Çocuk Kalbimde Ramazan

 

Tatlı bir telaş sarmıştı insanları. Kutlu misafiri beklercesine hazırlıklar vardı. Alışverişlere gidiliyor, temizlikler yapılıyor, raflardaki Kur’ân-ı Kerîmler ortaya çıkıyor. Hemen hemen her evde benzer şeyler yaşanıyordu.  Mübârek günlerde çarşı-pazar dolaşamayız deyip yağ, un, şeker, yoğurt, süt… gibi evinin temel ihtiyaçlarını alan babalar, sahurda yemek için yufkalar açıp, börekler yapan anneler… 

“Sahur” da ne demek? Neydi bu mübârek günlerin özellikleri? Diğer günlerden ne farkı var acaba?  Bunları düşünürken elinde Kur’ân-ı Kerim ile odaya giren annem, mukabeleye gideceğimizi söyledi. Bir de mukabele çıktı. Kafam iyice karıştı. Teyzeler, öğlen vakti yüce Kitabımızı kucağına basıp, apartmanımızdaki Ayşe Teyze’nin evine geliyorlardı. Biz de gittik. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Normalde saçları açık dolaşanlar bile başını namaz örtüsü örtmüşler, çok da yakışmıştı. Sonra hocahanım, sesli sesli Kur’ân-ı Kerim okumaya başladı. Ne güzel okuyordu. Her kelimesi damarlarıma işleyip, beni rahatlatıyordu. Ev çok kalabalıktı, bütün mahalle orada toplanmıştı sanki... Sıcaktan dolayı bir müddet sonra bunalmıştım. Anneme baktım, sessizce okunan âyetleri takip ediyordu. Bir şey diyecek oldum, eliyle “Sus!..” diye işaret etti. O gün Kur’ân-ı Kerim okunurken konuşulmayacağını, saygı ile dinlenmesi gerektiğini öğrendim.

Ramazan ayı için hazırlıklar devam ediyordu. Merak ettim doğrusu, şu ramazan ayı gelse de görsek nasıl bir şey?! Annemler; şu şu kişi gariban, onları önce çağıralım; şunu da unutmayalım, bunu da çağıralım, diyerek kendi aralarında konuşup, iftara dâvet edecekleri kişileri belirliyorlardı. Mukabeleyi öğrendim de, iftar neydi acaba? Bana cevap veremeyecek kadar meşgullerdi. Niye heyecanlandığımı bilmeden şevkle Ramazan ayını bekliyordum.

Beklenen gün gelmişti. Akşam yemeğinden sonra babam, hiç oyalanmadan abdest tazeleyip çıktı.  Namazlarını hep câmide kılardı; ama bu kez çok uzun sürdü.

“-Anne, babam niye gelmedi?” diye sorduğumda;

“-Merak etme kızım, bugün teravih namazını da kılacak, biraz geç gelir.” dedi.

Teravih? Daha önce hiç duymamıştım. Dayanamadım, anneme tek tek hepsini sordum. O da uzun uzun anlattı.

Oruç tutmak için içimde büyük bir istek oluştu. Yalnızca Allah rızası için, yiyecek yemeğin olduğu hâlde akşam ezânı okunana kadar aç-susuz kalmak!.. Bu benim çok hoşuma gitti. Rabbimi seviyorum!.. O’nun için aç kalabilirim, dedim. Önce annem:

“Sen daha küçüksün, dayanamazsın!” diyerek karşı çıktı.

İstekli olduğumu görünce, sahurda karnımı sıkı doyurmak şartı ile izin verdi. Çok heyecanlandım, ilk defa oruç tutacaktım. Teravih namazından gelen babama müjdeyi verdim. O da:

“-Hemen uyu, gece kalkamazsan oruç tutturmam!..” dedi.

Demek, sahur yemekleri önemliydi. Uyumak istiyordum; fakat heyecandan bir türlü gözüme uyku girmiyordu. Nasıl oldu ise sonra uyumuşum. Gece annemlerin sesini duyup hemen kalktım, yüzümü yıkayıp, sofraya oturdum. Yediğim en güzel yemekti, bu sahur yemeği.

İlk defa oruç tutmanın vermiş olduğu heyecan ile güne gözlerimi açtım. Ara sıra unutarak su içsem de orucumu tuttuğum için çok huzurluydum. Her gün annemle mukabeleye gidiyordum. Kalabalık ve sıcak olmasına rağmen artık alışmıştım. Okunan âyetler, rûhumu doyuruyordu. Uzun günlere denk gelmişti, çocukluğumun Ramazanları... İftarda bir akrabamız şenlendirdi bizi. Oruçlunun iftar ederken yaptığı duâların geri çevrilmeyeceğini annemden öğrenmiştim. Uzunca duâ ettikten sonra orucumu açmıştım. O gün iftar ve sahurların, duâ etmek için ne büyük bir fırsat olduğunu öğrendim.

Mütevâzi sofralarımızda, dostlarımızla sevgi ve muhabbet yudumluyorduk. Belki ziyafet çekemiyorduk; ama yediklerimiz her zamankinden daha lezzetli idi. Evimizde inanılmaz bir bereket vardı. Birlik, beraberlik, yardımlaşma ve sevgi hâkimdi dakikalarımıza... Yüreklerimiz râkikleşti. Eee, aç-susuz kalınca fakir ve muhtaçları daha iyi anlıyorduk. “Biz ezan okununca karnımızı doyuruyoruz, yiyecek ekmeği olmayanlar ne yapıyor acaba?” diye oruçlu iken hep onlar için duâ ederdim. Zaman zaman dostlarımızın evinde de iftar ediyorduk. Kıldığımız teravih namazları, coşku ile getirilen salâvatlar, okunan Kur’ân-ı Kerimler… Gündemimizde hep, “kime ne kadar yardım edebiliriz; kimin neye ihtiyacı var, kaç yetimin yüzünü güldürebiliriz, bu mağfiret ayını daha iyi nasıl değerlendirebiliriz, Rabbimizin rahmetini ne şekilde celbede biliriz?” ve benzeri konular vardı.

Günler ilerledikçe, yüreğimizde, bir dostumuzdan ayrılacağımız vaktin yaklaştığının hüznünü yaşıyorduk. “Mübârek geldi de gidiyor, acaba bizden memnun mu?” diye söyleniyordu babam…

Ramazan ayı, insandan nasıl memnun olur?

O rahmet ve bereket, Kur’ân’ı okuma ve anlama, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet ve bağlılığımızın pekiştiği, insanlar arasındaki yardımlaşmanın arttığı merhamet ayı, her şeyden önce Rabbimin kullarını bağışlamak için fırsatlar sunduğu, içinde bin aydan daha hayırlı kadir gecesinin bulunduğu mağfiret ayı... Bu rahmetten yeterince payımızı alabildik mi, mübârek ayı, lâyıkı ile yaşabildik mi, bayramı hak ettik mi? Vicdanımızla bu soruları “Evet” diye cevaplayabiliyorsak herhalde Ramazan, bizden memnun kalmıştır, diye düşünüyorum. Yine de bunu, ancak Rabbim bilir.

Karanlıkta kandil gibidir, Ramazan ayı... Bir kurtuluş vesilesi, müminler için büyük bir fırsattır. Ziyafet sofralarında değil de, yiyeceği bir kuru ekmeği olanın paylaştığı iftar ve sahur yemekleridir. Aç karnına fırından gelen ekmek kokusu ile tok karnına kokladığı ekmek kokusunun farkını anlamaktır Ramazan ayı... Elindeki nimetin değerini bilip, o nimeti bulamayanları düşünebilme, yani “empati kurma” ayıdır. Berekettir, duâdır, kurtuluştur Ramazan ayı. Gâfil geçirenler için de helâk sebebidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“…Ümmetimden kim bu aya erişir de Allah Teâlâ’ya kendini bağışlatmazsa, burnu yere sürtülsün.” buyurmuştur.

Öyle ya, insana bu kadar fırsat verilir de bunu geri teperse, nankörlük etmiş olmaz mı? Zira gecesi, gündüzü her ânı rahmettir Ramazan ayının. Sahurda, iftarda, oruçlu iken, Kur’ân okunurken edilen duâlar geri çevrilmez. Bağışlanmak için, yalvar Rabbine! Bol bol yüce Mevlâ’dan iste!.. Sen istemesini bilip istedin de O vermedi mi?

Ramazan ayının, henüz oruç tutmakla mükellef olmadığım o günlerde, çocuk yüreğime kazandırdıkları; orucun güzelliğini fark etmem, kul olmanın verdiği haz, Allah, peygamber ve ibâdet sevgisi, mağfiret, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve duanın önemi… Günümüzde biz, çocuklarımıza bu duyguları gerektiği gibi aşılayabiliyor muyuz acaba?

“Âh nerde o eski Ramazanlar!” Bunu diyecek kadar yaşlı değilim belki; ama her sene, bir önceki Ramazanı özler olduk!.. Maalesef son zamanlarda Ramazan ayında olduğumuzu unutacak kadar sönük geçiyor, bu mübârek ay. Nerede, özellikle de Ramazan ayında olması gereken dostluk, sevgi ve ibâdet aşkı? Önce kendimiz bu ayın feyiz ve bereketini idrak edebilmeliyiz; biz yaşayalım ki, çevremize de yaşatalım güzellikleri...

Rabbim, bizler için Ramazan ayını bir kurtuluş, yeniden doğuş vesilesi eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle