, kalbinize girmek isteyen her karanlığı örtsün. Sığının en yakın olan Rabbinize!.. Sığının kalbinizin Kâbe’sine. Tehlike an gibi yakınken, Allâh’ın rahmeti yetişsin. Tüm gösterişlerden uzak bir huşû ile dilinizi damağınıza koyup Peygamber’in zikrine katılıp ikinin ikincisi olun.    

Yolumuz Mekke’ye… 

Sevgilimizin doğduğu yere. Mîkat mahalline gidip ilk umremize niyet ediyoruz. İhram, varlık elbiselerimizi çıkarmaktır. «Lebbeyke Lâ Şerîke Leke Lebbeyk» diyoruz, Tevhid’in kalesine doğru giderken. 

İbrahim -aleyhisselâm- gibi yanık duâlar yapalım. Peygamber hâtıralarını estir rûhumuzda Allâh’ım. Bir tek varlığımız bu sözdür. 

Şimdi maddî olan bir tek varlığımız var. O da sensin ey Kâbe. Ey Beytlerin en güzeli! Arabalardan inip Harem-i Şerîf’e doğru yürüyoruz. İşte şimdi… Burası dünya değil; diyorum ilk gördüğümde. Kim görse, aynı hisse kapılır. Gözlerimizden yaşlar süzülüyor, gönül çağıldıyor ki, burası Allâh’ın Evi’dir. Evi’ne geldik. Sana geldik Allâh’ım!.. İçeri girmek için adım atıyoruz. Tembih etmişlerdi: 

“-Sakın Kâbe’yi görene dek gözlerinizi açmayın!..” 

El ele tutuşarak gözlerimiz kapalı ilerliyoruz. Kalbimiz havada tavaf eden kuşlar gibi pır pır… Bir yandan da düşünüyoruz ki, ayaklarımızın değdiği yerler, Allâh Rasûlü’ne vahyin indiği yerlerdir. Bize bu lutfu ikram edene zerreler adedince hamd olsun! 

“-Açın gözlerinizi!..”

Ne tarife sığabilir, ne de hayale…

Uyan ey kalbim, açıl ey gözüm! Burası meleklerin tavaf ettiği Beyt-ü’l Mâ’mûr’un yeryüzündeki izdüşümüdür. 

Ey Rabbim! Sır tecellîlerine aç kalbimizi! Medîne’de yaşadığımız tanışıklığın aynısını Kâbe’yle yaşıyoruz. İlk gördüğümüz hâlde hep görüp tanıyormuşuz sanki… Bu his korkutuyor önce, alışkanlık duygusuna kapılma tehlikesi sebebiyle… Meğer sırlarını, yakınlığını tavafla açarmış Kâbe. Meğer öyle konuşurmuş kendine yönelenlerle… Allah’ım bu zâhiren bir dönüş. Ama nasıl sevmişsin ki, her tavafta daha da yaklaşıyor, yaklaştıkça yakıyor, yakıyor... Tavâf sırdır. Kâbe sırrını tavâf edenlere açar, dost yakınlığını yaşatır. Hele bir de bir Allah Dostunun peşinde tavâf ediyorsanız, Kâbe yakınlığını daha da artırır. Adımlarında İbrahim -aleyhisselâm-’ın kokusunu duyarsınız. Gözlerinin karasından Kâbe’nin karasına karışmak için peşinde İsmail olursunuz . İzini takib edersiniz Rasûlü’ne dost olana, dostluğunu paylaşmak için…

Kâbe’nin duvarları, taşları konuşuyor bizimle... İnsanlar çekilince öpmek, sarılmak kucaklaşmak için yaklaşıyoruz. Şah damarından yakın sırrının tecellîsini yaşıyor insan Allâh’ın evinde. Şimdi ellerimizle dokunuyoruz, hiçbir dost bu kadar sıcak olamaz. Hiçbir sevgili bu kadar sevgi dolu bir bûse koyamaz gönlünüze… Örtüsüne dokunuyoruz doya doya. Kokluyoruz doya doya cennet kokularını alalım diye… 

İşte Evi’ndeyiz. Dâvetine boyun eğdik. Ama hiçbir dâvet, bu kadar enfes lezzetlerle dolu olamaz. Ey rûhum; sen hep buraya âittin. Ünsiyetini artır. Ben gitsem de, sen hep burada kal!..

Nasıl bir duygu ki, tavaftan çıkınca Beytullâh kapıya kadar yolcu ediyor sanki. Sa’y’e koşuyorsunuz Hacer anamız gibi... Bu mermerle örülmüş Safa-Merve arasında, kalabalık insan akışı içinde, Hacer anamızın rûhâniyetine nasıl yaklaşırız diye düşünmeyin. O size koşar şimdi o gün gibi. Su bulma telaşındadır tüm susamışlara… Haydi koş! Nefsinin hodgâmlığından kurtulmak için. Tevekkül et, koş Safa’ya. Endişelerden kurtul, koş Merve’ye. 

İmkânsızlıklar içinde asıl zenginliği bulmak için, koş Rabbi’ne, koş!.. Koş ki, kaçacak sığınacak başka kapı yok. Hayatını, Safa ile Merve arasında gözle, adım adım… Allâh’a koşmaktan başka çaren mi var?!.. Zemzem tevekkül sığınağında… İşte hayatın gibi, dünyevî telaşların gibi bu gidiş-gelişler. Başka kaçacak yer yok!.. Koş ki, Rabbine yol alasın. Koş ki, tevekkülünde zemzemi bulasın.

Nasıl? Ayaklarında mecâl kalmadı. Zemzemle buluşma zamanı. Kana kana iç. İmanın tazelensin. Binlerce yıldır Allâh’ın bitmeyen rahmetini düşünerek, bereketini umarak kana kana iç zemzemden... 

Otele gitmek için ayrılıyoruz Harem’den. Nedense Mekke sokaklarındaki yürüyüşümüzde endişe hâkim!.. Müşriklerin takibindeki müminlerin, adım adım Erkam’ın evine giderkenki endişesi gibi…

Kâbe, dört bir yanı dağlarla çevrili... Âdeta etrafı kuşatılmış. Etrafındaki dağlar içinde, ne kadar uzağında olsa da en yakını Hira’dır.

Akıllara ziyandır burası. Neden mi? Saatlerce sürüyor zirveye tırmanışımız. 40 yaşında idi Allah Rasulû buraya çıktıklarında. O’nu buraya, uçurumlara meydan okuyan bir sevda sürükledi demek ki. Çıkarken her iki adımda bir, dinlenmeye ihtiyaç duyup zorlandıkça, hangi Peygamberin ümmeti olduğunuzu daha iyi anlıyorsunuz. 

Mağaraya inmek için zirveye çıkıp, sonra iniyorsunuz. Uçurumlara yuvarlanmanız ihtimali çok. Akıllara ziyân burası… Neden mi? Buraya korkusuzca sık sık inip çıkabilmek, ancak Peygamber kudretiyle, aşkıyla olur. Mağaranın ağzı Mekke’yi seyrediyor. Nasıl bir seyir. Dünyanın kurtuluş haritalarının çizildiği fikir ummânı!... 

“-Kavmimi nasıl kurtarırım?” 

Şimdinin dünyasında, ümmet sancısıyla uykusuz geçen geceler de Peygamber sünnetidir.   

Sığının Hira’nıza! Kurtuluş yollarını aydınlatacak nûra kavuşmak için!.. Sığının Sevr’inize; yakınlığı bulmak için 

Ey tenlerimize kilometrelerce uzak, ama kalblerimize yakın olan Kâbe’miz! Başka bir kimse değil, sen anlat bize güzelliğini bu toprakların… Gözümüze, gönlümüze senden başka sevdâ düşmesin.

Ey sûretlerden münezzeh Rabbim!.. Yangın düşür kalbimize ki, her namazda Evi’ne varalım. Cemâlinin güzelliğini, gördüğümüz en güzel manzaradan daha çok Kabe’nde seyredelim.    

Hasret, hasret, hep hasret!.. Allâh’ım, satırlarımız bitse de hasretimiz bitmiyor. Tekrar tekrar nasib et. Bedenimiz ayrı olsa da, gözümüz, gönlümüz hep Kâbe’de, Yeşil Kubbe’nin altında olsun…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle