İspanya İslam’a Koşuyor

Hidâyet ve rahmet üslûbu; insanın özüne bakarak, aslî fıtratın ortaya çıkarılması için ne kadar günahkâr ve isyankâr olursa olsun insana, gönülleri dirilten, yaralı ve müzdarip sîneleri hakîkate ulaştıran bir şefkatle yaklaşmaktır.

Aşağıda ifâde edilen üç İspanyol Gencin hikâyesi böyle bir hidâyet ve rahmet üslûbunun tezahrünü gösteren güzel bir misaldir.

Üç İspanyol genç; hayatlarını nefsin girdaplarında dolaşarak, hevâ ve heveslerinin peşinde zevk ve eğlenceye dalmış dalmış bir durumda yaşıyorlardı. Bir gün İngiltere’ye geziye gittiler. Yolları Londra’nın yüz mil kadar kuzey batısındaki Norviç kasabasına düştü. Bir evin önünden geçerken kulaklarına âhenkli bir ses geldi. Bunlar müziğe düşkün insanlardı. Seyâhatlerinde gitarlarını yanlarından ayırmazlar ve arada bir gitar çalarak kendilerini tatmine çalışırlardı. Duydukları sese kulak kabarttılar ve oturup dinlemeye başladılar. İçeride bir mûsiki icrâ edilmekte olduğunu düşündüler.

Hakîkatte burası bir tekke idi ve içeride muhrik bir sesle Rabb’in insanlığa hediyesi, hidâyet kaynağı Kur’ân-ı Kerîm tilâvet olunuyordu. Evet yanlış okumadınız, burası bir tekke idi. Üç İspanyol genç, kapıda içeriden gelen âhenkli sesi dinlemeye koyuldukları sırada, Şâzelî tarîkatı âdab ve erkânı üzere bir ders icrâ etmiş olan mürîdler topluluğu, hâtime olarak okunan  Kur’ân-ı Kerîm’i dinliyorlardı. 

Tilâvet bittikten sonra dışarı çıkan mürîdlerden biri kapıdaki üç genci görünce kibarca sordu:

“–Burada niçin bekliyorsunuz?!.”

“–İçerden gelen sesi dinliyoruz!” cevabını alınca da:

“–Neden içeri girip rahatça dinlemiyorsunuz?!.” dedi.

Yaşayışlarından dolayı her yerde hor ve hakir görülmeye alışkın olan gençler:

“–Bizi içeriye kabul ederler mi?!.” diye sormaktan kendilerini alamadılar.

Bu defa mürîd merhamet ve alâka dolu nazarlarla bu üç genci tepeden tırnağa süzdükten sonra:

“–Ne demek kabul ederler mi? Biz müslümanız ve kapımız herkese açıktır.” dedi ve ekledi:

“–Yalnız kapımız değil, evimiz ve gönlümüz de!..”

Kapatmak üzere olduğu kapıyı ardına kadar açtı ve:

“–Buyrun!.. Buyrun! Sizi Allâh gönderdi...” dedi. Belki de mürid, gayr-i ihtiyârî söylediği bu son cümlenin ne büyük bir hakîkat ihtivâ ettiğini o anda kendi de bilmiyordu. Yalnız konuştukları İngilizce’nin aksânından onların yabancı olduğunu sezmişti, o kadar...

İçeri aldığı misafirleri, bir iki koridor geçerek doğruca Şeyh’in yanına götürüp kapı önündeki karşılaşmalarını kısaca hikaye etti.

Bu sırada Şeyh bir minderde oturuyordu. Şeyh Efendi (Abdülkâdir es-Sûfî) bu üç İspanyol gence iltifât için ayağa kalktığında mürîdler de sessizce ayağa kalktılar ve şeyhlerinden sonra onlar da bu gençlerle musâfaha ettiler, sarılıp kucaklaştılar.

Üç İspanyol genç, hayatlarında böyle samîmî bir hüsn-i kabul görmemişlerdi. Kendilerinin yanıbaşına oturtan Şeyh Efendi onlarla derin bir sohbete daldı. Öyle ki, çaylar gelip gidiyor, sohbet uzadıkça uzuyordu. Misafirlerin İspanyol asıllı olduğunu öğrenen Şeyh, onlara eski Endülüs medeniyetini anlatıyor ve o parlak devirlerin ihtişâmını hikâye ediyordu.

Birkaç saat zarfında bu Müslüman İngilizler ile üç İspanyol genç öylesine kaynaşmışlardı ki, artık bir daha ayrılmalarına imkân ve ihtimal kalmamıştı. Tam on beş gün geceli gündüzlü burada kaldılar. Şeyh Efendi’den İslâm’ın temiz ve berrak îmân esaslarını, Endülüs tarihi’nin şanlı sayfalarını, yâni kendi geçmişlerinin bütün teferruatını öğrenerek hidâyete nâil oldular. 

Bundan yaklaşık onbeş-yirmi yıl önce gerçekleşen bu hâdiseden sonra İslâm’la şereflenen bu gençler kurdukları bir cemiyetle, İspanya’da yeniden ebedî hidâyet güneşi olan İslâm’dan istifadeye gayret göstermeye, kendilerine sergilenen engin ve diriltici üslûbu esas alarak çalışmaya başladılar.

 Ve bugün böyle gayretlerle, İslâm İspanya’da hızla kabul görmektedir. Onlardan biri olan ve kendisinin Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin soyundan geldiğini söyleyen Müslüman İspanyol Sâmî Muhyiddin şöyle diyor:

“–İspanya’da İslam Güneşi’nin üzerini örten yalan ve tahrif örtüsü bir kere yırtılmış ve büyük gerçek kavranılmaya başlanmıştır!.. Artık bu örtüyü yeniden derleyip tamir ederek gerçekleri setretmeye kimsenin gücü yetmeyecek ve İspanya, gitgide hızlanan bu hareketle pek yakında en ücrâ köşelere kadar ezan-ı Muhammedî’nin o haşmetli ve ilâhî sadası ile gönüller günde beş defâ şenlenecektir!.. Ecdâdımızın rûhâniyeti berekâtiyle Allâh’ın bu millete tekrar ve topyekûn hidâyet nasip ettiği mes’ûd günler gelip çatmıştır. İki hidâyet arasındaki beş asırlık câhiliyyet devrini hiç yaşanmamış sayıyoruz!..”

 

 

HİDAYET VE RAHMET ÜSLUBU

 

“İnsana bu gönül penceresinden, yâni hidâyet ve rahmet üslûbu noktainazarından yaklaşmak, ilâhî rızâya en muvâfık ve netice bakımından da son derece bereketli ve insanda meknuz olan ulvî güzellikleri yeşertici bir husûsiyet ihtivâ eder. Çünkü bu üslûp, hem tatbik edene, hem tatbik edilene, yâni her iki tarafa da ayrı bir letâfet, olgunluk, muhabbet ve Hakk’a rağbet hasletleri kazandırıcı bir vâsıftadır. Bu üslûp, Yûnusları Yûnus, Mevlânâları Mevlânâ yapan bir iksîr ve mânen ölmekte olan nice hasta rûhlara da bir âb-ı hayât gibidir.” (Vakıf, İnfak, Hizmet, s;170, Osman Nûri TOPBAŞ)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle