Bizim Hiç Eskimeyen Modamız Da, Markamız Da Kur’ân Ve Sünnettir

 

Elhamdülillah müslümanız! O hâlde yaşantımızla, görüntümüzle, hâl ve hareketlerimizle İslâm’ı en güzel şekilde temsil edebilmeliyiz. Bunun için yapmamız gereken tek şey; hayatımızın her ânında biricik yol göstericimiz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i örnek almak... Kişi inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Sünneti ne kadar yaşarsak, o nisbette iyi müslüman oluruz.

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evi, eşyaları nasıldı?” bir düşünelim. Allah Rasûlü zenginliği de, fakirliği de yaşadı. Evinde kullanabileceği kadar eşya vardı, fazladan hiçbir şeyi yoktu. Onlar da iyice eskiyip, bozulmadan yenisini almazdı. Bizim evlerimize ise, lüks ve konfor hâkim… Psikolojide bir esas vardır; “Rahat bölgenizi terk etmeden, üretken ve başarılı olamazsınız!..” Allah Rasûlü’nün hayatı ise, bu dünyayı tamamen geçici bir durak ve çalışma mekânı görmek üzerine kurulmuş.

Hazret-i Ömer’in kızı ve Peygamber Efendimiz’in muhtereme zevcelerinden olan Hazret-i Hafsa Annemize:

“-Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- nasıl bir yatakta istirahat ederdi?” diye sorulduğunda o, şu cevabı vermiştir:

“-Yünden dokunmuş iki katlı sert bir keçe üzerinde uyurdu. Bir gece yatağın daha yumuşak olması ve Efendimizin rahat etmesi için keçeyi dörde katlayarak serdim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sabah kalktığında:

“-Bu gece yatak olarak ne sermiştiniz?” diye sordu.

“-Eski döşeğinizi yâ Rasûlallah! Ancak yumuşak olsun da rahat uyuyasınız diye dörde katlayarak serdik, o kadar!..” dedik. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Benim döşeğimi eski hâline getirin. Zira yumuşaklığın verdiği rehâvet gece namaza kalkmama mani oldu.” buyurdu. (Tirmizî, Şemâil, s. 154)

Demek ki, sadece rahata düşkün hayatlar; yalnızca maddî olarak değil, mânevî olarak da zarar görürler. Misalimizde olduğu gibi bu durum, onların zamanla Allah Teâlâ’ya kulluktan uzaklaşmasına bile sebep olur.

Şimdi; her sene modası geçti diye tülünü, perdesini, halısını, koltuğunu değiştiren kardeşlerim… Daha fazla özellikli yeni model telefonlar çıktı diye; eski telefonunu atıp, yenisini alan kardeşlerim… Her yıl arabasının modelini değiştiren kardeşlerim… Lüks içinde yaşama gayreti gösterip, vitrinlerine değişik süslü eşyalar, konsollarının üzerinde çeşitli vazolar ve pahalı yapma çiçekler sergileyen kardeşlerim… Böyle davranarak; bırakın Sünneti yaşamayı, eşyalarımız bozulmadan yenisini aldığımız için ya da ihtiyaç fazlasını evimize doldurduğumuzdan dolayı, israf etmiş olmaz mıyız? İsraf ise açık bir şekilde haram kılınmıştır.

Bir şey alırken mantığımız ne olmalıdır? Biz mi eşyaya hizmet edeceğiz, yoksa eşyalar bize mi hizmet edecek?! Öyle evler var ki; sadece ortalıkta tozu alınacak süslerin temizliği sabahtan akşama kadar sürüyor. Böylece hem ibadetlerimize, hem de âilemize ayıracağımız zaman kalmıyor. O yüzden gereksiz şeylere para harcadığımız için maddî, onlara fazladan vakit ayırdığımız için de mânevî bir israf içinde olmuyor muyuz? O hâlde mümkün olduğu kadar bizi maddî ve mânevî açıdan yıpratmayacak, sade, kullanışlı ve gerekli şeyleri alalım. Tamam, müslüman temizdir, tertipli ve düzenli olur; fakat aynı zamanda müslüman gösterişten, lüks ve israftan uzak, mütevâzı, îtidal üzere bir hayatı tercih eder. Tıpkı Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı gibi… Onun hayat ölçüleri belli. Peki, bizim ölçülerimiz nerede başlıyor, nerede bitiyor?

Gelelim yeme içmemize… Ünlü bir lokantada hayli kabarık bir faturaya ödediğimiz paralar bir tarafa; bu işe takvâ merceği ile bakacak olursak, yediğimiz içtiğimiz nereden gelmiş, kim hazırlamış, kim pişirmiş? İçinde ne kadar şüpheli gıda var? Ne kadar haramla karışmış? Yemeği yapan kimse, hangi kalp dünyasıyla bu yemeği hazırladı. Sonuçta insan, yediklerinden ibaret bir varlık… Kalbine kasvet verecek, onu günahlardan uzak tutacak lokmanın hem temiz, hem de helâl olması gerekmiyor mu? İşin, hadîs-i şerifte dikkat çekilen israf tarafı da ayrı bir hakikat:

“Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!” (İbn-i Mâce, Et’ime, 51)

O hâlde; yaşamak için yemek yiyeceğiz, yemek yemek için yaşamayacağız!.. Niyetimiz, Allâh’a daha iyi kulluk edebilmek, sağlığımızı korumak olmalı… Bunun için de kifâyet miktarı helâlinden yemek yeter.

Bir de giyim-kuşam mevzuu var tabiî. Önce olması gerekeni söyleyelim: Bir müslüman olarak her şeyde olduğu gibi, kıyafet konusunda da biricik Peygamberimizi örnek almalıyız. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, temiz ve uyumlu giyinmeye îtinâ gösterirdi. Bazen yamalı giyecekler giydiği rivâyet edilmiştir; ama necis, kirli, pasaklı giyindiğine dâir bir rivâyet hiç yok!.. Ayrıca kıyafetlerin vücuda yapışmaması, biraz bolca olması gerekir. Böylece insanın uzuvları, tamamıyla ortaya çıkmaz. Bu husus, hem hanımlar, hem de beyler için geçerlidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dar bir kıyafet giydiğine de rastlanmamıştır. Bunun dışında ipek, erkeğe haramdır. Hanımların erkek gibi giyinmesi, erkeğin de kadınlar gibi giyinmesi dînimizce hoş görülmemiştir. Aynı şekilde müslüman olmayanların kıyafetlerini çağrıştıran kıyafetler de, sırf onlar gibi olmak hevesiyle giyilmemelidir. Dolapları çeşit çeşit kıyafetlerle tıka basa doldurmak yerine; kifâyet miktarı, güzel, sade, uygun fiyatlı, ama kaliteli kıyafetler tercih edilmelidir. Onlar da iyice eskiyene kadar giyilmelidir. Kısacası ihtiyaç fazlasının yükünü çekmemelidir. Evet, kılık kıyafet noktasında ölçümüz bu olmalı.

Bir insanın giyim kuşamı, onun şahsiyetini, zevkini, tarzını belirtir. Birine yakışan, başka birine yakışmaz. Her sene, hattâ bazen her mevsim, bütün insanların ne giyeceğine sadece birkaç kişinin karar vermesi, modern çağın çarpıklıklarından birisidir. Durmadan modaya uymak için kendisine uysun uymasın her türlü rengi, her türlü modeli giymeye çalışan insanlara ne yazık!.. Akıllı, sağlam karakterli kişiler; her sene insanları kılıktan kılığa sokan moda akımlarını takip etmez. Modayı belirleyenler, bunu kendi zevk, anlayış, kültür, medeniyet ve inançlarına uygun ölçülerle yaparlar. Asıl amaçları ise, insanları, her dönem tüketime teşvik etmek ve bundan para kazanmaktır. Çünkü bugün “moda olan şeyler” çok fâhiş fiyatlarla satılırken, bir müddet sonra aynı ürünler “sezonu geçmişler” bölümünde çok daha mâkul fiyatlarla satışa sunulmaktadır. İşte bu aradaki fark, insanın boşa savurduğu ve hesap vermek zorunda olduğu servetidir.

Biz, kılık-kıyafet hususunda da kendi tarzımızı, kendi medeniyet, örf ve zevklerimize göre belirleyelim. Her şahıs, kendine mahsus farklılıklara ve güzelliklere sahiptir. Herkesin, kaşı-gözü, teni, vücut yapısı birbirinden farklıdır. Bu yüzden herkes, kendisine en uygun kıyafetleri, moda hastalığına, marka saplantısına takılmadan seçmeli, beğenmeli ve giymelidir. Bunun için de bütçesini sarsacak derece fazla harcamalardan sakınmalıdır. Taklit ve aşağılık duygusuyla “tesettür modası (!)” îcad edenlerin de, öz itibariyle diğerlerinden çok fazla farkı yoktur. Onlar da öncelikle bu işi, kâr gâyesi güderek tezgâhlamaktadırlar. Eğer bunu tamamıyla dînî hassasiyet ve millî-mânevî kültür değerlerine uygun yapmış olsalardı, mağazalarında teşhir ettikleri kıyafetler, günümüzdeki gibi, İslâm’ın tesettür anlayışının yozlaştırıldığı bir şekle dönüşmezdi. Bugün tesettür mağazalarına giden pek çok hanım, dînî esaslara uygun başörtüsü de, pardesü de bulmakta zorlanmaktadır maalesef… Kur’ân-ı Kerîm, “mü’min hanımların ziynetleri örtmelerini” emretmekte (en-Nûr, 31) iken, dînî hassasiyeti olduğunu iddiâ eden mağazaların vitrinlerindeki kıyafetlerin pek çoğu, kadınların ziynetlerini teşhir etmeye özendirmektedir.

Kısacası tercihlerimizi neye göre yapacağımızı çok iyi bilmeliyiz. Sırf moda diye veya markalı ürünler giyebilmek için Allâh’ın emri olan tesettür ölçülerinden tâviz vermemeliyiz. Yaşantımız modaya göre değil, Allah rızâsına göre olmalıdır. Bizim modamız da, markamız da Kur’ân ve Sünnettir. Allah ve Rasûlü ne diyorsa, o...

Yâ Rabbi! Bizleri ve evlâtlarımızı, moda ve marka takıntısı olmayan, lüks ve israf batağına batmayan, bahtiyar kullarından eyle. Bütün mânevî hastalıklarımıza, “el-Hâdî” ism-i şerîfinle hidâyet ve “eş-Şâfî” ism-i şerîfinle âcil şifâlar ihsân eyle! Cümlemizi sağlam karakterli, rûhen ve bedenen güçlü, hakîkî müslümanlar zümresine ilhak eyle! Âmin!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle