İbâdet Ayı Ramazan

Hani elekler vardır; unları elerken kullanılan… Ya da çeşitli ebatlardaki tahılları birbirinden ayırmak için kullanılan… İşte bu elekler, nasıl kalın olanları ayırıp ince olanların eleğin altına geçmesine müsaade ediyorlarsa, Ramazan ayları da biraz buna benzer…

İnsanın kabalıklarını, kalın yönlerini, elekten geçmeyecek katılıklarını süzer ve eleğin üstünde bırakır. Böylece insan o Ramazan eleğinden geçerken biraz daha saflaşır, incelir, rakikleşir, hassaslaşır, günah kirlerinden ve yüklerinden kurtulur. Geçen yıla ve geçmiş yıllara ait günah yükleri, kötü alışkanlıklar, devam edip giden pişmanlıklar, o yılki Ramazan ile önce seyrelir, sonra tamamen bizden uzaklaşıp gider. Biz, onlardan uzaklaşırız, onlar bizden… Sert ve kudretli bir el, âdeta bizi silkeleyerek ayrılamayız zannettiğimiz yüklerimizden kurtarır.

Bir de taşa-toprağa veya o eleğin üstünde kalacak büyük cisimlere yapışmış olanlar vardır. Onlar silkelendiği hâlde bir türlü bağlarından, kirlerinden kurtulamazlar. Bu şekilde iyice yapışmış olanlar da silkeleme işi bittikten sonra, eleğin üstünde kalanlarla birlikte savrulur ve işe yaramazların arasına atılır. İşte zâyi olup gidenler bunlardır… Eğer Ramazan, bizi de ağır maddî yüklerimizden, günah alışkanlıklarımızdan, eşimize dostumuza duyduğumuz kibir, kin, hased ve kıskançlıktan kurtaramıyorsa, biz de o eleğin üstünde kalıp Ramazan’ın akabinde savrulup gidenlerden olabiliriz, Allah korusun!..

Gelin, Rabbimiz, Ramazan’da bize nasıl bir ibâdet sofrası kurmuş, kısaca bir göz atalım:

Ramazan, öncelikle oruç mevsimi… Bir ay boyunca bedenî gücü olan her müslümanın oruç tutması farz kılınmış. Kadın-erkek, büluğ vaktine erişmiş bütün akıllıları, bu ibâdeti bizzat yerine getirmekle vazifelendirmiş. Demek ki, herkesin oruçta alacağı bir şeyler var. Meselâ oniki-onüç yaşlarındaki çocuklarımızın, bir öğün bir şey yemediklerinde üzülür, içleniriz. Ve isteklerine mümkün olduğu kadar yetişip onların gönüllerini yapmak ve açlıklarını gidermek isteriz. Bu, bizim anne-baba oluşumuzun ve evlatlarımıza merhametin icabıdır, en azından böyle düşünürüz. Peki, Rabbimiz, acaba kullarına karşı merhametsiz midir ki, onları bu kadar uzun günler boyunca, aç bir şekilde beklemelerini istemiştir? Hâşâ!.. O, merhametlilerin en merhametlisidir. Demek ki, bizim aç kalmamız, Rabbimiz için değil, kendimiz için… Kendimizin iyiliği için… Zaten Cenâb-ı Hak, “Ben sizden rızık istemiyorum. Size de rızıkları ben ihsan ediyorum!..” buyurmuyor mu? O hâlde bizim onun rızıklarının bir kısmını, bir müddet, yine O’nun rızâsını gözeterek terk etmemiz, sadece bize hayır ve fayda sağlıyor. Hem bu dünyada, hem de öteler ötesinde…

“Açlık, bu dünyada bize nasıl bir fayda sağlıyor?” bu sorunun cevabını, diyetisyenlere, doktorlara bırakarak işin mânevî kısmına biraz daha yönelelim.

Aç insan, öncelikle açların hâlinden anlar. Kendisinin bir gün çektiğini, her gün, her yıl ve bir ömür boyu çeken insanların durumunu düşünür. Kendisi irâdî olarak böyle bir durumu seçerken, mecbûrî olarak aç kalanlara acır ve onlara karşı şefkat ve merhamet eli uzanmaya başlar. Aç insan, yemek yemeğe ayırdığı düşünce, zaman ve enerjisini, daha hayırlı şeylere ayırmaya vakit bulur. Duygu ve düşünceleri derinleşir, bedeni rahatlar, ruhu yücelir.

Peygamberimizin haber verdiğine göre, Rabbimiz, bütün ibâdetlere bire ondan bire yediyüze kadar mükâfât vaad etmişken, orucun mükâfâtını açıklamamıştır. O, dilediği kuluna, hesapsız mükâfât vereceğini haber vermiştir. Öyleyse insanların, oruç esnasında karşılaştıkları zorluklara ve orucu îfâ ediş tarzındaki takvâ hissiyâtına göre, mükâfâtları da farklılık arz etmektedir. Rabbimiz, orucun hakkını veren kullarından eylesin. Orucu, bizden davacı eylemesin. Âmin.

Ramazan’daki ibâdet sofrası, oruçtan ibâret değildir.

Ramazan, başlı başına bir Kur’ân ayıdır. Peygamberimiz, hayatı boyunca her Ramazan, Cibril-i Emîn ile yüzyüze o zamana kadar nâzil olan âyetlerin hepsini birbirine okumuşlar. Vefât edeceği yıl ise, bu mukabele, iki defa tekrarlanmış. Demek ki, Ramazan, Kur’ân’ın inzal edilmeye başlandığı, mükerreren okunduğu, dinlendiği, ezberlendiği bir ay… Bu kıraati, sadece Arapçasından okuma şeklinde değil de, tefsir ve meâllerinden mânâlarını anlama fırsatı olarak değerlendirebilirsek ne mutlu bizlere!..

Ayrıca Ramazan, infak ayı… Fidye ve fıtır sadakaları ile, zekât ve hayrât ile ziyadeleşen bu infak iklimi, fakirin de, zenginin de yüzünü güldüren bir ay… Fakir, hasretini çektiği ve muhtaç olduğu maddî imkânlara kavuşuyor; zengin de kendisini Allah katında mihnet altında tutan bir borcun yükünden kurtuluyor.

Ramazan ayı, namaz ayı… Teheccüdler, sahurları müteâkip cemaatle sabah namazları, beş vakit namazın câmide edâ edilmeye çalışılması ve gecenin terâvihle taçlanması… Kaza ve nâfile namazları… Îtikafa girme imkânı bulanların mescidde geçirdikleri gün ve geceler…

Ramazan ayı, sıla-i rahim ayı… İhmal edilen komşu ve akrabalık bağlarının güçlendirildiği, insanların birbirinden daha çok haberdar olduğu bir ay…

Ramazan ayı, makbul bir hac gibi sevabı olan “umre” ayı… Kâbe ile, Mekke ve Medine ile hasret giderme, hasbihal etme fırsatı… Oruçların, namazların, ibâdetlerin, bu mübârek mekânlar vesilesiyle katlanarak çoğalması ve bereketlenmesi mevsimi…

Ramazan ayı, şeytanların bağlandığı, nefislerin ezildiği, rûhların kanat açtığı, kalplerin billurlaştığı, insanların inceldiği, hassaslaştığı, her mekâna ilâhî rahmetin sağanak sağanak yağdığı bir ay…

Ve yine Ramazan ayı içinde, bin aydan daha hayırlı olduğu haber verilen sırlı bir gece… Kadir Gecesi… O günü, o geceyi bulan, gerektiği gibi îfâ eden bir insan, bin ay, yani bir ömür ibâdet etme fırsatını yakalamış demek!..

Böyle dolu dolu bir ay… Böyle bir ayda, üzerine bir damla olsun, Ramazan’ın rahmet ve bereketi düşmeyen, bu ayı mağfiret olmuş bir şekilde tamamlayamayan kullara ne yazık!.. Bir daha tekrar kavuşabilecek mi, belli değil!..

Bu Ramazan, belki son Ramazanımız!.. Belki bir daha bu şekilde bağışlanma, temizlenme fırsatımız olamayacak!.. Haydi, bu Ramazan’ı değerlendirelim. Söküklerimizi yamayalım, kırdıklarımızı tamir edelim, yüklendiğimiz ağır yüklerimizi hafifletelim. Öbür dünyada geçer akçe olacak servetlerle küfemizi, heybemizi, gönlümüzü doldurmaya bakalım. Bizi, mezara kadar tâkip edecek, orada da hesabıyla yoracak ve sonra da geride bıraktıklarımıza kalacak maddî yüklerimizi, âhirette de bizimle beraber olacak mânevî kazançlara döndürelim. Onlara, ebedîlik kazandıralım. Dünyayı verip âhireti satın alanlardan olalım.

Bu ay boyunca, Rabbimizin melekleri sabahlara kadar nidâ edip duracak: Yok mu kerim olan Rabbinden bir şey isteyen, onu verelim!.. Yok mu Rabbinden sıhhat ve âfiyet isteyen, ona şifâ ihsan edelim!.. Yok mu bağışlanma dileyen, onun mağfiret edelim!.. Yok mu? Yok mu?!..

Bu kadar büyük kazançlar, bu kadar büyük fırsatlar varken bu kıymetli kazanç mevsimini heder etmeyelim. Onu, sıradan günlerimiz gibi geçirmeyelim. Ramazan eleği, bizim de kabalıklarımızı, günahlarımızı alsın; bizi daha hassas, daha temiz ve daha yüce kılsın.

Gelin, biz de Ramazan’a kendimizi teslim edelim. İnanın, ay sonunda o sizi bambaşka birisi hâline çevirecektir. Yeter ki, ona, irâde ve gönlümüzü samimiyetle teslim edelim.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle