Güzel Düşlerim Var

Küçük oğluma CP (Serebral Palsi) teşhisi konulmasından bu yana, son birkaç aydır depresyonvârî davranışlar sergilemeye başlamıştım. Fazlaca karamsardım. Kırılganlığım etrafımdaki insanları, en çok da eşim ve büyük oğlumu zorluyor; bana nasıl davranacakları konusunda kararsız kalıyorlardı. Zamansız ağlamalarımdan dolayı televizyon izlememden, gazete okumamdan bile korkar olmuştu etrafımdakiler... Sanki tekrar edip duruyordu zaman ve zamanla birlikte acılar pusuda bekliyordu.

Kendimi kaybetmek üzere idim. Tekrar hastaneye düşmemiz, başta içinde bulunduğum depresyonu tetikler gibi gözükse de, sonradan kendimi toparlamam, incittiğim hayatı fark etmem ve tek acı çekenin kendim olmadığını görmem için bir vesîle oldu. Çoğu kez yükselebilmek için bir dibe vuruş söz konusu değil midir? Pekiyi, neydi beni sürekli aynı durumlara tâbî olduğumu düşündüren şey? Aslında yakın bir arkadaşımla yaptığım telefon konuşması, içinde bulunduğum durumu çok iyi özetliyordu:

“-Yine o üniversite hastanesinin beşinci katındayım. Yine çocuğum hasta ve benim ellerim havada. Defalarca karşı karşıya geldiğim doktorlarla yine benzer konuşmaları yapıyorum. Çok korkuyorum arkadaşım. Çocuğumun CP teşhisi konulmasının şokunu henüz atlatamadan -aşı olmasına rağmen- menenjite yakalanmasının arkasındaki sebebi anlamaya çalışıyorum. Ben, hep çocuklarımla imtihan edildiğimi düşünüyorum. Bunun ne gibi bir hikmeti olabilir? Ya bu menenjit, oğlumun özel durumunun artmasına sebep olursa! Ya bir hasar bırakırsa?!.. Hangi hatam yüzünden bunları yaşıyorum B...?”

Bu konuşma, yan odadaki hasta çocuğun annesinin çığlığı ile noktalanmıştı. Bir bebek, kortizonlu kremin uzun süreli kullanılmasından ötürü vücudunda, organlarında gelişen ödem sebebi ile komaya girmiş ve Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Anne duyduğu üzüntüyü ancak böylesine bir acı çığlıkla ifade edebilmişti. 

“-Allah’ım çok tanıdık bir acı bu!.. Târif edilemez bir hayal kırıklığı… Hele ölümün verdiği çâresizlik duygusu, bir anne için ancak bu kadar yıpratıcı olabilir.” düşünceleriyle o annenin ellerinden tutmak ve ona sarılmak istedim, yapamadım. Oğlumun yatağına dönüp yığılıp kaldım. Hiçbir sözün onu tesellide yeterli olamayacağını, Allah’a sığınmaktan başka her şeyin bir acziyetten ibaret olduğunu iyi biliyordum. 

“-Allâh’ım ona yardım et. Cennet-i Âlâ’nda, onu, çocuğuyla buluştur. Bu dünyada acılarını azalt. Metânetli olması için kuvvet ve sabır ver. İsyandan sakındır onları… Bizleri de Sen’den geleni hayır olarak kabul eden kullarından eyle.”

Öylesine korkuya ve üzüntüye kapılmıştım ki, sanki o kadıncağızın şahsında kendim için üzülüyor, kendim için duâ ediyordum. Bir taraftan da korkularımla yüzleşiyordum. 

“-Allah’ım çok korkuyorum. Bir çocuğumu daha kaybetmek istemiyorum. Korkularımın şerrinden sana sığınıyorum.” derken oğluma sarılıyor, sarıldıkça da ağlıyordum. 

Bunca vesvesenin isyana dönüşmesinden, bu denli sorguladığım hayatın bana geri dönmemesinden endişe ediyordum. Alınanlardan ötürü, verilenleri görmezden gelip nankör olmaktan utanıyordum. Ayağım takılıp düşmek istemiyordum. 

“-Ümitsizliğe salma bu âcizi!.. Bunca kırılganlığımı al gönlümden. Mü’min hem incitmez, hem de incinmezmiş. Bunun nasıl olacağını bilmesem de, Sen’in dilemende bir «ol» mesafesi kadardır hep ümitler.” diye konuşurken Rabbimle, oğlumun beni dinlediğini fark ettim. Kollarımdaydı ve bana bakıyordu. 

“-Şükürler olsun, yanımdasın, kollarımdasın. Şükür Sana yâ Rabbî, minnet Sana yâ Rabbi!.. Onlarca, yüzlerce, binlerce tevbe borçluyum sana. Sen dilersen, tedâvîsi vardır her hastalığın... Sen dilersen nefes alırmış bir deri ve Sen izin verirsen, iyi bir rehabilitasyon tedavisiyle yürüyebilecek oğlum. Sen murâd edersen eğer, güçlü bir antibiyotik tedavisi ile menenjitten de kurtulabilecek. Sen istersen, güleceğim yine mutlulukla, verdiğin hüzünleri seveceğim…”

Allâh’tan gelenlerde ne hayırlar saklıymış oysa. İşte gülümsüyorum yine. Oğlumun başarılı geçen menenjit tedâvîsine nasıl sevindiğimi anlatmam mümkün değil. 

“-Sen’i çok seviyorum Allâh’ım. Sana koşmak istiyorum!..” 

Mutluluktan uçuyordum evimize gelirken… Evimizi seviyorum. Bu evi kiralayan eşimi seviyorum. Bu eşi büyüten kayınvâlidemi seviyorum. Rabbim, Sen’in verdiklerini seviyorum. Bana elimdekilerin kıymetini bilmem gerektiğini hatırlatan hastaneyi bile seviyorum. Nimetlerin, aldığım her nefes için, yeni bir bakış açısı kazandırdığın hayatım için, ifâdede güçlük çektiğim duygularım için, Allah’ım, Sana binlerce teşekkür ediyorum.

Uzun süredir ayrı kaldığımız fizik tedâvî ve rehabilitasyon merkezine, nihayet tekrar başlıyorduk. Artık eskisinden daha umutluyum. Geçirdiği hastalık, çocuğumda kötü bir tesir bırakmamış görünüyordu. Umut bana gülümsüyordu. Bu yüzden, bu gün sabah namazından sonra uyumak istemiyordum. Biraz serinlemek için çıktığım balkondan etrafı seyrediyordum. Câmiden çıkan birkaç kişiyi görünce, bu sefer hayıflanmak yerine seviniyordum, sabah namazını camide kılan bu kadar insan var diye... İşte yine gülümsüyordum. Ne güzel şey gülümsemek!.. Bunca gülümsemeyene rağmen gülümseyebilmek!.. Onca isyanımıza rağmen, rahmetinle kuşattığın dünyamızda sevememe, merhamet duyamama gibi bir gaflete düşersek, elimizden tutacağını biliriz. Bir daha anlarız, sevmenin ne güzel şey olduğunu... Bu yüzden sevilmeyi beklemeden sevmeyi, karşılığını beklemeden vermeyi, “Veren el alan elden üstündür” diyebilmeyi de… Sevgimizle birlikte rızkımızı, kanımızı, gerekirse acımızı ve canımızı paylaşmanın sırrını da ancak Sen’in lütfunla keşfedebiliriz. Umutsuz olmayacağım ve güzel bir hayat geçirmek için elimden  ve gönlümden geleni yapacağım!..

Mütevâzî bir kahvaltı sofrası hazırladım. Tepsiye, daha önce eşimin getirdiği, kurutmuş olduğum güllerden koydum. Birçok sebebi vardı bunun: Eşime bir teşekkür, çocuklarım için bir simge, kendim için bir güzellik, bir renk olsun istedim. Mutlu başladığım güne mutlu devam etmek için; bugün kahvaltıda televizyonu açıp da oğlumun çizgi film izlemek, eşimin sabah haberlerini izlemek adına yaptığı tartışmalardan hoşlanmayacağımı ifade ettim. Bunu zor da olsa kabul ettiler. Acele bir atıştırmadan sonra her ikisi de: 

“-Hoşçakalın!..” deyip okullarına gittiler. Biz de hazırlanıp yola koyulduk. Kapıda karşılaştığım -daha önceleri kendisinin bilmediği bir sebeple kırıldığım ve bu yüzden karşılaşmamak için özen gösterdiğim- kapı komşuma: 

“-Günaydın Ş... abla, nasılsın? Görüşemedik son zamanlardır, kusuruma bakma!..” dedim. 

Ondan gelen tereddütlü cevaplara takılmadan merdivenlerden indim. Bahçede gördüğüm kapıcının eşine de selam vermeden geçemezdim: 

“-Merhaba E... Tebrik ederim, bebek bekliyormuşsun. Allâh sizi sağlıklı-sıhhatli birbirinize kavuştursun. Bu zamanlarda insanın yardıma ihtiyacı olur. Yanında olmak isterim, aramaktan sakınma!..”

Nihayet dolmuş geldi. Genelde geç kaldıkları için tartıştığım minibüs şoförlerine, bu kez hayırlı işler dileyecektim. Ayrıca her zaman somurtkanlıklarından şikâyetçi olduğum yolculara kendim: 

“-Günaydın!..” diyecektim. Gününüz aydın, kalbiniz ferah, kazancınız helâl olsun, diye geçirdim içimden. 

Sahi, otobüslerde, minibüslerde insanların yüzü, sabahları neden hep asıktır? Yanında oturduğumuz insanın yüzüne bile bakmaktan bizi alıkoyan önemsememe duygusu, aslında bizim kendimiz için hissettiğimiz bir gerçek olmasın! Karşı komşumuzun kapısını çalmaya engel neme lâzımcılık, “Aman ne gerek var, en iyisi resmî olacaksın.” gibi yaklaşımlar bizi nereye götürür? Hayır, dedim. Bu böyle olmamalı. En azından bundan sonra kendimi yalnızlığın girdabına bırakmamak için elimden geleni yapacağım ve bir kişinin olsun elinden tutacağım. Nereden başlamalıyım, diye düşünürken bana yapılan bir güzelliği hatırladım. Oğlumun bir saat fizyoterapi, bir saat de özel eğitim alması gerekiyordu. Bu iki saati verimli geçirmek adına, daha önce uğramamak için uğraştığım hastaneye koştum. Yardım edebileceğim âileleri düşündüm: Günlerdir hastane odalarında mekik dokuyan hasta âilelerinden en azından birini; evine dinlenmeye, bahçede bir bardak çay içmeye, çocukları için alışverişe gönderebilirdim. Aslında bu fikri çok sevdiğim bir arkadaşımdan çalmıştım. Oğlum rahatsızken, haber vermediğim hâlde bir şekilde öğrendiği durumumuza çok üzülmüş, habersizce ziyaretimize gelmişti. Bana hiç itiraz hakkı bırakmadan eve gitmemi istemiş: 

“-Bu çocuğun her şeyden önce sağlıklı bir anneye ihtiyacı var. Dört saate kadar oğluna ben bakacağım!..” demişti. 

Ne kadar asil bir davranıştı. Güzel insanlar, hep güzel davranışlar sergiliyor, güzel örnekler oluşturuyordu. 

“-Sağ olasın ablacığım, var olasın. Üçüzlerinle sağlıklı, sıhhatli bir ömür yaşayasın.”

Aslında hayır ve iyilik yapmamız için çok da çaba harcamamız gerekmiyor. Arada bir hastaneleri ziyaret edebilir, oradaki insanları sevindirebiliriz. Bir şişe su götürebilir, bir termosa ıhlamur demleyebiliriz. Refakatçisi yanında bulunmayan teyzenin ellerinden tutabilir, yastığını düzeltebiliriz. Sezaryen olan annenin sancılarının geçmesi için yürüyüş yapması gerektiğini hatırlatabilir, serumunu taşıyabiliriz. Bunlar için para gerekmiyor, güç sarf etmek gerekmiyor. Sadece samimi bir gönül gerekiyor. Arada bir rehabilitasyon merkezlerine uğramak da iyi gelecektir. Oradaki engelli çocukları severken kendi çocuklarımızdan ne kadar şefkat esirgediğimizi de fark edebiliriz. Kim bilir, sahip olduğumuz sağlıklı çocuklar için, asla fiyat biçemediğimiz her bir organımız için, eksik olmayan tek bir parmağımız için Allah’a ne çok şükür borcumuz olduğunu anlarız belki!.. İnanın bana, öylesine güzel bir dünyanın kapılarını aralayacaksınız ki, gönlünüzde, o kapıyı bir daha kapatmak istemeyeceksiniz. Eğer ki, bu kapı kapanırsa gönül ağrılarınız hiç dinmeyecek.

Bir sabah namazı sonrası, yoksul bir âilenin bahçesine bıraktığım erzak torbasını hayal ediyorum. Biriken kirası yüzünden evden çıkması istenen yakınımızın kapısına bıraktığım zarfın, her iki taraf için de oluşturacağı mutluluğu düşünüyorum. Ödeyemediği faturalar yüzünden elektriği kesilen arkadaşınızın faturalarını habersizce ödediğinizi ve bunun, onu nasıl sevindirdiğini düşleyin. Yağmurlu bir günde ıslanan çocuğa verdiğiniz şemsiye, -acele bir işi olmasa dahî- altın gününe rahat gitmek isteyen komşumuzun çocuğuna gönüllü bakıcı olabilmek, hâmile arkadaşımızın evini süpürebilmek… vs. hiç de önemsiz değildir gönül dilinde!..

Hayalimde güzel şeyler var: İyi bir insan olmak istiyorum, iyi bir kul. Bunun da güzel şeyler düşünmekten geçtiğini biliyorum. Anladım ki, iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir evlat, iyi bir komşu, iyi bir arkadaş, iyi bir kardeş, iyi bir vatandaş olmanın yolu da doğru müslüman olmaktan geçiyor. Her hâliyle sorumluluklarını bilen ve yerine getiren, hayallerinde ve düşlerinde doğru insan olmanın özlemini duyan bu âcize kulak vermeniz ve elinden tutmanız temennîsiyle. Güzel düşlerim var...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle