Yabancılaştığımız Bir Mefhum: Kardeşlik Hukuku

Cenâb-ı Hakk’ın mü’minler arasına koyduğu en önemli hukuklardan biri de “İslâm Kardeşliği Hukûku”dur. İslâm’da kardeşlik, zaman zaman ihvân, uhuvvet, ahî gibi kavramlarla da ifade edilir. Kardeşlik, yalnız kan bağıyla sınırlı olmayıp, aynı millete ait olma, inanç, değer ve dünya görüşünü paylaşma, birlik ve dayanışma rûhunu da ifade eder. Kan bağıyla ait olunan topluluklarda “kan kardeşliği”, inanç bağıyla mensup olunan topluluklarda “din kardeşliği” esastır.

İslâm kardeşliği, hem fertlerin, hem de toplumun huzuruna vesile olacak nice güzellikleri içinde barındırmaktadır. İslâm, sosyal yapıyı kurarken bu düzeni, “hak” mefhûmu üzerine oturtmuştur. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanların birbirleri üzerindeki haklarından bahsederken “komşu hakkı”, “misafir hakkı”, “yol hakkı”, “mal hakkı”, “ana-baba hakkı”, “eş hakkı”, “müslüman hakkı”, “kişi hakkı” gibi ifadelere yer vermiştir.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de: 

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, esirgenesiniz.” (el-Hucurât, 10) buyurmuş, bir başka âyet-i kerîmede de: 

“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin dostudurlar.” (et-Tevbe, 71) buyurarak mü’minler arasındaki hukuku bize tanımlamıştır.

Bu âyet-i kerîmeleri, Allah Rasûlü’nün hadîs-i şerîfleri de şöyle destekler:

“Mü’min, mü’min için bir binanın birbirini destekleyen parçaları gibidir. (Buhârî, Salât, 88)

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Mü’minler birbirini sevmede, birbirlerine rahmet ve şefkatle muâmele etmede bir beden gibidir. Bedenin bir parçası rahatsız olduğu zaman, diğer kısımlar da onun rahatsızlığına ortak olur.” (Buhârî, Birr, 37) hadîs-i şerîfiyle mü’minler arasında kopmaz bir bağın olması gerektiğini bizlere beyan buyurmaktadır.

 

İslâm Kardeşliğinin Ahlâkî Temelleri

Kardeşlik demek, başlı başına bir ferâgât, fedâkârlık ve muhabbet demektir. Din kardeşliğinin olmazsa olmazı, “ülfet”tir. Yani müslüman kardeşi ile kaynaşma, ona muhabbet duyma ve ona yük olmamaktır. Kardeşimize gereksiz yere yük olmayıp, onun yükünü hafifletmeye çalışmaktır. Hadîs-i şerîfte beyan buyrulduğu üzere:

“Mü’min, başkalarıyla ülfet eder (hoş geçinir) ve kendisiyle ülfet edilir. Kimseyle ülfet etmeyen ve kendisiyle de ülfet edilmeyen kişide hayır yoktur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 400; V, 335; Hâkim, I, 73/59)

İslâm kardeşliğinde en temel unsurlardan biri de, birbirini Allah rızâsı için sevebilmek ve böylece Allâh’ın rızâsına erebilmektir. Birbirini Allah rızâsı için seven mü’minlerin ecri, hadîs-i şerîfte ne güzel ifade edilir:

“-Allâh’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehîd de değildirler. Fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler imrenerek bakacaklardır.”

Ashâb-ı kirâm:

“-Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de, biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim, yâ Rasûlallâh!” dediler.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabâlık, ne de ticâret ve iş münâsebeti olmaksızın, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallâhi yüzleri bir nûrdur ve kendileri de nûrdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar (kıyâmet günü) korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler.” (Ebû Dâvûd, Buyû’, 76/3527; Hâkim, IV, 170)

Bu hadîs-i şerîfte de müjdelendiği üzere, birbirini karşılıksız sevmenin âhiretteki mükâfâtına nebîler dahî imreneceklerdir.

 

Kardeşlik Hukuku, Kardeşliğin Getirdiği Mes’ûliyet

Müslüman, müslümana zimmetlidir. Tabir yerindeyse, müslümanlar birbirini yıkayan eller gibidir, birbirlerine her zaman ve zeminde ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla birbirleri üzerinde hakları vardır. Bu hakların bazıları şunlardır: 

“Karşılaştığında selâm vermek, davet ederse gitmek, nasihat isterse nasihat etmek, aksırınca Allâh’a hamd ederse «Yerhamukellah» demek, hastalandığı zaman ziyaret etmek, öldüğü zaman cenâzesinin ardından gitmektir.” (Müslim, Selâm, 5)

Peygamberimizin hadîs-i şerîfinde ifade buyurduğu bu güzel hasletlere sahip olmak, kardeşlik ufkumuzu geliştirip, aramızda muhabbet filizleri yeşertecek ve bizi Cenâb-ı Allah’ın râzı olduğu kulluk kıvamına erme yoluna ulaştıracaktır, biiznillâh...

Bir ikinci husus, “Aranızı düzeltin!” emri mûcibince, gücenip darılmalara mahal vermemek, “Ben haklıyım, sen haksızsın!” gibi muhabbeti zedeleyici ve lüzumsuz tartışmalara girmekten uzak durmaktır. Zaten: 

“Bir mü’minin din kardeşini üç günden fazla terk edip uzak kalması helâl değildir. Üç gün geçmişse, onunla karşılaşıp selâm vermelidir. Eğer karşılaştığı mü’min selâmını alırsa, her ikisi sevapta ortak olurlar. Yok, eğer selâmını almazsa, almayan günaha girmiş, selâm veren ise, küs durmaktan çıkmış olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 47/ 4912)

Nefis ve şeytanın mü’minler arasına saçtığı zehirli tohumlardan birisi de, hiç şüphesiz birbirini çekememektir. Bu şeytanî duygu, “hased, gıybet, koğuculuk, lâf taşımak, sûizan” gibi ahlâkî kusur ve psikolojik problemleri de beraberinde getirmektedir. Âl-i İmran Sûresi’nde buyrulan:

“Hepiniz Allâh’ın ipine topluca, sımsıkı sarılın ve tefrikaya (ayrılığa) düşmeyin.” (Âl-i İmrân, 103) hükmü gereğince, ayrılık yolunu tutmamak ve: 

“Birbirinizin kusurunu araştırmayın!..”  (el-Hucurât, 12) âyetince de nefsânî zaafların peşine takılmamak îcab eder. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hased için:

“Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi insandaki iyilik duygusu ve iyilikleri yakıp kül edeceğini” haber vermiştir. (Bkz: Ebû Dâvud, Edeb, 52)

Mü’min kardeşimiz için bu kötü duygulara sahip olmak, bizi -Allah muhafaza buyursun- âhiret müflisi kılabilir.

 Kardeşlik hukukunun olmazsa olmazlarından biri de “yardımlaşma”dır. Rabbimiz, “İyilik ve takvâda yardımlaşmayı emretmekte, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmaktan bizi men etmekte”dir. (Bkz: el-Mâide, 2)

Yardımlaşmakta, hemen hepimizin gücünün yeteceği birinci basamak, durumu iyi olan mü’minlerin zor durumda olanlara maddî ve mânevî bakıımdan destek olmasıdır.

İkinci basamak, halife Hz. Ömer’i sırtında un çuvalı ile gece karanlığında yoksulların hizmetine koşturan gönül olgunluğudur ki, kardeşinin istemesine gerek kalmadan, onun hizmetini görmek basîret ve firâsetidir. Çünkü olabilir ki, bazı mü’minler iffet ve hayâlarından ötürü durumlarını diğer mü’minlere arz edemezler.

Din kardeşliğinin en yüksek basamağı ise, İslâm kültüründe “Îsâr” denilen makamdır. Îsâr, kendi ihtiyacı olduğu hâlde, din kardeşini nefsine tercih etmek, hakkını ona devredebilmektir. Buna İslâm’da “diğergâmlık” da denilmiştir. Bunun en zirve örneklerini, Peygamber Efendimiz’in hayatında görmekteyiz. O, kendi ihtiyacı olsa bile evindeki son yiyeceği, “Ashâb-ı Suffe” denilen ilim talebelerine ikram etmiş, kimi zaman da ashabına paylaştırıp kendisi karnına taş bağlamayı tercih etmiştir. Hattâ Yermük savaşında, son nefesini vermek üzere olan bazı müslümanlar, susuzluktan dudakları çatladığı hâlde, suya daha fazla ihtiyacı olan kardeşlerini kendilerine tercih etme olgunluğunu göstermişlerdir.

İslâm kardeşliğinin bize yüklediği sorumluluklardan biri de “insanları hayra çağırmak, yanlışlarını düzelterek bilmedikleri doğruları öğretmek, mâneviyatlarını takviye edip gönül âlemlerini Hakk’a yönlendirmek”tir. Zaten âyet-i kerîmede:

Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allâh’a inanırsınız…” (Âl-i İmrân, 110) buyrularak insanlara yapılabilecek en büyük hizmetlerden biri haber verilmiştir. İnsanların hem bu dünyalarını, hem de ebedî âlemlerini güzelleştiren bu hizmet:

(İnsanları) Allâh’a dâvet eden, sâlih ameller işleyen ve «Ben müslümanlardanım.» diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33) müjdesine kapı aralamaktır.

İslâm kardeşliği, bir fedâkârlık kardeşliğidir. İslâm’da ibadetler, Allah rızâsı için yapılır. Allâh’ın rızâsının nerede gizli olduğu bilinemez. Şu misâl, kardeşlik hukûkunu gözetebilmek için nâfile ibadetin mükâfatından bile ferâgat edebilmeyi ne güzel anlatır:

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- bir gün Peygamberimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-:

“-Kardeşim, seni yorgun ve kederli görüyorum.” dedi. Adam:

“-Evet, ey Rasûlullâh’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde «velâ hakkı» var (mal mukâbilinde beni âzâd etmişti), fakat şu kabrin sahibi (Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-) hakkı için söylüyorum ki, onun hakkını ödeyemiyorum.” deyince, İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-:

“-Senin için o şahısla konuşayım mı?” diye sordu. Adam:

“-Olur.” deyince de hemen ayakkabılarını alıp mescitten çıktı. Adam:

“-Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescitten çıktın?” diye ardından seslendi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-:

“-Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zâttan duydum ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu):

“-Her kim, din kardeşinin bir işini tâkip eder ve o işi görürse, bu, kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse, Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile Cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.»”  (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)

Bir müslüman olarak üzerimize düşen en mühim vazifelerden biri de din kardeşlerimizin sevinçli günlerinde yanlarında olup mutluluklarını paylaşmak, acı günlerinde de onları yalnız bırakmamaktır. Zira âyet-i kerîmede: 

“Mü’minlere kol kanat ger.” (el-Hicr, 88) buyrulmuştur.

Müslüman kardeşimize, çocuğunun dünyaya gelmesi, yeni bir ev alması, bayram ya da kandil gibi çeşitli sebeplerle ziyarette bulunmak ve gücümüz yetiyorsa bir hediye takdim etmek de muhabbeti artıran güzel davranışlardandır.

Buna ilâve olarak, kardeşlerimizin acı günlerinde de onları yalnız bırakmamalı, acısına ortak olmalıyız. Yakınını kaybeden, Allah göstermesin, bir âfete uğrayan, borca düşen veya iflas eden ya da işi bozulan kardeşlerimize yardımcı olmak, hiç değilse onları tesellî etmek, bir kardeşlik ve müslümanlık borcumuzdur. Zira böyle zor günlerde insanların mânevî takviyeye çok ihtiyaçları bulunmaktadır. Kimi kardeşlerimiz, yaşadıkları imtihanlar karşısında bocalayarak İlâhî İrâde’yi sorgulayan tavırlar içerisine bile girebilmektedirler.

 

Ticaret ve İktisâdî Hayatta Kardeşlik

Evvelâ, kardeşliğin iktisâdî hayattaki tezâhürü demek olan tarihimizdeki “Ahîlik” teşkilâtına da kısaca değinmek istiyorum. Ahîlik; temelleri Asr-ı Saâdete dayanan, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde esnaf teşkilâtının bel kemiğini oluşturan, ticarî hayattaki İslâm kardeşliğinin müstesnâ bir misâlidir.

Günümüzdeki gibi haksız rekabet, müşteri aldatma, daha fazla kazanma hırsı ya da müşteri kızıştırma gibi üzücü hâllerin yerine, ahîlikte, birlik, beraberlik, dayanışma ve hoşgörü vardır. Ecdâdımız, kendisinden alışveriş yapan müşteriye başka bir ihtiyacını görmesi için: 

“-Bugün ben siftah yaptım!..” deyip yan komşunun kapısını gösterme olgunluğunu bu yolla kazanmıştır.

Yine ticarette kardeşliğin bir başka yönü de mü’min kardeşimizin satışı üzerine satış yapmamak prensibidir. Bu durum, hadîs-i şerîfte de “Helâl olmaz!” kaydıyla bize bildirilmiştir. Bize düşen, nasibimizi bir başka yerde aramak olmalıdır.

 

Günümüzde Kardeşlik

Yüce dinimiz, bizim hem bu dünyamızı, hem de âhiretimizi mâmur etmektedir. Rabbimiz rahat, huzurlu ve saâdet içinde yaşayabilmemiz için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bize göndermiş, örnek kılmış, buna ilâveten Kur’ân nimeti ile de bize müstesnâ bir lütufta bulunmuştur. Gerek ilâhî kitabımız, gerekse Rasulullah Efendimiz, mü’minler arasındaki hukuku bize bildirmiştir.

Fakat günümüz insanı, fıtratındaki ulvî değerlere sahip çıkamadığı gibi müslüman kardeşini de “öteki” olarak görmektedir. Gerek müslüman, gerekse yabancı topluluklarda toplumun çoğunda bir “güvensizlik, kaygı, başkasını küçük görme, içine dönüp yalnız yaşama isteği, elindekini, vaktini vs. paylaşmama” gibi fıtrata ve ilâhî emirlere aykırı hâller dikkat çekmektedir.

İnsanlar, menfaatleri uğruna gözünü kırpmadan bir başka cana kıyabilmekte, kolaylıkla şiddete başvurabilmektedirler. Bunun belki de en temel sebebi, aramızdaki muhabbet eksikliği ve menfaatlerin fıtrî duygularımızın önüne geçmesidir. Gazetelerin üçüncü sayfaları, televizyonların ana haber bültenleri, her gün iç acıtan, terör, şiddet, cinayet ve cinnet haberleri ile dolu değil midir? Bunları göre göre, bizim de akıl ve ruh sağlığımız bozulmakta değil midir?

Bu durumda bize düşen, Rabbimizin husûsî emri ve Rasulûllah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den bize emanet olarak teslim edilen “kardeşlik” bağlarımızı gözden geçirmek ve bu bağları kuvvetlendirmek için çalışmalar başlatmaktır. Bu kardeşlik bağlarını tesis ve takviye için de en yakınlarımızdan başlayabiliriz. Meselâ hanımlar arasında çokça dile getirilen:

“-Ben falancaya gittim, sıra onda!..” gibi sözlere mahal bırakmadan, gelmeyenin ziyaretine gitmeli, vermeyene vermeli, arayıp sormayanı arayıp sormalıyız. Bu, bize bir şey kaybettirmediği gibi, bilâkis Rabbimiz katındaki değerimizi artırır. Ayrıca mânevî kazançla beraber, kardeşlerimizle aramızda olan buzlar erir, soğukluk kaybolur.

Kezâ hidayetten mahrum yahut ibâdet hayatında noksanları olan kardeşlerimize de İslâm’ın güleryüzüyle bir tebliğ gayreti içinde olmalıyız. “Nemelâzımcılık”, “Söylesem de anlamıyor!” gibi söz ve hâller, bize yakışan ifâdeler değildir. Zira Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine olmadık eziyetleri revâ gören Ebû Cehil ve Ebû Leheb’lerin kapısına dahî defalarca gitmiş, onlara her fırsatta hakkı tebliğ etmiştir.

Günümüzde kardeşlik, kısmen birebir karşılıklı yaşanmktan “sanal âlem” boyutuna taşınmıştır. Kendisine, çevresine ve değerlerine yabancılaşan, elindeki küçük bir nesneyi bile paylaşma hislerini yitirmiş kimi insanlar, sosyal paylaşım sitelerinde “paylaşım” rekorları kırmaktadırlar. Hiç şüphesiz ki bu, tüketim toplumuna doğru sürüklenmemizin olumsuz örneklerinden biridir.

 

Daha geniş bilgi için bkz: 1) İmam Nevevî, “Riyâzü’s- Sâlihîn”, Trc: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Prof. Dr. Raşit Küçük, İstanbul, 2000 2) TDV İslâm Ansiklopedisi, XXIV, XXI Ciltler 3) Dr. Muhlis AKAR, “İş ve Ticaret Ahlâkı”, DİB Yayınları, 2009, Ankara 4) Dr. Burhan ERKUŞ, “İnsan Hakları”, DİB Yayınları, 2009, Ankara 5) “İslâm’a Giriş; Ana Konularıyla Yeni Yaklaşımlar”, DİB Yayınları, 2007, İstanbul 6) Osman Nûri TOPBAŞ, “Asr-ı Saadetten Günümüze Faziletler Medeniyeti 1”, Erkam Yayınları, İstanbul, 2008 7) Âsım ŞARK, “Güzel Ahlâk Sahibi Olmak”, Işık Yayınları, 2010, İstanbul.

 

 

PAYLAŞ:                

Fatma Çatak

Fatma Çatak

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle