Öyleyse Rabbinin Nimetini An!

Hayatın bâdireleri, peşpeşe gelen sıkıntıları, dert ve musîbetlerine mâruz kalınca, Kur’ân-ı Kerîm ve bilhassa Duhâ Sûresi, yarama merhem olur. Rabbimiz, bu sûrede öncelikle Habibi’ne, ardından bütün insanlara şöyle hitap etmektedir:

“Rahmân ve Rahîm (olan) Allâh’ın adıyla. Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için âhiret, dünyadan daha hayırlıdır. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın. O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.” (ed-Duhâ, 1-11)

Ne büyük, ne cömert ve ne azametli bir Rab!.. İnsanı umutsuzluk girdâbından ve isyan karanlığından, iman ve şükür aydınlığına ulaştırıyor. Verdiği nimetleri tek tek hatırlatıyor ve ona, aynı kendisine ikram ve lütufta bulunduğu gibi, insanlara iyilik ve güzellikte bulunmasını emrediyor.

İnsan, bazen nereden geldiğini unutuveriyor. İlk doğduğu andaki konuşamayan, meramını anlatamayan âcizlik safhasını, gücünün, bilgi, tecrübe ve aklının sınırlı olduğu çocukluk ve gençlik çağlarını… Zaman zaman gaflet ve isyanla geçen, kendi hayatının câhiliye dönemini… O zaman bile kendisini unutmayan, terk etmeyen bir Rabbi var. Şimdi kendisine nihayetsiz kerem ve ihsanda bulundu ve belki âhirette bu ikramını daha da arttıracak!..

Ama önce kulundan, kullarına karşı vazifelerini yerine getirmesini istiyor. Toplumun en alt kademesinden başlayarak yetim ve gariplere ulaşmasını, onların gönlünü yapmasını emrediyor. Sonra da sahip olduğu nimetleri hatırlamasını ve bu nimetler sebebiyle Rabbine karşı minnet ve şükrân içinde olmasını!..

İşte “kerîm” olan Rabbimizin insanları terbiye metodu!..

Kim var ki, hayatı boyunca Allâh’ın nimetleri ile perverde olmamış!.. Kim var ki, her zor duruma düştüğünde Allâh’a sığınmamış!..

Şimdi kendisine bunca nimetler ihsan eden Rabbu’l-Âlemîn’e karşı tek vazifesi: Şükür…

Şükür, verilen nimetler için…

Şükür, mahrum edilen istekler veya verilmeyenler için…

Verilen nimetleri anladık da, verilmeyen isteklerimiz için şükür niye? Aslında belki de en çok bunun için şükür… Bazen biz kendi kıt idrâkimizle ve sınırlı bakışımızla, zararımıza olacak şeyi ister dururuz Rabbimiz’den… Zenginlik, mal-makam, şöhret, çocuk, eş vb… Acaba istediğimiz şeyler bizim için mutlak hayır ve güzellik mi? Yani zengin olmak, gerçekten bizim sadece hayrımıza mı olacak? Belki mahvımıza, isyanımıza sebep olacak… O lütuf içinde bir kahra dönüşüverecek!.. Yine bize verilmeyen, farkında bile olmadığımız o kadar sıkıntı, belâ ve musîbet var ki, sırf bunlardan korunduk diye gece-gündüz şükretsek bu bile yetmez!..

O hâlde biz, üzerimizdeki ilâhî ikrâm ve nîmetleri yâd edip şükretmekle mükellefiz. Cenâb-ı Hak, “âhiret, dünyadan hayırlıdır” buyurduğuna göre… Ve yine “Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.” fermanı mûcibince…

O, nihayetsiz kudret, hikmet ve ihsan sahibi bir Rab olarak, kuluna ve ihtiyaçlarına kefil iken, bizim O’nu unutmamız en büyük hatalardan biri olmaz mı?

Rabbimiz, üzerimizdeki nîmetlerin saymakla bitmez; bizi lâyıkıyla Sana ibâdet eden şükür ve sabır ehli kullarından eyle. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle