Ortaya Karışık Bir Yazı

Bir olsam dedim, bir ölsem, sonra da bir gülsem dedim.

Nedir bu başıma gelen, gülistanda gülsem, dedim.

 

Ben gönül olsam, elbette kalıplar ötesi olurum. Zira kalıp dediğin, yanıltıcı bir kabuktan ibaret... Boyu bosu yerinde, yapılı adamlar gördüm; fakat kalıbının adamı değildiler. Ufak tefek, cüssesi pek mütevâzî bazı kimseler de tanıdım, onlar da kalıbının adamı değildi. Birinci gruptakiler, kalıplarına yaraşır bir yürek taşımazken, ikinci gruptakiler, kalıplarının ötesinde kocaman bir yürek taşıyorlardı. Demek ki dedim, endâma, cakaya takılmak ahmaklık! Takılacaksan, değecek yüreğe takıl. Ve hiç kurtulma ki, huzur bulasın. Zira ancak gönlü güzel ve yürekli kimselerin yanında inanmanın, sığınmanın, güvenmenin ve sevilmenin tadına varırsın. Özün feri de, sözün eri de onlardır.

* * *

Beni artık gidenler ağlatmıyor. Kalbimi, sadece, her şeye rağmen yanımda kalmış olanlar harekete geçirebiliyor. Ve işte o ağlama, benim en içli tebessümüm oluyor.

* * *

İşte, sıcak gitti, serinlik geldi. E yani ben de sıcak olsam, elbette çeker giderim! Ne o öyle kardeşim, öfleyenler, pöfleyenler:

“-Aman, bu da nereden geldi çekemiyoruz” diyenler!..

“-Oh yâ Rabbi şükür! İyi ki de geldi, hamdolsun, ne de güzel” diyen neredeyse yok!

Zaten, sıcağın da kendi kararıyla gelip gitme gibi bir kudreti yok. Ne oluyor? Belki bu sefer kadrini bilir, gereğini yapar da, şükrederiz diye, her sene Rabbim, o terleten sıcakları tekrar gönderiyor. Doğrusu ben sıcak olsam, üç ay bile durmazdım ya, neyse ki değilim. Fakat kendim için istediğimi onun için de istiyor ve şöyle söylüyorum:

“-Hoş geldin sıcak! Ne mutlu ki tenim, senin vesîlenle serinliğin kadrini anlayacak. Sayende nice toksinden kurtulacağım ve suyun lezzetine varacağım. Gelişin mübârek, duruşun mübârek, gidişin mübârek olsun! Sen, Rabbimin katından gelmiş bir misafirsin ki, pek kutlusun. O hâlde, bana seni güzelce ağırlamak düşer. Üzülme. Elimden geldiğince senden şikâyet edenlere senin güzelliğini hatırlatacağım. Sen rahat ol, zira senin rahatın için, elimden geleni yapacağım.”…

Ve ilginçtir. Sıcak beni bunaltmaz. Serinlik bana aşkla gelir.

* * *

Birisi, “Hayır konuşmaya güç yetiremiyorum.” bahanesiyle, susmaya kalkıştı. Fakat o kadar çok sustu ki, muhatapları telaşlanıp derde düştüler. Sen ey! Eğer susman birilerine eziyet ve cefa veriyorsa, dön de bir daha düşün. Bana kalırsa, her şey ayarında güzel. O hâlde, “ya hayır konuş, ya da hayır sus!” Yok, ben ikisini de yapamam diyeceksen, daha ben ne diyeyim. Madem bu kadar beceriksizsin, madem bu kadar ümidi kestin kendinden, hayırlısıyla öl de, sen de kurtul, millet de kurtulsun derdinden!

* * *

Yok arkadaş! Ben soğuk olsam, herkese dokunmam! Arı olsam, herkese bal vermem! Hatta iğnemi de herkese batırmam. Kedi olsam, herkesin kapısında miyavlamam. Tokat olsam, her yüze vurulmam! Medh olsam, her adama denilmem! Akıllı olsam, her güzele delirmem!

* * *

Sır, ne güzel emânettir. İki kişi arasında olan, iki kişi arasında kalmalıdır. Peki ya, o ikinin üçüncüsü şeytan olmuşsa ne olacak? O vakit zaten orada ateş yanmış demektir. Vakti gelir, tütmeye başlar. Ateşi saklasan, duman arsızlık yapar.

* * *

Ben de olsam, saldırana saldırırım. Niye? Ee, nefs-i müdafaa en tabiî hakkım! Madem benim için durum budur, bütün mahlûkat için de böyle olmalı dedim, sinek için de… Tam da o günlerden bir günde, uyumaya çalışırken bir sinekçik başucumda belirdi. Vızır vızır öttü şöyle birkaç tur da gezindi. Pek yorgundum, dedim:

“-Kardeş, hoş geldin, safa geldin. Oda kocaman oda, ikimize de yeter; o hususta bak, yok derdim. Lâkin kusura bakma, çok uykum var, seninle ilgilenemeyeceğim. Şimdi sen buyur, dilediğince dolan. Bana da müsaade et de şöyle yatağıma kıvrılayım.”

Kim demiş ki sinekler laftan anlamaz?! Vallahi ondan sonra edebiyle bir sustu, bir kerecik bile rahatsız etmedi mübârek hayvan. Bazı insanlar, boşuna “belhüm edal” değiller, vesselâm!

* * *

“Yiğit, düştüğü yerden kalkar.” demişler. O zaman düştüm diye sızlanmayı bırak da, kalkmaya bak! Kendimden bilirim, nice çocuk ağlar, düşen bir insanın kalbinde. Hem ne çocuklar vardır, dizleri yara bere…

* * *

Bir Allah dostunun merhameti, şüphesiz pek yüce olur. O sebeple, bazen onun müsamahasına şaşar kalır:

“-Nasıl olur yaa?!” diye feryat edersin.

Unuttuğun şu ki: O güzel, mühleti senden uzun tutar; ama merhametinin bittiği yerde de, önünde durulmayan bir ateş olur. O hâlde sabret! Senin ateşin, kuyruk bile tutuşturmaz ya, onunki biiznillâh, bir âlemi kavurur!

* * *

Bazıları zannetti ki, kolayca temizleniriz. Âh keşke öyle kolay olsaydı, kul hakkından arınmak!.. Doğrusu ben “umre” olsam, karayı aklamazdım. Su olsam, sabun olsam, herkesi paklamazdım.

* * *

Bazen, öyle çaresiz kalırsın ki, çıkacak bir kapı bulunmaz. İşte o vakit, duvardan geçmek gerekir. Allah kimseyi kapısız koymasın; lâkin, hikmeti gereği böyle olduğunda da, duvardan geçip gidecek kabiliyet lutfetsin.

* * *

Doğduğunda herkes, kendince nârin, kendince nahif ve nazlıydı. Yaşadıklarıyla “çelik” kıvamına gelenler, hizmette dâim oldu. Gelemeyenler, başka işlerle meşgul. Hizmet edecek olanda, çelik gibi yürek lâzım. Bu işler, sırça gönüllülere göre değil!

* * *

Bir insanın hayatında, çok az kişi uzuv gibi olur. Arkadaş bulursun. Dost bulursun. Komşu bulursun. Bunlar çoğu insanda var; fakat bir uzvun gibi, elin, kolun, gözün gibi olduğunu hissettiğin birini bulman zordur. Öyle biri sana lutfedildiği zaman da şunu unutma:

Hiçbir kıymet, vazgeçilmez değildir. Doğduğundan beri işte, o bacak sendedir, senindir, alışmışsındır, yokluğunu hayal bile etmezsin ya, o bile duruma göre, gerekiyorsa kesilir. O zaman sen de bil ki, “her şeye rağmen” bir yerde kalacak değilsin! Kimse seni her şeye rağmen tutacak değil! Bu sebeple daima dikkatli ol. Sana karşı duyulan iyi niyeti, hiçbir zaman suistimal etme. Zira, dâhil olduğun vücut için ciddî bir tehlike ve zarar olmaya başladığında, kim olursan ol, biiznillâh kalemini kırarlar.

* * *

Tekâmül, kitaplar devirmek, okullar bitirmekle mümkün olsaydı, Kadı Mahmud tekrar medreseye gönderilirdi. Hâlbuki Üftade, ona:

“-Ciğer sat!..” dedi.

“-Tuvalet temizle.” dedi.

İlimde doruk olan talebesini, hizmete memur etti. Zaten zor olan da, menzile ulaştıracak olan da buydu. Gel gör ki, her güzel zora tâlip olmuyor. O vakit bazen meydan bed huylulara kalıyor.

* * *

Mesâfelere çok takılmamak lâzım... Seviyor musun? Seveceksin. Gitmiş, gelmiş, uzakmış, yakınmış, fazla dert etmeyeceksin. Zaten seven, en uzakta da olsa, sevdiğinin yanında. En yakınında da dursa, yine hasret, yine hasret… Bir de, sana verilmiş olan vazifeden ötürü sevildiğin hissine kapılma. Bilakis, sevildiğin için vazifelendirilirsin. Kimilerini de, şerrinden korunmak için vazifelendiriyorlar ya, o konu başka...

* * *

Kalp kalbe karşı değilmiş her zaman. Hele de kalbin, “kalpsiz” bir kimseyle karşı karşıya kalmışsa, hiç değil…

* * *

Ben olsam, bu sözleri kulak ardı etmezdim. Olacakla öleceğe çare yok, bunu da unutmazdım. İnsan, neler neler yaşıyor. Bir olsam diyor, bir ölsem istiyor. Hem gülistanda olduğuma da güvenmezdim, ben olsam. Zira nasıl olmuşsa olmuş, dallara kargalar konmuş.

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle