Ne Kadar Çok Nimet İçindeyiz

Derya Keleş Hanım, âilesi ile birlikte Afrika’da hizmet eden gönüldaşlarımızdan… Yaklaşık üç yıldır âilece Burkina Faso’daki kardeşlerimizin yaralarına merhem olma gayreti içindeler. Buyurun bir Türk’ün gözü ile çile dolu Afrika…

 

Derya Hanım, Afrika hizmetiniz nasıl başladı?

 Biz daha önce âilece Kazakistan’da hizmet ediyorduk. Burkina Faso’dan vakfımıza talepte bulunmuşlar. Osman Nûri Topbaş Hocamız:

“-Artık Afrika’ya açılmamız lâzım!” diyerek bize hedef gösterince, Allâh’ın bize hazırladığı kadere doğru yola çıktık.

Önce eşim gitti. Orada hizmet edeceğimiz, kalacağımız yerleri hazırladı.

“-Yıllardır ekranlarda görüp de yardım etmek için heyecanlandığımız o uzak beldeler, artık bizim vatanımız olacak!..” dedik ve hizmete başladık.

 

Afrika’ya gitmeden önce bir tedirginlik yaşadınız mı? Nelerle karşılaşacağınızı tahmin ediyordunuz?

Tabiî ki bir tedirginlik yaşadık. Çünkü bilmediğimiz bir ortama gidecektik. İkizlerimiz daha bir buçuk yaşındaydılar. Ama o bölgelerin de hizmete ihtiyacı olduğunu bildiğimiz için teslim olduk. Nelerle karşılaşacağımızı az-çok tahmin ediyorduk. Ben de psikolojimi, her şeyin en kötüsüne hazırlamıştım.

Ama karşılaştığım manzara karşısında âdeta şok oldum. İki-üç ay boyunca da üzerimdeki bu şoku atamadım. İlk gidişimiz, Ocak ayındaydı. Küçücük, derbeder bir havaalanına indik. Hava müthiş sıcaktı. Her tarafta kertenkeleler, sinekler... Evimize gider gitmez ilk işimiz, sineklikler yapmak oldu. Oranın şartlarında, kalabileceğimiz mütevâzi evimizi kurduk. Bölgede alışveriş yapabilecek doğru dürüst bir yer yoktu. Bazen ikinci el eşyalar satan yerlere gidiyorduk, oralarda da işe yarayacak bir şey bulamıyorduk.

 Ama o bölgelerin de hizmete ihtiyacı olduğunu bildiğimiz için teslim olduk. Allâh’ın îman yolunda çekilen sıkıntılara mukâbil cenneti vaad ettiğine de inanıyorduk. Dün, Asya vardı. Bugün Afrika, yarın başka bir kıt’a da olabilir. Bizim, Türk Milleti ve Fâtih’in torunları olarak Allâh’ın seçtiği kimselerden olduğumuzu düşünüyorum.

 

Ne gibi hizmetler yapıyorsunuz?

 Ouagadougou’da 30’u aşkın yaygın eğitim gruplarımız var. Bir tane erkek İmam Hatip Lisesi var. İnşâallâh bu yıl buna Kız İmam Hatip Lisesi de eklenecek…

Bir de Azîz Mahmud Hüdâyî Kız Kur’ân kursumuz, 100’den fazla talebemizle hizmete devam etmekte, elhamdülillâh… Kız Kur’ân kursumuzu, sabahçı ve öğleci olmak üzere iki gruba ayırdık.

Tecvidi, oradaki insanlar, ilk defa bizden öğrendiler. Şimdiye kadar orada tecvidli Kur’ân okuyan hiç kimse yokmuş.

Oradaki dînî eğitim veren müesseseler arasında yarışma yapıldı. Birinci ve ikinci, bizim kurslarımızda okumuş kızlar arasından çıktı, elhamdülillâh!

Orası için hedeflerimiz çok büyük!.. İnşâallâh bu bölgede çok güzel hizmetlerimiz olacak. Gider gitmez dil öğrenmeye başladım. Gerçi o bölgede herkesin konuşacağı ortak bir dil yok!.. Çünkü her kabilenin farklı farklı dilleri var. Birbirleriyle iletişim kurmakta çok zorlanıyorlar. Bin yıllık kabileleler var ve hâlâ bin yıl önceki şartlarda yaşıyorlar.

Bizden başka orada Türk hoca yoktu. Bu yüzden ben önce talebeler arasındaki en zekîleri seçtim. Onları özel yetiştirip her birine birer grup verdim. Çünkü her geçen gün sayımız artıyor ve ben herkese yetişemiyorum.

 

Türkiye’den geldiğinizi öğrendiklerinde sizi nasıl karşıladılar?

Bizi çok güzel karşıladılar. Zaten Afrika çok sıcak bir iklime sahip. İnsanları da havası gibi sıcacık… Onlara bu vesîleyle sizin aracılığınızla bir kere daha teşekkür etmek istiyorum. Ben oradayken sıtma olmuştum. İnsan, her sivrisinek ısırığında, acaba bu sinek ne hastalığı taşıyordu diye düşünmeden edemiyor!.. Ama oradaki kardeşlerimiz, bu dönemde bana çok yardımcı oldular. Gurbette olduğumuzu hiç hissettirmediler.

Afrikalılar, insanı candan kucaklayan, samimiyetle seven, çok sâkin ve şakadan anlayan insanlar… Hemen hemen hiç kızmıyorlar. Panik, stres gibi mefhumları hiç bilmiyorlar. Hattâ buraya gelen kızlarımız, en çok insanların hızlı hızlı yürümesine şaşırmışlar.

 

Hâlbuki “açlık, insanı sinirli yapar” derler.

Yok, onlar hiç öyle değil! Sorduğunuz her şeye gülümseyerek cevap veriyorlar. İç dünyalarında müthiş bir kadere rızâ hâli var. Aslında yaşadıkları hayat, çok çileli… Kızlar, çok küçük yaşlarda, âilelerinin uygun gördüğü, kendilerinden çok büyük yaştaki erkeklerle evlendiriliyor. Çoğu, eşlerinin ikinci veya üçüncü hanımı oluyor. Kadın başına, neredeyse on çocuk düşüyor. Çok eşliliğin sebebi, kadın nüfusunun erkek nüfusundan çok fazla olması... Âdeta çok evliliğe mecburlar.

Biz, onların yaşadığı şartlara Türkiye’den baktığımızda, her şey bize anormal geliyor. Fakat o hayatın içine girince ortamın çaresizliğini anlıyorsunuz. Meselâ ben onların evlerinin önünde, onlarla konuşuyordum. Fakat birçok şeyi bir türlü anlayamıyordum. Bir gün evlerinin içine girdim. İşte o zaman onları daha iyi anladım.

Açlık ve sefâletten, babalar, sofralarından bir boğaz eksilsin diye kızlarının karnını doyurabilecek insanlara gelip:

“-Benim kızımla evlenir misin?” diye bizzat teklif ediyorlar.

Kız, evde dursa, yapabilecek hiçbir şeyi yok!.. Türkiye’de olsa, girer konfeksiyona, çalışır, kazanır. Kimseye muhtaç olmaz. Kendine, hattâ âilesine de bakar. Ama orada çalışabileceği, karnını doyurabileceği hiçbir imkân yok!

Sokakta gezerken açlık ve hastalıktan karınları şişmiş, saçları ağarmış çocuklar görürsünüz. İnsanların tek geçim kaynağı, tarım ve hayvancılık… Fakat topraklarının sadece % 10’u ekilebiliyor. Sulama, sadece yağmur suyu ile gerçekleşiyor. Ürün ekiliyor, bir yağmur, ardından da sel geliyor. Ekilen her şey, bir anda yok olup gidiyor maalesef…

Bu selde evleri de yok oluyor. Selden sonra bana gelip:

“-Afedersiniz, ben bugün derse gelemeyeceğim!..” diyorlar.

Düşünün, her şeyini kaybetmiş. Ama o, bırakın isyan etmeyi, okuluna gelemeyeceğini zarîf bir şekilde söylüyor. Biz olsak, o an hiçbir şeyi düşünemeyiz. Belki bağırır, çağırır, herkesi kırıp geçiririz.

Bir gün yolda giderken bir çocuğun birikinti hâlinde olan, pis sudan içtiğini görünce:

“-Aman, o su çok pis, içmesin!..” deyiverdim.

Çünkü aynı sudan biraz ileride hayvanlar, hatta fareler bile içiyor. Ama problem, suyun pis olması değilmiş. Asıl problem, o pis suyun da birkaç gün sonra bitecek olmasıymış!.. Tabiî, ben bunları, orada yaşadıkça anlamaya başladım.

Bir gün erzak yardımına çıkmıştık. Çocuklara da Türkiye’den gelen topitopları dağıtmıştık. Çocuklar ellerinde öyle tutuyorlar, onun yenecek bir şey olduğunu veya nasıl yeneceğini bile bilmiyorlar. Topitoplardan bir tane elime alıp ambalajını açtım:

“-Hadi yiyelim!” dedim.

Hâlâ tedirginler… Bazıları yemeye cesaret edemedi. İçlerinden biri ağzına alıp gülmeye başladı. Diğerleri de ondan cesaret alarak yediler. Çocukların gözlerindeki mutluluğu sizlerin de görmesini isterdim. Oradan ayrılırken:

“-Bize bu yardımları gönderen din kardeşlerimize söyleyin, artık onları burada aslâ unutmayacak kardeşleri var. Bizim elimizden gelen, ancak onlara her namazda duâ etmek… Biz onlara hep duâ edeceğiz!..” dediler.

 

Misyonerlik çok mu yaygın? Misyonerlerin size karşı bir tepkileri oluyor mu?

Her yer misyonerlerin... Meselâ bazıları ile tanışınca soruyorum. Kaç yıldır buradasınız diye…

“-20 yıldır buradayım.” diyor.

Canla başla çalışıyorlar. Okullar, dil kursları açıp burada başarılı çocukları seçiyor, kendi ülkelerine götürüp özel yetiştiriyorlar. Meselâ çocuğu alıyor, okutuyor. Çocuk, mükemmel bir hristiyan ve mükemmel bir doktor olarak geri dönüyor.

Geri döndüğünde, çalışacağı hastanesi de hazır! İş endişesi, para endişesi yok! O da Afrikalı bir misyoner olup çıkıyor ve oradakileri daha çok etkiliyor.

Meselâ müslüman ülkeler yardım gönderiyorlar, ortaya bırakıyorlar. Kimi yerini buluyor, kimi de kapanın elinde kalıyor. Veya memleketlerine götürüp sadece din öğretiyorlar. Çocuklar, geri döndüklerinde yapabilecekleri bir işleri yok, düzenli maaşları yok!.. Ortada kalıveriyorlar.

Biz de öyle sistemli çalışmalıyız ki, önce güzel bir dînî eğitim vermeli, ardından da toplumda etkili olacak insanlar hazırlamalıyız. Meselâ bir tane hastahâne açalım; peki hani müslüman doktor!? Nerede müslüman hemşire?

Orada okullarda başörtü problemi yok!.. Erkek ve kızlardan güzel müslümanlar yetiştirmeli, Afrika’daki üniversitelerde onlar okurken burs imkânı sağlamalıyız. Tabiî onlar okurken bir taraftan da sürekli İslâm kimliğini kazanacaklar. Yurtlarda, kurslarda kalıp buradan okula gidip gelirlerse, hem maddî, hem de mânevî bakımdan tâkibini yapmış oluruz. Böyle birlik-beraberlik içinde olursak, inşâallâh en kısa zamanda çok yol katederiz.

 Projelerimizden bir tanesi de “model âile” projesi… Yetiştirdiğimiz erkek ve kızları birbiriyle evlendirip ulaşamadığımız bölgelere yerleştirmek... Çünkü o toprağın insanı, kendi milletinden, kültüründen olan kimseleri daha iyi anlar ve onlara daha çok yardımcı olabilirler.

Bazıları, benim evime gelip bakıyor; bir “müslüman evi” nasıl oluyormuş diye merak ediyorlar. Kendi kendilerine:

“-Ne kadar temizmiş!” deyip etkileniyorlar.

Hâlbuki evimiz oranın şartlarına uygun, sıradan, minderle döşeli, mütevâzi bir ev…

 

Son olarak, okuyucularımıza iletmek istediğiniz başka bir mesajınız var mı?

Biz, bu insanları çok seviyoruz. Onlar da bizi çok seviyorlar. İnşâallâh bu sevgiyle çok şeyler başaracağız. Bir de sizlerin duâ ve desteklerinizle...

Türkiye’deki kardeşlerimize her fırsatta:

“-Ne kadar çok nimet içindeyiz ve farkında değiliz!..” diyorum.

İnanın, buraya gelince, bana Türkiye o kadar temiz geldi ki!.. Sanki İstanbul, baştan başa yıkanmış gibi… Çeşit çeşit rızık, aç kalma endişesi yok!..

Ben tâ çocukluğumdan beri televizyonda Afrika’yı izlerken hep yardım etmek isterdim. Oraya isteyerek, severek gittiğim hâlde çok zorlanıyorum. Ama Allah, bu hizmeti bize nasip etti. Bu yüzden kendimizi şanslı görüyoruz. İnşâallâh, hakkını verenlerden oluruz. Kardeşlerimiz de bize duâ etsinler ki, bu ağır yükün altında ezilmeyelim.

 

Derya Hanım, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Bu röportajımızın maddî-mânevî hayırlara anahtar olması da bizim nasibimiz olur inşâallâh. Rabbim, cümlemizi nice hayır ve hizmetlerde öncü eylesin! Âmin.

PAYLAŞ:                

Rukiyye Gönüllü

Rukiyye Gönüllü

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle