İnsanlık Tarihinin Başlangıcı

İlk insan ve insan neslinin başlangıcı… İlk isyan, ilk kovuluş… İnsanın işlediği ilk günah ve ilk tevbe… Hemen hepimizin az-çok âşina olduğumuz hâdiseler… Bunlara bir de Kur’ân-ı Kerim rehberliğinde bir göz atalım:

 

İnsanların Atası

Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığın Hazret-i Âdem’in çocukları olduğunu şöyle haber vermektedir:

“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Âdem’den) yaratan, ondan da eşi (Havvâ’yı) yaratarak (yeryüzünde) ikisinden birçok erkek ve kadın var eden Rabbinizden sakının.” (en-Nisâ, 1)

O hâlde ilk insandan kıyâmete kadar bütün insanlar, Hazret-i Âdem’in, yani bir peygamberin çocukları… İnsanlar, alelade bir değişimle ve tesadüf eseri oluşmuş, gelişmiş varlıklar değil; Allâh’ın seçip özel olarak halk ettiği en seçkin bir insanın, bir peygamberin çocukları… Hepimizin, Allâh’ın bizi lâyık gördüğü bu makamın hakkını vermek için gayret içinde olmamız, ona leke getirmemeye çalışmamız lâzım.

 

Yeryüzünün Halifesi

Cenâb-ı Hak, insanı yaratmayı murad ettiğini meleklere şöyle haber vermişti:

“Hani Rabbin meleklere: «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.» buyurmuştu.” (Bzk: el-Bakara, 30)

Melekler, belki daha önce yaşadıkları tecrübeler sebebiyle, belki levh-i mahfuza muttalî olmaları yüzünden, belki de insanın mâhiyetini tam olarak anlayamadıkları için:

“Bizler hamdinle Seni tesbih ve takdîs edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın?” dediler.”

Allah da onlara: «Sizin bilemeyeceğinizi herhalde Ben bilirim!..» dedi.” (el-Bakara, 30)

Bunun üzerine melekler, hep birlikte tesbih ederek aczlerini itiraf ettiler. (el-Bakara, 31-33)

Demek ki, insan, Allâh’ın “yeryüzünde halifesi” olmak üzere yaratıldı. Bu hilâfetin mânâsı, Allâh’ın iradesini yeryüzünde temsil eden, emir ve nehiylerini tatbik eden kimse (vekil) demektir.

Daha sonra Allah Teâlâ, Hazret-i Âdem’i topraktan (kupkuru bir çamurdan ve şekillenmiş balçıktan) yarattı. Sonra da ona «Ol!» dedi ve (o da) oluverdi. (Bkz: Âl-i İmran, 59; el-Hicr, 28)

 

İlk Emir ve İlk İsyan

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Âdem’in bedenini topraktan yarattıktan sonra ona kendi ruhunda üflediği an, meleklerin secde etmesini emretmişti. (el-Hicr, 29)

Hazret-i Âdem’e ruh üfürülmesi, her şeyden önce, Allâh’ın insana verdiği şeref ve değeri göstermektedir. Bu insanın ulviyete teşne ve göklere yükselmeye istidatlı yönünü gösterir. İnsanın bir yönünün topraktan yaratılması da onun, süflî yani nefsânî yönüne işaret eder. İnsan, hâlet-i ruhiye itibariyle bu iki zıt kutup arasında, yani fücur ile takva arasında gidip gelmektedir. (Bkz: eş-Şems, 7-10)

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Âdem’in cesedine ruh üflediğinde bütün melekler secde etti. İblis hâriç… (el-Hicr, 30-31; A’râf, 11) İblis, o zamana kadar cennette meleklerle beraber yaşayan cinnîlerden biriydi. (el-Kehf, 50)

İblisin, Hazret-i Âdem’e secde etmemesi üzerine Cenâb-ı Hak, ona “niçin secde etmediğini” sordu. (bkz: el-Hicr, 32; es-Sâd, 75)

O da şöyle cevap verdi:

“Benim, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmem mümkün değildir.” (bz: el-Hicr, 33)

“Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” (el-A’raf, 12; Hicr, 33; Sâd, 76)

Şeytanın kibir ve gurur dolu bu itiraz ve isyanına, Cenâb-ı Kibriyâ şu karşılığı verdi:

“Öyle ise, çık oradan!.. Sen artık kovulmuş (bir şeytansın). Muhakkak ki, kıyamet gününe kadar lânet, senin üzerine olacaktır.” (el-Hicr, 34-35)

Başka bir âyette de şöyle buyrulduğu haber verilmiştir:

“Öyleyse in oradan!.. Orada büyüklük taslamak, senin ne haddine!.. Çık!.. Çünkü sen aşağılıklardansın!” (A’râf, 13; Sâd, 77-78)

 

Şeytana Verilen Mühlet

Bu şekilde cennetten kovulan, lânetlenen şeytan, kıyamet gününe kadar Hazret-i Âdem’i ve onun neslini yoldan çıkarmak üzere mühlet ve fırsat istemiş, Cenâb-ı Hak da kendisine o bilinen vakte kadar izin vermiştir. (el-Hicr, 36-38; el-A’râf, 14-15)

Şeytana bu fırsatın verilmesinin hikmeti, insanda var olan, ama gizli bir şekilde duran “iyilik ve kötülük tohumlarının” bir imtihan âlemi olan dünya hayatında ortaya çıkması; insanın da kendi güç, irade ve aklını kullanabileceği bir düşmanının bulunmasıdır. Böylece insan, hem kendini tanıyacak ve hem de liyakati ve gayreti neticesinde cennet ve cemâlullah nimetlerini hak etmeye çalışacaktır.

Şeytan, yaptığı hatayı üzerine almamış ve âdeta Allah’a meydan okuyarak şöyle demiştir:

“Öyle ise, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için Sen’in doğru yolunun üzerine oturacağım...” (el-A’râf, 16)

“Ey Rabbim, beni azdırmana karşılık, ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim (kötülükleri güzel göstereceğim) ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.” (el-Hicr, 39)

 

Şeytan, Düşmanınızdır

Şeytanın bu şekilde insanları kendisine hedef seçmesi üzerine, Cenâb-ı Hak, onu Hazret-i Âdem ve nesline bir düşman olarak takdim etmektedir:

“Ey Âdem, dedik. Bu (şeytan) hem senin için, hem de zevcen için (apaçık) bir düşmandır. Sakın, o sizi cennetten çıkarmasın; sonra bedbaht olur, çok sıkıntı çekersin!..” (Tâhâ, 117)

“Şüphesiz ki, şeytan size düşmandır; öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi taraftarlarını ancak yakıcı cehennemin ashabı olmaya davet eder.” (el-Fâtır, 6)

 

Yasaklanan Meyve

Şeytanın bu hasımlığını ilk gösterdiği kimse, Hazret-i Âdem ve eşi Hazret-i Havvâ Anamızdı. Onlar, cennetteki bütün her şeyden bol bol yiyip içiyor ve huzur içinde yaşıyorlardı. (Tâhâ, 118-119) Ancak Cenâb-ı Hak, bir imtihan icabı olarak onlara cennette bir ağaca yaklaşmalarını yasakladı. (A’râf, 19) Bu, bir taraftan Hazret-i Âdem ve Havva Annemizin’in imtihanı, diğer taraftan da şeytana verilmiş bir fırsat demekti.

Şeytan, Hazret-i Âdem ve eşine yaklaştı, türlü türlü vaadlerde bulundu ve yeminler ederek bu ağacın meyvesinden yemelerini temin etti. (Tâhâ, 120) Bu husus, âyet-i kerimede şöyle haber verilir:

“Derken şeytan, onların örtülü olan mahrem yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi: «Rabbiniz, ancak melek olmayasınız veya (cennette) ebedî kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan men etti.» dedi. Ve: «Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim.» diye ikisine de yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. (Onlar) ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rabbi onlara: «Ben, sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?” diye nidâ etti.” (el-A’raf, 20-22)

 

Hazret-i Âdem ile Havva’nın Tevbesi

Mâhiyet itibariyle şeytan da Allâh’ın bir emrini yerine getirmemiş, O’na isyan etmişti; Hazret-i Âdem de bir yasağını çiğneyerek isyan etmişti. Ancak başlangıç itibariyle benzer bir durum olsa da, bu noktadan sonra Hazret-i Âdem ile Havva Vâlidemizin fazileti ortaya çıkmaktadır. Çünkü şeytan, hata işledikten sonra, bu hatayı Allâh’a izafe etmiş ve “beni, Sen azdırdın” demiş ve isyanını katlayarak arttırmış, sonra da günahına yeni günahlar eklemek için izin istemişti. Hazret-i Âdem ise, bir hata işlediğini kabul ve itiraf ederek Cenâb-ı Hakk’a kendisini bağışlaması için tevbe ve duâ etme yolunu seçmişti. Bu durum, âyet-i kerimede şöyle ifade edilmektedir:

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer Sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (el-A’râf, 23)

Cenâb-ı Hak, onların tevbelerini kabul buyurmuş, ancak yine de yaptıkları hatanın bir cezası olarak onları bundan böyle yeryüzüne yerleştirmiştir. Bu husus da âyet-i kerimede şöyle ifade buyrulmuştur:

“«Birbirinize düşman olarak (yeryüzüne) inin! Sizin için yeryüzünde bir müddet yerleşme ve faydalanma vardır. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız!» buyurdu.” (el-A’râf, 24-25)

Son olarak, Rabbimizin Hazret-i Âdem’in şahsında, bütün insanlara yaptığı ikazla yazımızı tamamlayalım:

“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (el-A’râf, 27)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle