FIRSAT GÜNLERİ BAŞLIYOR!...

Yaz aylarını yavaş yavaş sonlandırıyoruz. Ağustos denince sıcaklar bir vedâ sancısıyla yüklenir üzerimize… Bu savruluş çok geçmez, yerini sonbaharın hafif hafif esen rüzgârlarına bırakır. Mevsimler birbirine serenâd yaparken, bu güzellikten habersiz, sokaklarda caddelerde müthiş bir koşuşturmaya şâhit olursunuz. Çarşılar, alışveriş merkezleri hınca hınç dolu.. İçeriye dâvetsizce dolup boşalan insan yığınları, böylesi bir hızla neye koşuyor dersiniz? Eh mâlum… Fırsat günleri başlıyor. Bir sezon daha kapanmak üzere… Ürünler yarı fiyatına iniyor. Giyecekten tutun, mutfak eşyasına, çok amaçlı ev ürünlerinden dekorasyona kadar uzanan müthiş bir sezon sonu furyası...

Yükünü alan insan öbekleriyle kaynayan mağazalardan dışarıya zor atıyor kendini… Bir yerden çıkan, sanmayın usandı, işini bitirdi evine dönecek!.. Diğer dükkânın camında asılı câzip fiyatları, taksit avantajlarını görünce bir hışımla giriveriyor. Bir yandan mağazayı çınlatan, hatta neredeyse yerinden oynatan çılgın bir müzik… Diğer yandan insanların alışveriş yorumları:

“-Aaa, bak, burası daha ucuzmuş, hem de aynı ürün!”

“-Bak bu fırsat reyonunu gördün mü? Sakın kaçırma, önümüz bayram...”

Bu gürültü kumkumasını içinde bir o yana, bir bu yana koşuşan insanlar… Neyi kaybetmişler, neyi arıyorlar acaba… Geçim sıkıntısı, bir dar boğazdan geçmek mi acaba cevabımız… Yoksa hayat boyu devam eden arayışın, kendini bulma sancısının maddeye dönüşen yüzü mü? “Fırsat” kelimesi mi acaba bizi buraya kadar sürükleyip getiren?

Durun ey insanlar! Farz edelim ki, bu kalabalık, mahşer kalabalığı.. Bu heyecan, bu hareket, endişe ve kaygılarımızı arttıran ebediyet yolunun, bizi iç içe alan ilk durağı, ömür takviminin son soluğu… Ya buraya toplanırken bir İsrafil nefeslinin yüreğinden parça parça kopan diriliş suru ezan… Evet, minârelerden semâya, oradan da cadde ve sokaklara dökülerek yol bulmaya çalışan o sonsuzluk bestesi… Neyin çağrısı, neyin dâvetçisi acaba? Süper marketlerde çokça işittiğimiz “fırsat ürünü” anonslarından çağrışım yapalım... Evet, yatsı ezânları okunuyor. Kapanan gözlerimizi açmışız, hayal perdesi kalkmış yeniden kendimizle baş başa, kulağımıza her sene yenilenen bir fırsatı müjdeliyor ezân sesleri... Vakit geçmiş. Akşam ezanı çoktan okunmuş, belki duymamışız. Ama bu okunan yatsı ezânı, değişik çok değişik… Sesi anne gibi, kokusu toprak… Nağmeleri çocukluğumuzun şen günleriyle bezenmiş.

Evet, bu ezân farklı… Bu akşam Ulu Câmi, Sultan Ahmed’e uzanan bir yol bulmuş. Emir Sultan, Süleymaniye ile aks-i sedâ içinde… Biri haşmetli tepelerinden boğaza doğru başını eğerken, diğeri Uludağ’ın gizem dolu bakışlarına sır dolu cevaplar veriyor. Bütün heybetiyle göğsünü Bursa ovasına kabartan Tophâne, tarihinin destansı duruşuyla Çamlıca’nın uğrundan çalımla geçerken, bağrına bastığı iki cengâverin rûhâniyetini Haliç’in durgun sularına hediye ediyor, Eyüb Sultan Hazretleri’nin eteğini öperek…

Bir kardeşlik, ayrı bir teeddüb duygusu var, bu ezanların derinliğinde…

Hüdâyî Hazretleri’nden Üftâde Hazretleri’nin gönül tepeciğine konan bir serçeciğin vuslat türküleri var.

Çekirge’yle Sultantepe arasında dolaşan feyz ve muhabbet Nûr’unun, ömrünü adadığı insanlara yanık duâları vardır Medîne ezânlarıyla buluşan…

Somuncu Baba’nın fırını, âdeta yangın yeri… Ateş-i aşkına tutuşan somun değil, Hacı Bayram’ın âşık yüreğidir şimdi...

Bu ezânlarda bir başkalık var. Bursa’nın çekirdeğinden İstanbul çıkaran, Edirne’den Ankara inşa eden bir vahdet duygusu var, bu ezanların derinliğinde...

Evet… Bu ezânlar, Ramazan’ın başladığına delâlet… Kılınacak ilk Teravih namazına…

Asıl fırsat furyası, işte şimdi başlıyor. Nefeslerinizi tutun, saniyelerin akışındaki feyzi duyacak, bir dakikayı doldurmaya çalışan saatin tik taklarında Ramazan ayını bitirmek istemeyerek yaramaz bir çocuk gibi geriye doğru gitmek istediğini göreceksiniz..

Haydi gelin!.. Fırsat günleri başlıyor. Arayışlarımızın selâmete, sükûnete dönmesi için… Fırsat, bu fırsat!..

Bu mübârek müjdeyi, Enes -radıyallâhu anh-’ın bir hadîs-i şerîf rivâyetinden alıyoruz.

“Cuma günü selâmet bulduğu zaman diğer günlerde de selâmet bulur. Ramazan’da selâmet bulduğu zaman, bütün sene boyu selâmette olur.”

 

RAMAZAN BOYU SELÂMET…

Hepimiz hayır ve güzelliklerle dolu geçmiş ve bu hâl üzere nihayete erecek olan bir ömrün özlemi içindeyiz. Günahlarımız, zaman zaman hakikatlere perde olsa da, hatalarımız bizi akıbetimiz açısından tedirgin kılsa da…

Hayatın olmazsa olmazları diye geçen bir sürü koşuşturmanın içinde kendimizi kaybetsek de… Yüce bir dinin mensubu olmanın ayrıcalığını, her dem duyabilme potansiyeline sahibiz. Yani îmân potansiyeline…

İman, hayatımızı fırtınalardan, serin ve sâkin sulara çıkaran kurtuluş gemimiz… Ancak onun da bakıma, elden geçmeye ihtiyacı var. Biraz idman yapmaya, bünyesindeki kuvveleri harekete geçirmek için bir dokunuşa ihtiyacı var.

İşte, bu dokunuşun adıdır, Ramazan… Emînim, tazelenmeye kendimizi yenilemeye hepimiz ihtiyaç duyuyoruzdur. Bu yüzden ruhumuzun tâtilidir, Ramazan…

“Ramazan, bütün yoğunluğuyla nasıl bir tatil olabilir?” diye düşünmeyin. Zira ruh, durakladığı zaman değil, işlediği, hakikat manzaralarını seyrettiği vakit dinlenir. Tatilden anlaşılan dinlenip yenilenmekse eğer, senenin bu bir ayı, ruh selameti içindir..

Fırsat, bu fırsat…

Bir ay boyunca bir seneyi, dolayısıyla bütün bir ömrü selâmete ulaştıracak, sözüm ona, fırsat reyonlarıyla başbaşayız. Buyurun birlikte dolaşalım…

 

  1. Reyon: Şeytanın Tasallutundan Kurtuluş Fırsatı…

Farz edelim ki, aylardan beri yapmak istediğimiz bir hayır var. Fakat buna bir türlü muvaffak olamıyoruz. Ya zaman yetmiyor (!), ya imkânlar daralıyor (!), ya kendimizi iyi hissetmiyoruz vs. Bir iyiliği yapmak üzere yola çıkan kişinin, muhakkak önüne engeller çıkar. Rabbimiz, o iyiliği yapmak için ne kadar istikrarlı olduğumuzu görmek ister ve bizi imtihan eder.

Kimi yerde sürekli şeytan çıkar karşımıza... Türlü oyunlar ve bahânelerle elimizi kolumuzu bağlayıverir. Niyet ve ihlâsımızı zedelemek için var gücüyle çalışır. Bizler de bazen mukavemet gösterebilirken, bazen de ağır bir yenilgiyle mağlub oluruz.

Bütün bunlardan şikâyetçiysek ve kendimizi istediğimiz programa alamıyorsak… İşte fırsat..

“Ramazan ayı geldiği zaman cennet kapıları açtırılır, Cehennem kapıları kapattırılır. Şeytana kelepçe vurdurulur. Bir münâdî:

«-Ey hayır taleb eden, gel! Ey fenalık peşinde koşan, vazgeç!» diye seslenir.” (Ebû Hüreyre, Tirmîzî)

Elbette ki, şeytanla işimiz tam olarak bitmiyor. Elbet, nefs bir yerlerden kemirmeye devam edecek. Fakat diğer günlere göre daha rahatız.

Öyleyse şimdi tam hayır zamanı!.. Açılan cennet kapılarından uhrevî esintileri sinemize çekerken, kapanan cehennem kapılarının vereceği huzuru tahayyül etme zamanı..

 

  1. Reyon: Ertelediğimiz Hayırları Canlandırma Fırsatı

Şehirlerin soğuk yüzü, hepimize gönül sıcaklığını, samimiyet ve yakınlığı unutturdu. Ya da şehirlerin yüzü kadar soğuyan kalbimiz, şehir kadar dahî olamadı. Bağrına hiç kimseyi basıp, gönlünde yaşatamaz hâle geldi.

 “Merhametin eksildiği yerde, bereket durmaz!” dermiş eskiler... Ne kadar doğru!.. Zira îmânın en mühim tezâhürüdür merhamet… Hâsılı, merhametin azaldığı, diğer bir ifadeyle îmânın rûhundan uzaklaşıldığı mekânda, hakikaten, bereket olmuyor. Bir iştaha, hırs, yetmezlik, israf, kanaatsizlik alıp başını gidiyor.

Bu yüzden insan ve toplumun bakış tarzında bir merhamet açısı bulunması kaçınılmaz. Yapılacak her hayrın başında, o hayrı, hakikî kılacak merhamet duygusunun bulunması zarûrî!.. Yoksa elden çıkan da, ulaştığı el de yine bir bereketsizlikle baş başa..

Bunun idrâki içinde olan büyüklerimiz, merhametle yoğurdukları yüreklerini, bereket tacıyla taclandırmışlardır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” îkâzını baş tacı bilerek, Ramazan’da önce komşularının mutfağını zenginleştirmişler; komşu ve akrabalarını neye ihtiyacı var düşüncesiyle ziyaret etmişler. Ardından da yaptıkları ihtiyaç listesindeki sıralamaya göre fakirlere yardımcı olmuşlar.

Yine vermeyi bilen o kimseler, neslinden gelenlere de vermeyi öğretmişler, Ramazan’da bir kap fazla pişirilen yemeği, üstünü kapatarak eşiyle, çocuğuyla komşusuna göndermişler. Hatta bazıları, “diş kirası” mânâsında yemeğin bulunduğu kabın altına, durumuna göre para yapıştırmışlar.

Bizler, fakir evleri tesbit ederek geceleri kapılarını çalıp yardım bırakan ve hızlıca oradan uzaklaşarak, hayırdan nefsine pâye çıkarmayan bir ecdadın torunlarıyız. Onların kurumayan merhamet pınarından katreler, bizim gönül mayamıza da düşmüş müdür aceb? Ertelense de, bir hayır isteği, onların merhametinin bizim gönlümüzdeki bakıyyeleridir. Daha fazla yarına bırakmayalım. Ölümün ne zaman kapımızı çalacağı belli değil.

Elbet, bizim de hayır elimizi uzatabileceğimiz birileri vardır. Bunun için zengin olmayı beklemeyelim. Ne kadarına gücümüz yeterse... Kimbilir, köşe başındaki evde hangi garip ziyaretimizle şenlenmeyi bekliyor? Hangi muzdarib, gözyaşını evlatlarına aş ederken, hayırlarını erteleyenlerin yüreğinden geçmeyi umud ediyor?

 

3.Reyon:İçimizde Canlanan Hayır Ufkunun Kaynağı: Oruç…

Şeytanın tasallutundan Ramazan’a has bir rahmet yoluyla kurtulmuş bulunuyoruz. Doğru… Ancak bu, Rabbimiz katından kula ulaşan bir ihsandır. Bir de şeytanın, bizim üzerimizdeki kötü planlarının, rûhumuza nüfûz etmesine mani olmayı bizim irade ve cihetimizden sağlayan bir şey daha vardır. O da “oruç”tur.

O hâlde Ramazan, Allah’ın, kulu, şeytana karşı koruduğu; kulun da şeytana karşı Allâh’a oruçla sığındığı bir zaman, bir fırsattır.

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri şöyle buyurur:

“Bütün ibâdetler, Allâh’a mahsustur. Ancak O, orucu kendi zâtına nisbet etmesi ve «Oruç bana mahsustur.» buyurmasıyla, oruca husûsî bir şerefi bahşetmiştir. Bunun da iki sebebi vardır:

1-Oruç, kendini çekmek ve yemek içmeği terk etmektir. Bu, görülür bir tarafı olmayan, gizli bir ibadettir. Hâlbuki bundan başka bütün ameller gözle görülebilir. Oruç ise, ancak, Allâh’ın görüp bildiği, mücerred, sabırdan ibâret olan gizli bir ameldir.

2-Oruç, Allâh’ın düşmanını kahretmek için bir vesîledir. Çünkü mel’un şeytanın insana yol bulması, şehvetler cihetindendir. Şehvetler de yemek içmekle kuvvetleşir, bunun için Peygamber Efendimiz:

«Şeytan(ın hilesi) kan, damarda dolaştığı gibi dolaşır, oruç ile onun yollarını daraltın.» buyurmuştur.” (İmam Gazâlî, İhyâ-i Ulûmuddin)

O zaman oruçla ömrümüze çok büyük hayırlar serpiştiriyoruz. Oruca itina ile yaklaşan bir gönül sabır, ihlas, vicdan, merhamet, şuur, teennî ile hareket etmenin güzelliğini yaşıyor.

 

4.Reyon: İctimâî Lezzetleri Yakalama Fırsatı

Sevdiklerimizle birlikte olmak, hepimiz için ne büyük bir hazdır. Fakat iş-güç derken en yakın akraba ve komşularımızla, hatta âilemizle bile nitelikli bir birliktelik geçiremiyoruz. İşte Ramazan paketinin önümüze sunduğu fırsatlardan biri… Sahur, iftar, teravih namazları, mukabeleler… hepsi ictimâîleşmenin önünü açan sevgi dini İslâm’ın hediyeleri..

Sahura uyanmanın heyecanı, çocukların oruç tutma isteği, derken iftar sofrası hazırlanırken yaşanan telaş, tatlı heyecanlar… Âile fertlerinin birbiriyle dayanışma içinde olması… Sonra beylerin, oğullarını alarak bazen de âilece katıldıkları Teravih namazları… Namaza doğru sokaklardaki koşuşturma, namaz sonrasında câmî avlusunda belki aylardır görmediğimiz insanlarla yaşanan karşılaşmalar… Evlerde okunan mukabeleler… Hepsi bize monotonlaşan günlük hayatımızdan sıyrılarak “insan” olduğumuzu tekrar hatırlamamızı sağlıyor.

Hele çocuklar… Ramazan’dan etkilenmeyen çocuk yok gibidir. Hepimizin çocukluk hâtıralarının çoğunu Ramazanlar süsler.

Aslında Ramazan, çocuklarımıza kazandırmak istediğimiz pek çok özelliği sağlamamız için de bir fırsat… Mesela sosyal fobisi olan çocukların, hazırlanan iftar dâvetlerinde yardımcı olmaları, iftar sonrası yapılan hoş sohbetler, teravih namazları bu fobiden kurtulmaya yardımcı olabiliyor. Zira bir gün değil, otuz gün boyunca insanlarla muhatab oluyorlar.

Sıcak yataklardan âilece sahur için doğrulmak, âile bağlarını güçlendiriyor, çocukta âdeta bir sır etkisi yapıyor ve anne babayla olan iletişimin kuvvetlenmesine sebep oluyor.

Aynı zamanda çocukların, Ramazan’ın her alanına merakından “mukabele” adına da bir pay koparılabilir ki, o da kitap okuma alışkanlığıdır.

Zaman planlaması ve kitap okuma atmosferinin oluşturulması ve okuma sürecinin başkaları tarafından da desteklenmesi, okuma alışkanlığının kazanılmasında çok mühim bir faktördür. Bu vasfa hâiz olan mukabeleler, kitap okuma alışkanlığının kazandırılmasında iyi bir fırsat olabilir.

Sadaka ise vicdan terbiyesi ve yine sosyalleşme açısından mühim bir yere sahip… Böylece çocuk, yardımlaşmanın, başkalarını düşünmenin (ve böylece yarın da kendisinin zor durumda kalması durumunda kendisinin de başkaları tarafından düşünülebileceğinin) verdiği rahatlıkla sosyal hayata yürüyebilir..

O hâlde Ramazan, hem ictimâî lezzetleri yeniden duymak, hem de âilemiz ve çocuklarımızla kazançla geçirebileceğimiz mühim bir fırsat…

 

  1. Reyon: Kendimizle Başbaşa Kalma Fırsatı

İnsan içten dışa, dıştan içe uzanan derin bir varlık… Bir yanı yalnızlıktan deli gibi kaçarken, diğer yanıyla kendi hâline kalmanın, bir uzletin özlemini çeker durur. Bu hâlin ızdırabında, Ramazan yine deva oluyor derdimize… Bir yanıyla yakınlarımız ve âilemiz, bu sıcak demlerde bizi çepeçevre sararken, diğer yanıyla kendi hücremize çekiyor bizi... Bir iç hesaplaşma, geçen bir senenin muhâsebesi, ister istemez bu rahmet ikliminde yakalıyor yüreğimizi… Bu yüzden Ramazan’da hidâyetle tanışan, kendine çeki düzen veren insan sayısının arttığını görürsünüz. Ramazan’a has bir iç yolculuğudur bu…     İbadetlerdeki lezzet, bizi hiç yakalayamadığımız bir noktaya ulaştırır, kalabalıklar içinde bir başına yol alan bir yolcunun garibliğine denk bir haz verir yüreğimize... Duâlardaki içtenlik artar, Rabbimizle baş başa olmanın ayrı bir huzurunu yaşarız.

Pek çoğumuz, Kur’ân-ı Kerîm’le barış antlaşması yapar, birbirimizi bir daha hiç bırakmayacağımıza dair sözler veririz.

Hele bir de Ramazan’ın son on gününü sünnet üzere îtikaf girerek geçirmek… Kendimizi yeniden, defalarca okumak… Yapılan ibâdetlerin nûrunda, kalbimizi yeniden okumak… Kendimizi yeniden yazmak..

Ve nihayet... Kadir gecesi… Ramazan gönüllülerinin nazlı dostu… O da herkesle buluşmuyor, bugün şu saatte buradayım demiyor.

“-Arayın beni!..” diyor, “Arayın.”

Zira onu arayıp bulmak, ardı sıra çok büyük bir affı getirecek.

“Kadir gecesini, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve taatle geçiren kimsenin, kul hakkı hâriç tüm günahları bağışlanır.” müjdesi…

Açılıyor ellerimiz titreyerek:

“Allah’ım!.. Sen çok affedicisin; affı seversin. Beni bağışla!..”

Ramazan’la kendi hakikatimize koşuyoruz defalarca… Kendini kaybetmiş, rûhî boşluklarla, çalkantılarla ömür tüketen asrın insanına, Ramazan ne büyük fırsattır aslında..

* * *

Gelin, bu seneki Ramazan ayının fırsat reyonlarından yükümüzü kaldıralım. Cebimizden evimize değil, kalbimizden yuvamıza uzanan bir saadet ağı örelim. Bu mahşerî kalabalık, bir acz ve uyanış içinde kaldırsın ellerini semâya…

“Allahümme inneke afüvvün kerimün tühıbbül afve fa’fü annî .. ” nidâlarıyla…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle