Hüdhüd’ün Getirdiği

Hayat, ehlûllâhın gölgesinde olduğumuz demlerle mânâlı, huzurlu, kolay ve güzel.

Allâh’ın, “Kendime bir halife yaratacağım.” buyurduğu meclis-i melâikede aynı fıtratımızla bir melek olarak bulunsaydık, heyecanla:

“-Allâh’ım, bizi de onlarla vazifeli kıl ki, hayatlarına, hâllerine, halifeliklerine şâhitlik edelim, seni başka bir eser üzerinde seyretmenin lezzetine ve elbet bu yeni tecellîde, senin bilmediğimiz bir yönünü daha keşifle, mârifetimizin artmasına mazhar olalım!..” diye secdeye kapanır, iki elimizin arasından dikkatle cevaba kulak kesilir, gözlerimizi aydınlatacak ihsânı beklerdik herhâlde...

* * *

Deniz fenerleri, uçurumların başında, kayalıkların kenarında, hep sınırda, hep tehlike sınırında durup ikaz ediyorlar, gelip geçen gemileri... Aman yaklaşmayın, uzak geçin erenler! Bazı hayatlar da buna benziyor; öyle sınırda, öyle tehlikeye meyyal, yel esse savrulacak.

“-Sen…” dedim dosta, “«deniz feneri» gibisin. Hâllerin kıyısında durmuş, bir yanıp bir sönerek doğruyu yanlışı işaret ediyorsun bana sözlerinle.”

Nasıl tesir ettiyse bu söz kalbine, rüyasına girmiş o gece…

“-Büyüyünce ne olacaksın?” diye sormuş derviş gözleri…

“-Aslâ bir deniz feneri olmayacağım, inşaâllah. Tehlikeye yakın gezmeyeceğim hiçbir zaman. Huzurun gözbebeğinden, emniyetin kalbinden ayrılmayacağım!..” demiş.

“-Ne olacaksın, peki?”

“-Belkıs.” demiş; “O, “bir cümleden koskoca bir hakikati gören” akıllı hanım gibi olacağım inşaâllah.”

Arkasında duruyormuş üstadımız, gülümsüyormuş sözlerine.

Burada sesini duyuvermiş:

“-Siz bir plân yaparsınız, Allah da yapar, O plan yapanların en hayırlısıdır.”

Yüreği ağzında, eli yüreğine sahip olma çabasında melekler kanat çırpmayı bırakmış, kulak kesilmişler; gelmiş bir talebenin ukbâ haberi: Sen Süleyman’ın Belkıs’ı değil, hüdhüdüsün.

* * *

Karıncaları da, Belkısları da, velileri de, hüdhüdü de ayırma Süleyman’dan Rabbim!

* * *

“Karınca Süleyman olmak isterse…” diyor Hazret-i Mevlânâ, “Ayıplama onu!”

Gayreti âlî olsun sâlikin… Büyüyünce Süleyman olmak isteyenlere, Davud lâzım, Belkıs lâzım, Hüdhüd lâzım, rüzgârlar, kuşlar, velîler, soyut âlemin cüzleri lâzım...

 Tanıma şerefine mazhar olduğum her zât-ı muhterem için Rabbime sonsuz hamd ü senâlar olsun. 

Bu tanımalar, bazen bir buhranın göbeğinden kesip aldı beni. Cüneyd-i Bağdadî’nin hücresinde gezindiğim gece gibi…

Bazen karanlığın bitip denize erdiğim, “Eee, şimdi nasıl ilerleyeceğim?” dediğim sahilden çekip aldı beni, İmâm Zeynelabidin gibi... Sabır ve şükür sultanı Hazret-i Peygamber Efendimizin mübârek ve muhteşem torunu Hazret-i Hüseyin efendimizin oğlu İmâm Ali el-Asgar…

Çok secde ettiği için “seccâd” diyorlar ona... “İmam seccâd”… Ehl-i Beyt’in Kerbelâ’dan sağ kurtulan, tek erkek üyesi. Emevî baskısında geçen bir ömür, Ehl-i Beyt’in üç mânevî merkezinden biri o… Diğerleri dedesi Hazret-i Ali ve torunu Câfer-i Sâdık Hazretleri.

O, bize iki mühim emânet iletmiş nebevî ilimden… “Cevşen-i Kebîr”, onun rivâyetiyle ulaşmış. Bir de duâları var. Elli dört adet duâ.

Ders verilmesine izin verilmemiş bir ilim pınarının, sızım sızım rûhlara, kalplere aktığı duâlar. Yer yer içli yalvarmalar, niyaz hâli, yer yer bize usûl öğreten, edep öğreten, sırlar bahşeden… Her hâlükarda insanı alıp götüren, vuran, ince nakışlarla süsleyen duâlar bunlar…

İlk okumaya başladığım günlerde, uykudan, “Sizi, bizden nasıl gizlemişler, ey İmam?” diye kıvranarak uyanmama sebep olan, rûh âşinâsı hâli ile gelip vazgeçilmezim oldu.

Hazret-i Ali’nin bâb-ı âlisinden girdiğim, Ehl-i Beyt muhabbeti vâdisinde, bereketli bir ırmak oldu hayatıma... Üzerimde bulunan Nebevî hakkı ödeme çabama... Zira Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Sizden bir ücret istemiyorum!” diyor Kur’ân diliyle, “Sadece akrabalarıma sevgi.” (eş-Şûrâ, 23)

“Onun büyüklük ve değerini öğrenmek isteyenlere verilecek en güzel cevap, eline bir nüsha verip şöyle bir göz atmasını istemektir.” diyor kitabı Türkçe’ye çeviren muhterem zât... “Şiirden daha edebî, zemzemden daha akıcı, kevserden daha şifâlı, baldan daha tatlı bu eseri okumaya başlayan, kendini onun akış ve ahengine kaptırmaktan alıkoyamaz. Defalarca hatta ömrünün her günü okuma ister.”

Aynen öyle oldu. Fıtratımın tesiri ile belki, önce çocuklarına yaptığı duâyı okudum. Sonra komşularına ve dostlarına yaptığı duâyı. Haftanın her gününe ayrı duâlar var ki, hem ufuk kazandırıyor, hem kıvam. Hastalandım, günâhıyla musibete uğrayanın duâsı yetişti.

Bu yıl, ayrı bir hasretle beni çeken Kâbe’ye, arefe günü yaptığı duâ ile koşan rûhum, Arafat’tan inmedi, Kurban Bayramı’nda yaptığı duâ ile… Çocuklarım hastalandı, bunaldım, bittim, düştüm derken onun sağlık ve âfiyet duâsı ile ayağa kalktım. Meleklere duâsını gülümseyerek okudum, meşrepleri grup grup yaratan Allah’a şükrederek…

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve âlihi ve sellem- Efendimize salâvatını okurken de aynı şükür hâkimdi kalbime… Aynı noktadan bakmak, aynı kelimelerle konuşmak lezzeti her hamde lâyık.

Böyle böyle bir de baktım, “Sahife-yi Seccâdiye”, benim en yakın dostum olmuş. Nasıl her gelişmeyi, her acıyı dostumuzla paylaşırız, bu kitap da benim öyle muhatap olduğum bir şahs-ı mâneviye bürünmüş..

Hele Gönül Doktorum, “Dilediğin kadar Kur’ân oku, dilediğin kadar duâ et kızım, ne sakıncası olacak?!” buyurunca, coşkumu koyuverdim artık…

Dostlukların bir coşku dönemi var, henüz emniyetli değil. Sâkinleşip yerini ülfete bırakana dek, dostluğun ebedîleşmesi gerçekleşmiş olmuyor.

Âbid olanların süsü, yani Zeynel Âbidin olan o mübârek zât; kuru, muhabbetsiz, süssüz, sâde ibâdetler lezzetli değilmiş, lezzet ise ibâdetin makbuliyetinin işaretiymiş, öğretti.

Yemeklerden nasıl lezzet alınacağını öğreten dostlara sahip olmak güzel… Bizi temizleyecek, bize kitabı ve hikmeti öğretecek dostlara sahip olmak ise, çok daha güzel!..

Rabbim; Efendimize ve O’nun tertemiz Ehl-i Beytine salât eyle ki, onları kullarına rehberlik etmeleri için seçtin. İlminin bekçileri, dininin muhâfızları, yeryüzündeki halifelerin ve kullara karşı delillerin kıldın. İrâdenle onları her türlü kötülük ve pislikten tam mânâsıyla temizledin. Onları, Sana ileten vesîle ve cennete götüren yol eyledin.

* * *

İşte Belkıs’a, Süleyman -aleyhisselam-’dan gelen manâ… Hüdhüd’ün getirdiği...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle