Bir Osmanlı Hanımefendisi

Âile, insanoğlunun büyüyüp gelişmesi, maddî ve mânevî değerlerin kazanılması için çok önemli bir müessesedir. Anne-babanın ahlâkî değerleri, kültür ve tecrübeleri, âdeta bir miras gibi çocuğa intikal eder. Öyle insanlar vardır ki, âilesinden edindiği ahlâkî meziyetler ile çevresine örnek olurlar. İşte Günay Edeer Hanım, böyle bir Osmanlı hanımefendisi...

 

Hayatı boyunca çok değerli insan ile tanışma bahtiyarlığına nâil olan Günay Hanım ile röportaj yapma fırsatı bulduk; kendisine annesi başta olmak üzere, yaşadığı dönemin özelliklerine dair hâtıralar sorduk.

 

Günay Hanım kısaca kendinizi bize tanıtır mısınız?

1926 Gümüşhane’de dünyaya geldim. Babam Salih Suphi Selçuk, gümrük memuru olduğu için Anadolu’nun birçok yerini gezdik. İlk ve orta tahsili Anadolu’daki okulları gezerek tamamladım. Ankara Gazi Üniversitesi Fransızca öğretmenlik bölümünden mezun olduktan sonra, bir müddet öğretmenlik yaptım. Daha sonra Merkez Bankası’nda çalışmayı tercih ettim ve oradan emekli oldum.

Annem Vasfiye Hanım, Osmanlı’nın son döneminde yetişen hanımlardan biriydi. Osmanlı döneminde öğretmen okulunda eğitim gördü. Üç Osmanlı padişahının kılıç kuşanma merasimine şâhit olduğunu söyler, bununla da iftihar ederdi. Rahmetli Dedem de Gümüşhaneli Muhammed Ziyauddin Hazretleri’nin talebelerindendi.

 

Anneniz Vasfiye Hanımın, Osmanlı’nın son döneminde bir saray mektebinde yetiştiğinden bahsetmiştiniz. O yıllara dair size anlatmış olduğu hâtıraları var mı? Bizimle paylaşmak ister misiniz?

Allah rahmet etsin. Annem, Osmanlı döneminde öğretmen yetiştiren bir mektepte eğitim görmüştü. O yılları anlatırken bütün öğretmenlerinin hanım, yalnız müzik dersine gelen hocanın erkek olduğunu söylerdi. Öğretmenleri için; ahlâkî değerlere sahip, her birinin örnek bir insan olduğundan bahsederdi. Onların şık ve zevkli giyinmeyi seven, zarif birer hanımefendi olduklarını sık sık vurgulardı.

 

Günümüz penceresinden bakınca, “Saray mektebi nasıl olur?” diye düşünmek, bize bir şey çağrıştırmıyor. Yaşadığımız, şâhit olduğumuz bir dönem değil… O döneme dair hanımların eğitim ve kültür sahasındaki çalışmaları hakkında bilgimiz de çok sınırlı. Anneniz, bir saray mektebinde eğitimin nasıl olduğuna dair bilgiler vermiş miydi?

Övgüyle bahsederdi. Kur’ân eğitimi başta olmak üzere fıkıh, hadis gibi farklı branşlardaki dînî derslerin yanısıra yabancı dil eğitimi de alırlarmış. Hatta Almanca dersi için Almanya’dan gelen bir matmazel hanım bile varmış.

Annemin öğrenim gördüğü yıllar, Osmanlı Devleti işgal altındadır. İstanbul işgal edilince İngiliz askerleri, okullarının kapısına kilit vurur. Okul müdürü, gözleri yaşlı Padişahın huzuruna varır. Padişah Sultan Vahdeddin Han’a durumu anlatır. Padişah, ona şöyle der:

“-Ben vatanımın evlatlarına sarayımı veririm.”

Gerçekten de sarayı onlara tahsis eder. Böylece annemler, eğitimlerine padişahın “Bebek Sarayı”nda devam ederler. Annem, o sarayın güzelliklerini anlatmakla bitiremez:

“-Sarayın tavanındaki süslemelere bakmaktan gözümüzü alamazdık…” derdi.

Annem sık sık:

“-Her şeyin ilmi, cehlinden evlâdır.” sözünü tekrar ederdi.

Sonra bana bu sözü, müzik öğretmeninin çok sık tekrar ettiğini söylemiş ve o öğretmenin bu konuyla ilgili anlattığı hikâyeyi nakletmişti:

Bir gün kervanın biri yolculuk yaparken soyguncunlar bütün yolcuları rehin almış. Esirlerden biri ağaca bağlanmış bir saz görmüş. Yanı başındaki sazı tıngırdatmaya başlayarak türkü mırıldanmış. Eşkiyalar saz sesini duyunca coşmuşlar. Esir çalmış eşkiyalar oynamış. Sonunda onu serbest bırakmışlar. Öğretmenleri bu hikâyeyi anlattıktan sonra:

“-Her şeyin ilmi, cehlinden evlâdır.” demiş.

 

Anneniz müzik âleti çalar mıydı?

Annem, “ud” çalmayı çok severdi. Bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i görmüş. Efendimiz’in yanında rahmetli babası ve birkaç kişi varmış. Efendimiz, sohbet ederken bir ara dedeme dönmüş ve bir şeyler söylemiş. Annemin babası da Peygamber Efendimiz’e:

“-Ben sağlığımda çalmasına izin vermedim.” dediğini duymuş.

Annem, bu rüyadan çok etkilenmiş ve udu, komşumuzun kızına hediye etmiş ve bir daha eline almamış.

 

O dönemde ilmin yanında, öğrencilerin edepli olmasının da çok üzerinde durulduğunu kitaplardan okuyoruz. Öğretmene saygıda kusur etmemek esâsını, padişahların dahî ilk derste öğrendiklerini biliyoruz.

Rahmetli annem, eğitim hayatı boyunca, ilimden önce edebin geldiğini ifade ederdi. Bizlere de bunu telkin etmiştir. Âile, çocuğun eğitiminde ne kadar önemli ise, okul da ondan sonra gelmektedir. Annem, eğitim hayatında şâhit olduğu bir hâdiseyi bizlere anlatmıştı. Bu hâdise beni çok etkilemişti. Ben de sizlerle paylaşmak isterim.

Talebelerden biri, kuyunun yanı başındaki ağaçtan meyve koparmaya çalışırken içine düşmüş. Çocuğun sesini, okulun Arnavut bekçisi duymuş ve çocuğu kurtarmış. O zaman okulun herhangi bir eşyasına izinsiz dokunmak, çok büyük bir hata kabul edilmekteymiş. Çocuğun divana çıkarılması, müdür tarafından emredilmiş. O zaman divan, bir nevî disiplin kurulu vazifesi görtmekteymiş. Öğretmenler, Müdür Bey’e:

“-Daha çok küçük… Bu seferlik affedin!..” diye ricâ edince çocuk, divana çıkmaktan son anda kurtulmuş. Üstüste bir çok tehlikeler atlatan çocuk da bir daha izinsiz bir şey almayacağına söz vererek öğretmenlerinden özür dilemiş.

 

Son olarak hayatınızda sizi en çok etkileyen bir hâdiseden bahseder misiniz?

Daha önce de ifade ettiğim gibi, babam memur olduğu için Anadolu’nun birçok yerini gezdik. Rahmetli pederim, Kastamonu ilinde memurluk vazifesini yaparken çok muhterem bir zât ile tanıştığını söyler ve sık sık ziyaretine giderdi. Eve geldiği zaman onun sohbet ve faziletlerinden söz ederdi. Annem ve ben, bu zâtı çok merak ettik. Ziyaretine biz de gidelim deyince babam:

“-Hanımlarla görüşmüyor.” dedi.

Aslında hanım olacak kadar büyük değildim. Çocuk denecek yaşta sayılmama rağmen kendimi ben de hanımdan saydım. Görmeyi çok istediğim bu zât, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ydi. Tanışmak kısmet olmadı diye üzülmüştüm. O sıralar beni çok etkileyen bir rüya gördüm. Rüyamı babama anlatınca o da Bediüzzaman Hazretleri’ne anlattı. Üstad, babama:

“-Sen onu bana getir.” demiş.

Babam, bu sözü evde söylediği zaman dünyalar benim olmuştu. Evine vardığımızda kendisini küçük bir odanın köşesinde, bir divan üzerinde oturur bir hâlde buldum. Üzerinde cübbesi ve başında sarığı vardı. Bir köşede oturuyordu. Ben çok heyecanlıydım. Gözleri o kadar keskin bakıyordu ki… Sonra bana:

“-Sen…” dedi, “evdeki kıyafetle dışarı çıkıp oyun oynuyormuşsun. Evdeki kıyafetle dışarı çıkma!.. O çıplak kollar, bacaklar yarın yılan olacak…” dedi.

Bu sözler, bana hayatım boyunca öyle tesir etti ki…

 

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.

 

Son İntibâlar:

Günay Hanım, tatlı dili ve güler yüzü ile her yaştan insanla hasbihâl ediyor. İlerleyen yaşı ve müzmin hastalıkları sebebiyle bastonuyla güçlükle yürüyebiliyor. Buna rağmen bu sıkıntıları sabır ve şükür ile karşılıyor. Aldığı terbiye îcabı, iffet, sabır, tevekkül ile bütünleşen örnek ahlâkı ve bu yaşındaki heyecanı ile bizlere güzel bir örnek oluyor. Mütevâzılığının yanısıra vakarlı duruşu ile o günümüzde sayıları gittikçe azalan nâzik ve nezih bir Osmanlı hanımefendisi misâli… Allah kendisine hayırlı uzun ömürler ve sadaka-i câriye olacak hizmetler nasib eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle