Mahzun Gönüller, Dualı Diller

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan gelen bir rivâyet şöyledir:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, şu duâları yapmadan önce bir meclisten kalktığı pek nâdir olurdu:

“Allâh’ım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse ver. Bizi, Cennetine ulaştıracak kadar taatini nasip eyle. Dünya musibetlerini hafifletecek güçlü îman ver. Allâh’ım! Bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır; ölümümüze kadar da onları devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dînimizde musîbete uğratma. Dünyayı en büyük düşüncemiz, gâyemiz ve ilmimizin sonu kılma. Bize acımayanları üzerimize musallat etme.” (Tirmizî, Deavât, 79)

Kulun kula himmeti, bir kul kadardır. İnsan, zaafları ile yaşayan bir varlık… İstekleri, arzuları, emelleri bitmez. Hatadan da berî değildir. Kul sıfatı, insanın isyan ile nisyan ile mâlûl olması demektir. Bu sıfat, çoğu zaman insana hata yaptırır. İnsan, bazen gafletten uzak bir ruh kıvâmında olur; tevbe ve istiğfar limanına sıkı sıkıya demir atmıştır. Bazen savrulur, bir kuş tüyü misâli âciz, zayıf ve irâdesizdir.

İnsan, âciz, ama acziyetinin farkında değil... Fakir, ancak fakirliğinin farkında değil. Gâfil, fakat gafletinin farkında değil… Yalnız, lâkin yalnızlığının farkında değil!.. Bu eksiklerinin ne kadar çok farkında ise, o kadar “kul” olduğunun farkına varıyor. Bu kendini bilme hadisesi, insanı bir mânâda teslimiyet zirvesine çıkarıyor. Her şey boş, her şey fâni… Ancak Allah var ve sadece O bâkî…

Kula yakışan teslîmiyettir. Teslîmiyet, ama nasıl? Onun da yolunu, usûlünü bize öğreten, yine Rabbimiz… O’nun merhametinin bir tecellîsi değil mi, hayat düstûru olarak yolladığı Kur’ân-ı Kerîm… “Başıboş bırakılmadığı”nı ifade buyurduğu kullarına yol gösteren bir hayat rehberi… Bu yüzden Allah, îman nîmetini nasip ettiği kullarına “Müslüman” ismini veriyor. Müslüman, teslim olan demek… Şeksiz, şüphesiz, sorgusuz, suâlsiz Rabbine teslim olan…

Herkesin “Nefsî, nefsî!” diyerek kendi canının derdine düştüğü o dehşetli günde nasıl ki tek sığınak Allâh’ın merhameti ise, bugün yaşadığımız dünyada insanların sınırlı imdatlarından medet ummak yerine, yine Allah’tan medet ummak, teslîmiyet göstergesidir.

Kul, bu imdat çığlığını “duâ” mâhiyetine büründürmeli ve duâ ile iç içe geçmiş bir hayat yaşamalıdır. İnsanın tipik bir karakter özelliği olan zor zamanda duâya sarılma temâyülü, her birimizin içine düştüğü durumdur. Duâ, sadece zor zaman silâhı değildir. Duâ, insanı her ânında kuşatmalı, bürümelidir. “Mü’min-duâ” irtibâtı, birbirine kaynamış kurşun gibi olmalıdır.

Duâ, bir merhamet nîmetidir. Allah, acıdığı ve sevdiği kullarının âkıbetlerinin hayrı için böyle bir hayır kapısı aralamış, tevbe ve istiğfârın yolunu duâ ile kendisine yakarmamızdan geçirmiştir.

Bütün peygamberlerin duâsı vardır. Her peygamber, kendi şartları itibariyle Rabbine yakarmış, kendi hâlini arz etmiştir.

Peygamber duâları, bütün duâların minhâcıdır. Onların fem-i muhsinlerinden Arş’a yükselen yakarışlar, en müstecâp dualardan olmuştur. Zira Kur’ân-ı Kerim, bu duâları muhtevasına almakla, onları bir bakıma ilâhî tescil ile tescillemiştir.

Peygamberlerin duâları, mahzun gönülle yapılan duâlardır. Her biri kendi kavminden zulüm görmüş, kendi halkı tarafından türlü türlü acılara muhatap edilmişlerdir. O yüzden peygamberlerin duâları, tam mânâsıyla yanık gönüllerin içli terennümleri olmuştur.

Bu mahzun gönüllerin başında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelir. Sonra Hazret-i Âdem, Hazret-i Nûh, Hazret-i Yûnus, Hazret-i Eyyûb, Hazret-i Zekeriyya, Hazret-i Şuayb, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i İbrahim -aleyhimüsselâm- gibi Hak elçilerinin duâları da Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen duâlar arasındadır.

Nebî ve Rasûllerin Allah Teâlâ’ya yakarışları, duânın en güzel örnekleridir. Duâlarımızı, onların duâlarına katarak bir teberrük duygusu ile zikredelim ve içimizden bütün zerrelerimizle “Âmin!” diyelim.

Umulur ki, onlar hürmetine Rabbimiz, bizi de af ve mağfiret eder.

 

İşte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in dilinden birkaç duâ:

“Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O, yüce Arş’ın sahibidir.” (et-Tevbe, 129)

“Yâ Rabbi! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!” (el-Mü’minûn, 97-98)

“Yâ Rabbi! Sen bizi affet, Sen bize merhamet et. Zira merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin, Sen!” (el-Mü’minûn, 118)

“Yâ Rabbi! Gireceğim yere dürüst olarak girmemi, çıkacağım yerden de dürüst olarak çıkmamı nasib et ve Kendi katından beni destekleyecek kuvvetli bir delil ver bana!” (el-İsrâ, 80)

 

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve zevcesi Havvâ annemizin pişmanlık dolu istiğfar duâları:

“Ey bizim Rabbimiz! Kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz.” (el-Â’râf, 23)

 

Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-’ın kendini selâmete çıkaracak samimi duâsı:

“Ey Rabbim! Zindan, bana bunların dâvet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, ben onların sevdasına düşer, câhillerden olurum.” (Yûsuf, 33)

 

Hazret-i Nûh -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Ya Rabbi! Hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana merhamet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum.” (Hûd, 47)

 

Hz. İbrahim -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazlarını dosdoğru kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duâmı kabul et.” (İbrahim, 40)

 

Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Yâ Rabbi!.. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben gerçekten nefsine zulmedenlerden oldum.” (el-Enbiyâ, 87)

 

Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden düğümü çözüver de sözümü iyi anlasınlar.” (Tâhâ, 25-27)

 

Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Ey Rabbim! Bana ve anne-babama verdiğin nîmete şükretmemi ve hoşnut olacağın sâlih amel işlememi gönlüme ilham eyle ve rahmetinle, beni sâlih kulların arasına dâhil et.” (en-Neml, 19)

 

Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Yâ Rabbi! Bu dert (hastalıklar) bana iyice dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (el-Enbiya, 83)

* * *

Her biri bir fazilet timsâli olan bu müstesnâ insanlar, Rablerine en samimi duygularla duâlarda bulunmuşlardı. Kul olarak bizlere yakışan da dilimizin duâlı olması… Zira “Duânız olmazsa Allah size ne diye değer versin!” (el-Furkan, 77) âyet-i kerîmesinin de vurguladığı ana husus, kulun duâ ile hemhâl olması, duâdan uzak kalmamasıdır, vesselâm…

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle