Büyük Saldırı Altındayız, Aman Dikkat!

Bugün varlık sebebimiz olan bazı konularla ilgili ciddî saldırı altında olduğumuzu ifade etmek mecburiyetindeyiz. Bu hususta her birimiz önce durum ve hasar tespiti yapmak, sonra da elimizden geldiği kadar bu saldırılara karşı çözüm yollarını ortaya koymak zorundayız. Bize yöneltilen belli başlı saldırı alanlarını madde madde sıralayacak olursak:

 

1- Bedenimiz saldırı altında.

Genetiği bozulmuş gıdaların her tarafta satıldığı, hattâ doğal ürünlerin neredeyse bulunmadığı veya çok kıymetli hâle geldiği bir zamanda yaşadığımız, bir gerçektir. Pakete girmiş, değerleri ile oynanmış, kimyevî madde muhtevalı gıdalar, sağlığımızı ciddî mânâda tehdit etmektedir. Eski ile kıyaslanamayacak derecede artan hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar ve direnci düşük bedenler; hep yediğimiz gıdaların zaman içinde ortaya çıkan neticeleridir. Bir sarmal hâline gelen dünya gıda sektörü ve ilaç sektörü müsabetleri, âdeta anlaşmış gibi, birbirini besleyen bir durum almıştır. Nesne olarak insan bedenini kullanan bu sektörlerin küresel odakları, bugün insan neslinin geleceğini tehdit eder olmuştur. Belki bu kadar yoğun saldırının altında fert olarak kendimizi çaresiz hissedebiliriz. Ama çaresiz değiliz.

Peki, bedenlerimize karşı yapılan bu saldırıyı nasıl bertaraf edeceğiz?

Elbette ağzımızdan giren her gıdanın helâl olmasına dikkat etmek gibi mühim bir vazifemiz olduğunu unutmayacağız. Akabinde pakete girmiş ürünleri almaktan elimizden geldiğince uzak durmaya çalışacağız. Çeşitli kimyevî ve renklendirici katkı maddeli içecekleri aslâ içmeyeceğiz. En başta tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmeyi, çocuklarımızı da buna alıştırmayı öğreneceğiz. Günlük tükettiğimiz gıdaları, güvenmediğimiz, bilmediğimiz yerlerden kesinlikle almayacağız. Daha çok boya içeren şeker, meyve suyu, kızartılmış ürünler, çikolata gibi gıdalardan uzak duracağız. Sağlığımızın her şeyden ehemmiyetli olduğu şuurunu, hem kendimize hem de neslimize öğreteceğiz.

 

2- Rûhumuz saldırı altında.

Her saniye zamanımızı işgal eden sanal bir dünya var. Elimizin altında bulunan telefonlar ve sundukları imkânlar, görünürde işimizi kolaylaştırırken aslında irâdemizi esir eden birer makineye dönüşmüş durumda... İnternet, çağın en önemli buluşu. İletişimin bu kadar kolay hâle gelmesi, elbette hızlı tüketimi de beraberinde getirdi. Bu imkânlar belli bir seviyeden sonra rûhumuzu hâkimiyeti altına almakta ve âdeta beynimizi ve düşünme melekemizi dondurmaktadır. Aklî melekelerimizi, düşünme yeteneğimizi, görüntü olarak dimağımıza giren her kare ile biraz daha zayıflatmaktayız.

Huzurlu, sükûnet içinde olması gereken rûhumuz, çoğu zaman panik içinde, telaşlı, sinirli ve sabırsız hâle gelmektedir. Neden? Son süratle giden bir aracın içindeymişiz gibi, düşünmeye dahî fırsat bırakmayan, baş döndürücü bir hızla akan bu zamanda rûhumuz alması gereken gıdayı alamıyor. Günbegün kuruyor, çoraklaşıyor. Çünkü gözümüzü, gönlümüzü meşgul eden şeyler, rûhumuzun dirilmesine sebep olacak şeyler değil!.

O hâlde ne yapmalı? Rûhumuzu bu saldırılardan nasıl kurtarmalıyız?

Hakikî mânâda doyurmamız gereken rûhumuzu, maddî isteklerimizin gölgesinde bıraktığımız zaman, aslâ tatmin edemeyiz. Rûhun gıdası, maddî imkânlar değil, mânevî fırsatlardır. Ruh, mânâdan ibâret olduğuna göre, madde ile tatmin olamaz. O hâlde ilâhî feyzin indiği meclislere, Allâh’ın isminin zikredildiği mekânlara bedenen girip rûhen doymak gerekir. Rûhumuzu karartan, bize kasvet ve karamsarlık veren insan ve mekânlardan da kesinlikle uzak durmalı, bunu mânevî açıdan bir ölüm-kalım meselesi olarak görmeliyiz. Müslüman kendi rûhî kemâlâtı için seçici olmak zorundadır.

 

3- Âilemiz saldırı altında.

Bu konu aslında sadece içinde bulunduğumuz kendi toplumumuz için değil, dünya genelinde büyük bir problem hâlini almıştır. Âile, toplumu ayakta tutan, insanları psikolojik açıdan rehabilite eden en önemli kurumdur. Özellikle İslâm toplumlarının âile yapısına karşı sistematik bir saldırı olduğu gözle görülen bir hakikat... Kendi değer yargılarının iflâs ettiği Batı kültürü, kendine benzemeyen her toplumu asimile etmekte ve insanların zaaflarını istismar ederek dönüştürmektedir.

Bizim gibi mânevî değerleri ön planda olan toplumlar, Batı kültürünün öncelikli hedefi hâline gelmektedirler. Bu bozulmaya içerden de büyük bir katkı sunulunca, “özgürlük”, “insan hakları”, “bireysellik” gibi kavramlar ve bunlara yüklenen yanlış anlayışlar, toplumun âile yapısını ifsat etmektedir. Âilemizi korumak için toplumun bütün dinamiklerini canlı tutmanın yanında bir devlet politikası olarak da âileyi korumayı birinci hedef edinmek gerekmektedir. Âile konusundaki hassasiyeti en üst seviyede tutmalı, âileye karşı yapılan her türlü saldırıyı, bizler de en üst seviyeden ve en caydırıcı şekilde bertaraf etmeliyiz. Zira boş bırakılan meydanı dolduracak birçok bozuk düşünce ve fesat odaklarının bulunduğu da gözden kaçmaması gereken bir gerçektir.

Peki, âile kurumunu korumak için neler yapmak gerekir?

Gelenekle yeni anlayışların ortak noktada buluştuğu, yeni nesillerin anne ve babaları, nine ve dedeleri ile olan münasebetlerini muhabbet zemininde kurduğu bir geniş âile platformu oluşturmamız gerekmektedir. Özellikle annelik vasfının yüceliğini, bir hanım için en büyük pâyenin “anne” olmak olduğunu ısrarla ve her seviyede işlemek gerekmekte.. Her insan için evvela “insan”, sonra da fıtratın gereği olan vazifelerin ehemmiyetinin farkında olarak âile müessesesinin devamı için “baba ve anne olmak” özendirilmeli... Toplum olarak evlilikleri kolaylaştırmalı, maddî zorluklardan dolayı evliliklerin ertelendiği veya ihmal edildiği bir vasattan hızla çıkılmalıdır.

 

4- Çocuklarımız saldırı altında.

Üzerinde en fazla tasarrufta bulunulan insan kesimi, maalesef çocuklarımızdır. Anne ve babanın sorumluluğunda olan mâsum dimağlar, çoğu zaman yanlış ortamlarda, âdeta zehirlenerek yarının sakat düşüncelerini taşıyan insanları hâline gelebiliyorlar. Çocuklar, dünyaya geldikleri gibi saf ve temiz, fıtrat üzere bırakılmıyorlar. Toplumun yıllar içinde oluşan kültürü, anne ve babaların çocuklarına yansıyan hırs ve emelleri, çoğu zaman çocuklar adına başlı başına bir dert hâline dönüşebiliyor.

O zaman çocukları nasıl koruyacağız? Hangi istikâmette yetiştireceğiz?

Başta ebeveynlerin şuurlanması, onların belli bazı hassasiyetlere sahip olmaları için gayret göstermek gerekiyor. Geniş âile anlayışından çekirdek âile anlayışına geçildikten sonra çocuklar için model olan dede-nine örneği ortadan kalkmış oldu. Çalışan anne-baba modellerinin de yeteri kadar çocukları ile meşgul olamadıkları bir gerçektir. Çocuklar anaokullarının, kreşlerin insafına bırakıldı ve buralarda daha çok akademik açıdan eğitim alan çocukların en büyük eksikliği, anne şefkati oldu. Bu boşluğu yaşayan çocukların ruh hâlleri, karakterleri; aslâ anne şefkati ile beslenen bir çocuğunki gibi olamazdı. Dolayısıyla bazı işlere girişirken, neyi ihmal ettiğimizi ve o ihmal ettiğimiz sahaların nasıl neticeleri olabileceğini de tahmin etmek gerekiyor. Bir toplumda çok fazla anaokulunun olması, kreşlerin açılması; aslında iyi gitmeyen bir şeylerin olduğuna işarettir. Bu dengeyi gözetmek gerekiyor.

Çocuklarımızı zamanın musibeti sayılabilecek alışkanlıklardan, kötü çevrelerden ve moda olarak sunulan her türlü ifsad edici anlayıştan uzak tutmak da yine anne ve babaların en mühim vazifelerinin başında gelmektedir.

Kısacası, zor bir zamanda ve hassas bir dönemde yaşıyoruz. Îmânın elde kor ateş tutmak gibi olduğu, dînî duyguların zayıfladığı ve gelişen birçok hâdisenin dînî hayatın ve onu yaşamak isteyenlerin aleyhine cereyan ettiği imtihanlarla dolu bir zamandayız. Her birimiz, bir yangından, bir felaketten kaçarcasına kendimizi ve neslimizi koruma zamanı içinde olduğumuzu fark etmek mecburiyetindeyiz. (Devam edecek)

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle