Yabancı Dil Öğrenmenin Sosyal Hayattaki Tesiri

 

Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın Medîne’yi teşriflerinden sonraki yıllarda, öncelikle civardaki yahudiler olmak üzere, Mescid-i Nebevî’ye değişik milletlerden, farklı heyetler geliyordu. Bunlara ilâveten kendisine çeşitli mektuplar gönderiliyordu. Bu heyetlerin konuştuğunu anlamak ve gelen mektuplara aynı dilden cevap vermek gerekiyordu. Bunun üzerine Rasûlullah -aleyhissalâtu vesselâm- Efendimiz, vahiy kâtibi Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh-’a İbrânice ve Süryânice’yi öğrenmesini tavsiye etti.

Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh- bu hususu şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’yi teşrif ettiklerinde çocuktum. Beni alıp huzuruna götürdüler. Rasûlullah beni çok beğendi. Şöyle dediler:

«-Yâ Rasûlâllah, bu çocuk Benî Neccar’dandır. 10’dan fazla sûre ezberlemiştir.»

Bu da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hoşuna gitti. Bir seferinde bana şöyle buyurdu:

«-Ey Zeyd, yahudilerin yazısını öğren. Çünkü vallâhi ben, yahudilerin bana yazdıklarına güvenemiyorum.»

Ben de, on beş gece içinde İbrânice’yi yazıp okumasını öğrendim. Artık bundan sonra yahudilerin Rasûlullâh’a gönderdikleri mektupları okuyor, cevapları İbrânice yazıyordum.”[1]

Aynı şekilde ihtiyaç üzerine, Hazret-i Zeyd -radıyallâhu anh- Süryânice’yi de on yedi gün içinde öğrendi. Bu kadar kısa sürede öğrenmesi, Zeyd’in kapasite ve kabiliyetinin yanı sıra Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-’ın bir mûcizesidir. Bundan sonra artık Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelen Süryânice yazıları, Zeyd okudu ve yazdı.[2] Bu rivâyetlerden anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ehil ve liyâkatli kimselere, yabancı dil öğrenmeyi teşvik etmiştir.

“Bir dil bir insan, iki dil iki insan.” denir. Doğrudur, zira dil, hakikaten bir iletişim ve düşünce aracıdır. Aynı zamanda bir kültür taşıyıcısıdır. İnsan olarak hepimizin, dünyanın pek çok yerinde birbirimizle iletişim kurmada kullandığımız en etkili vâsıta dildir. Büyük İslâm âlimi Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, mükemmel Arapça ve Farsça konuştuğu hâlde bir gün şöyle demiştir:

“-Yabancı dil bilseydim, bütün dünyaya faydalı olurdum. İslâm dîninin üstünlüklerini, rahat ve huzur kaynağı olduğunu ve medeniyette, fende ve ahlâkta ilerlemeye ışık tuttuğunu dünyaya bildirmek için, kısacası, İslâmiyet’e ve bütün insanlara hizmet için, yabancı dil öğrenmek muhakkak lâzımdır.”

Yani başka topluluklara “emr-i bi’l-mâruf, nehy-i ani’l-münker: İyiliği emredip kötülükten sakındırmak” için de yabancı dil bilmek gereklidir.

Açıkçası insanlara en güzel sözün ve en güzel peygamberin yaşantısının aktarılmasında, sözlü ve yazılı cihâd için dil, şarttır.

Anlaşılacağı üzere dilin, kişilerin hem şahsî hayatlarında hem de millet olarak ehemmiyeti büyüktür. Dil, insanın düşünce sınırlarını belirler. Dil, milleti millet yapan kültür değerlerinin bir arada tutulmasını temin eden önemli bir âmildir. Dil, insanların kendilerini ifade etmelerini temin ederek, insanlar arası iletişimi sağlar. Milletler tarih içerisinde dilleriyle gelişir yahut zayıflar; mâziden aldıkları bilgi ve tecrübeleri, kültür ve medeniyeti dilleri sâyesinde, gelecek nesillere aktarırlar. Bilinen gerçek şu ki, insan, dili kadar vardır ve yine insan, ancak dilini geliştirerek düşüncelerini, beşerî ilişkilerini, ülke üretimini artırabilir. Milletler hâkimiyetlerini, dilleriyle sağlar ve sürdürebilirler.

Her dil, farklı bir kültüre açılan kapıdır. Bilhassa medeniyetler arasındaki yoğun etkileşim, diğer kültürleri tanımamızı gerekli kılar. Bir dilde bir düşünceyi belirtmek için o dili gerektiği gibi konuşup anlamak lâzımdır. Aksi takdirde, insanlar düşüncelerini sağlıklı bir şekilde birbirlerine aktaramaz ve birbirlerini anlayamazlar.

Günümüzde bilgi teknolojilerinin hızla gelişmesi, bugün dünyanın her köşesine bilginin kolaylıkla ulaşmasını sağlamıştır. Küresel şekilde gelişen çağın teknolojik birikimleri, ister istemez toplumları etkilemiş, kültür aktarımını hızlandırmıştır. Gelişen dünyada ülkeler arası iletişimi ve ilişkileri geliştirmek ve böylesi rekâbet ortamında, gelişen teknoloji ve ticaretin dışında kalmamak adına dünyaya açılmak, neredeyse zorunlu hâle gelmiştir. Bu sebeple yabancı dil öğrenmek, bugün belli bir zümre için zorunluluktur. Ancak toplum adına yabancı dil eğitimini geliştirirken, kendi kültürel değerlerini kaybetmemek hususu çok ehemmiyetlidir.

Son yıllarda yaşanan globalleşme, ülkeler arası birçok konuda ilişkilerin artması, küresel hegemonyanın toplumlara hâkim olması, ticaret, rekâbet gibi pek çok sebepten dolayı ortak iletişim dili ihtiyacı ortaya çıktı. Dünyada emperyalist güçlerin dilinin İngilizce olması, küresel iletişimde İngilizce’nin öne çıkmasına yol açtı. Neticede modern medeniyet dilinin İngilizce üzerinden yürümesi, İngilizce’yi, yeni dönemin “dünya dili” yapmaya yetti. Müslüman dünyada ise, dinimiz İslâm’ın temel kaynaklarının Arapça olması dolayısıyla, Arapça hep bir iletişim dili olageldi, ancak dünya çapında gerektiği gibi yayılamadı.

Bugün gelişen bilgi teknolojileri sayesinde, oturduğumuz yerden internet vasıtasıyla dünyanın öbür ucundaki bilgiye kolayca ulaşabiliyoruz. Küresel yenilik ve gelişmeler, hızlı bir şekilde toplumlara tesir etmekte... Dolayısıyla bir toplumda ortaya çıkan yenilik ve değişiklikler, diğer toplumlara kolaylıkla geçebiliyor. Bu durum, bilginin akışını kolaylaştırmakla kalmayıp, diğer toplumların kültür ve iletişim kalıplarının insanlara yayılmasını da hızlandırıyor. Neticede, dünya üzerinde kültürler arası iletişimi sağlamanın ve kolaylaştırmanın yolu, ortak bir dil oluşturmaktan geçiyor.

Şu anki hâliyle Dünya’da, 208 ülke var. Bazı ülkelerde, Hindistan gibi meselâ, bölgesel olarak konuşulan çok sayıda dil mevcut... Bunların hepsini öğrenmek ve bunlarla iletişimi sağlamak oldukça zordur. Bu sebeple, her millet, kendisine uygun, diğer milletlerce de bilinen ve tanınan “ortak bir haberleşme dili” kullanmak durumundadır. Dünyada yalnız kalmamak adına, şu rekâbet ortamında, gelişen teknoloji ve ticaretin dışında olmamak gerekir. Dolayısıyla insanların hepsi olmasa bile imkân bulan çoğunluğun, dünyada yaygın olarak konuşulan en az bir dili öğrenmesi muvâfıktır.

Eğer bunu yapmazsak, kapılarımızı gelişime ve değişime kapatmış oluruz ki, o zaman kendimizi dış dünyadan tamamen tecrit etmiş oluruz. Bu şekilde de kendi kabuğumuzu kıramaz ve gelişen dünyanın gerisinde kalırız.

Günümüzde dünyanın her köşesinde diğer milletlerin izlerini görebiliyoruz. Bu değişimlere baktığımızda, müsbet mânâda kapılarını dış dünyaya açan milletler, kendi kültürüne aykırı olmayan farklı yeni şeyleri kültürlerine ekleyerek farklı gelişmeler sağlayabilir. Dünyadaki gelişmeleri takip ettiğimiz ve onları yakalamaya çalıştığımız günümüzde yabancı dil bilmek, diğer milletlerle anlaşmayı ve bilgi alışverişinde bulunmayı kolaylaştırır. Bunlar yabancı dil öğrenmenin pozitif yönleridir. Tabi, bir de konunun olumsuz tarafları vardır.

Bütün dünya için önemli bir unsur hâline gelen yabancı dilin, insanların hayat tarzları üzerinde yansımaları olduğu, gözle görünen bir gerçektir. Toplumların kültür, gelenek ve göreneklerinde, hayat tarzlarında, dillerinin tesiri vardır. Fakat hızla ilerleyen kültürel etkileşimler ve diğer toplumların dilleri, kendi hayat tarzımız üzerinde menfî tesirler de yapabilir, hattâ bugün olduğu gibi onun güzel taraflarını bile değişmeye zorlayabilir. Olumlu değişime karşı değiliz, ancak bu değişim, bilhassa itikâdî ve ahlâkî değerlerde olup inanç değerlerimizde, kültürümüzde aşınmaya sebep oluyorsa elbette bu durum tasvip edilemez.

Milletleri millet yapan inanç değerleri, gelenek ve görenekleri kapsayan her türlü davranış ve yaşayış biçimleri; o ülkenin kültürünü oluşturur. Kültür, geçmişten geleceğe nesilden nesile geçerek devam eder. Zaman içerisinde milletlerin diğer toplumlarla münasebet ve irtibatı neticesinde, kültürlerde ve hayat tarzlarında birtakım değişiklikler olması bir dereceye kadar normaldir. Ancak günümüzdeki hızlanan değişim ve dönüşüm rüzgarı, toplumları sarsmakta; kültür ve milletleri hoyrat ve hızlı bir dönüşüme zorlamaktadır.

“Yabancı dil öğrenilmesi, konuşulması gerekli!” derken, toplumların kendi değerleriyle çelişmeyecek tarzda, insanların öz dillerini, şahsiyetlerini, kültürlerini, inanç değerlerini, tarihî birikimlerini kaybetmeden bu iş başarılmalıdır. Evet, tesir altında kalmak tabiîdir, normaldir, bazen gereklidir. Ancak oluşabilecek bâtıl inanç ve hayat tarzları baskın kültür hâline gelince, onun menfî tesirlerini kırmak da zarûrî hâle gelir. Bu yüzden, insanlarımızın ruhlarına hak ve hakîkat ile beslenmiş değerlerimiz, nakış nakış öylesine işlenmelidir ki, fert ve toplum bünyesinde yıkıcı bir kültür erozyonu yaşanmasın.

Fakat ne yazık ki bugüne kadar, gelişmek ve çağdaşlaşmak adına, kültür ve medeniyetimize taban tabana zıt olan inanç, görüş ve hayat tarzına bütün kapıları ardına kadar açtık. Bu yüzden kendi öz değerlerimizi gerektiği gibi muhafaza edemedik.

Dil ve kültürün aktarma vasıtası olan dil, yabancı kültürlerin bizim dünyamıza sirâyetinin de tesirli bir vasıtası oldu. Bugün artık neredeyse bir zorunluluk hâline gelen yabancı dil öğrenimi, toplumların kendi öz değerlerinden tâviz vermelerine yol açtı.

Geç kalınmış olunsa da, okullarda yabancı dil öğretilirken, bu yeni dilin kültür ve medeniyetimizin değerlerine ters yönlerine de işaret edilmelidir. Her kültür ve medeniyetin kendine has özellikleri vardır. Bunları doğru tespit edip, doğru yönlendirme yapmak şarttır. (Bu gerçeği emekli bir İngilizce öğretmeni olarak yazıyorum.)

Dil öğrenmenin olumsuzlukları muhtevasında şu hususu da dile getirmek gerekir. Yaklaşık bir asırdır, baskın kültür hegemonyası ve yabancı dil öğretiminden doğan etkileşim neticesinde, yabancı dillerden gelme kelimeler, günlük hayatımızın hemen her alanına girmiş durumdadır. Bu eskiden Fransızca idi, şimdi ise İngilizce…

Gençler arasındaki konuşmalarda, tv dizilerinde, çarşıya çıkıldığında yahut tatil beldelerinde mutlaka yabancı dilde bir tabela veya bir levha gözümüze çarpar. Bunun yanı sıra yabancı bir kelime ya da ifade işitiriz. Yabancı bir dilin toplum hayatına girmesi ve onu etkilemesi normaldir, ama bunun bir aşağılık kompleksi ile yapılması ve yabancı dilin her köşe bucağı istilâ eder hâle gelmesi kabul edilemez.

Tabi, dil bir araçtır. Toplumun hâlet-i rûhiyesi, yabancı kültür ve toplumlara karşı mağlubiyet duygusu, hayranlık ve taklit tutkusuyla baktığı müddetçe sadece yabancı dil öğrenmeyi/konuşmayı suçlamak doğru olmaz. Ama bu yabancılaşmada, dilin rolü de inkâr edilemez.

Öyleyse gelişen/değişen bir dünyada çağa ayak uydurma gayreti içinde olsak da, bünyemize yabancı unsurlardan aldığımız her şeyi kendi mutfağımızda yoğurmalı, ince ince elekten geçirmeli, zararlı unsurları tamamen yok ederek, olmazsa en aza indirerek bünyemize kabul etmeliyiz. Aksi hâlde bugün yabancı dediğimiz o unsurlar bünyemizi istilâ eder, bizden olanlar bize yabancı kalır.

Günümüzde bilhassa müslüman ülkelerde sadece yabancı dil öğrenimi vesîlesiyle değil, global kültür istilâsı, bilgi ve teknolojinin hızla yayılması, ticaret gibi pek çok sebepten ötürü müthiş bir “kültür yozlaşması” ve değer aşınması yaşanmaktadır. Ülkeler bu önemli problemin giderilmesi adına gerekli tedbirleri almalı, zamanında insanına, bilhassa yeni yetişen nesillere kendi inanç ve değerlerini en sağlam bir şekilde vermelidir. Bu, geçmişe karşı vefa borcumuz, geleceğe karşı sorumluluğumuzdur.

 

[1] Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 136.

[2] Tirmizî, İsti’zan, 22; Ebû Dâvûd, İlim, 2.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle