Ateşten Irmaklar

- Ne güzel sallanıyor Tûbâ dalları -

“Göster cemâlin şem’ini

Yansın oda pervâneler

Devlet değil mi âşıka

Şem’ine karşı yâneler

 

Cevr ü cefa çekme ile

Şemsi seni terk eylemez

 Seni seven âşıkların

Hâşâ senden usaneler”

 

Bu son dörtlüğü buraya aldım diye incinecek şimdi âşıklar. Cefâ ile terk, sevmek ile usanmak aynı cümle içinde geçiyor çünkü. Bu kelimeler, aynı cümle içinde kullanılmışsa eskimiş, yıpranmıştır bir şeyler... Biliyorlar, biliyorlar “müstağnî”dir sevgili; eskimiş, yıpranmış neyin varsa yeniler, tazeler; ammâ eskimiş, yıpranmış muhabbetleri istemez. Efendiler Efendisi Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de: “Îmânınızı «Lâ ilâhe illâllah» ile tazeleyin!” (Hakîm, Müstedrek, IV, 285/7657) buyuruyor, “Lâ maksûde illâ Hû”...

Hastalık mevsimindeyiz. Gelgitler hâlinde hastalık, bir sahilimden çekilirken öbüründen yükseliyor. Yavrularım ateşler içinde yanıyor, ben ateşten gözyaşları akıtıyorum içimden içimden… Bir su damlası gibi imtihan hem yakıyor, hem yanıyor, ama hayat sebebi oluyor kurumuş damarlarına gönlümün…

Baharı seyreder gibi bakıyorum ilâhî tecellîlerin dalgalanmalarına... Tek fark, zâhirdeki baharı seyretmek coşku verir insana, hafif mest eder başımızı; bu imtihan baharlarında ise sâkinim... Kurumuş ağaçlara damar damar su dolduğunu, bir tür yangınla dirilişin gerçekleştiğini görmek, zavallı aklımı hayretlere düşürüyor.

Musibet, kış gibi çöküyor omuzlarına ağaçların… Bildiğimiz ne kadar tesellî varsa, dökülüyor avuçlarımızdan yaprak yaprak… Kupkuru dallardan ibaret; ürkütücü, soğuk sinelerle kalakalıyoruz gönül sahasında. Ne bir kuşun uhrevî sıcaklığı, ne latîf bir koku rüzgârlarda… Hışımla yıkayıp geçiyor yağmurlar da… Yolun çocukları, pencereleri aralayıp bakıyor arada bir. Yüzlerini ekşitip kapatıyorlar perdeleri.

“Bir sen… Bir senin gözlerin ey «gönle aydınlık veren padişah»!

Yüzlerce kemâlât yüklü ve hem de nazlı, nâzenin bakışların.

Denizler genişliğinde gözlerin... Dünyanın da, âhiretin de sığındığı gözlerin… Dünyanın, âhiretin; maddenin, mânânın; kederin, sevincin; cilvenin, gamzenin; iltifatın, burûdetin sığdığı gözlerin… Gözlerine binlerce gökyüzü girse, okyanusa dökülen pınarlar gibi kaybolur gider.

Kargaların yaraladığı kötü gözlerden acı içinde kalmış, ama kaymamış gözlerin... Böyle geçmiş bir bir aşılacak menzilleri. Cihânın gaybını görmüş, ilâhî bûselerle şifâ bulmuş gözlerin…

O değerli ve güzel gözyaşların dökülürken Cebrâil -aleyhisselâm- avuçlarını açıyordu, yere düşürmüyordu tek bir damlasını… İzin verirsen ey yüksek ahlâklı Yâr-ı Azîzimiz kanatlarına, gagasına sürmek için.” (Mesnevî, IV. cilt, 2637-2645’den ilham ile…)

Kıtlık zamanı, herkes ağlarken gülüyormuş mübârek bir zât. Kızmış, ayıplamışlar:

“-Kızgın güneşten ova yanıp kavruldu. Tarla-tapan, bağ-bahçe kapkara kesildi. Toprağın ne altında su var, ne üstünde. İnsanlar susuzluktan, balıklar gibi ölüyor onar onar, yüzer yüzer!” demişler.

“-Bu, size göre kıtlık!..” demiş, “Hâlbuki ben, bir cennet görüyorum şu ovada! Belime kadar uzanmış başaklar var! Meltemle dalgalanıyorlar, yemyeşil… Gerçek mi diye dokunuyorum onlara; gerçek!..” diye cevap vermiş.

Hazret-i Mevlânâ açıklıyor bize durumu:

“Nefsin dostu olunca, Firavun’un tarafını tutanların, Nil Nehri’ni kan görmeleri gibi, kıtlık görünüyor cennet… Tez elden, çabucak can Mûsâ’sına dost olun da kan yok olsun, nehrin suyunu görün.” (Mesnevî, IV. cilt, 3241-3253)

Yine Mesnevî, IV. cilt, 3239-3240. beyitlerden:

“Dalgalar kendisine pervâsızca vururken uyuyan kişi, uzun bir çölde devinip durur. O şiddetli susuzluklar çekerken su, «ona şah damarından yakındır» hâlbuki.”

“Her zaman akıp durur sınırsız rahmet. Bunu kavramaktan mahrum uyursunuz ey insanlar! Irmağın suyu elbisesini yalarken, uyuyan kişi rüyasında su arar. Bir hayal uğruna hakikatten ayrılır. Ruhları derin uykuda olan uzak görüşlüler var. Onlara acıyın ey yolcular!” (Mesnevî, IV. cild, 3303-3309. beyitler)

* * *

“İsterim hüsnün gibi cevrine pâyân olmasın

Tek seni sevmek, cihan halkına âsân olmasın”

Ateş denizinde mumdan gemiler yürütme ustası, aşk ve güzellik gemisinin kaptanlarından olan Şeyh Gâlip Hazretleri, “Her sıradan kişi; güzelliğe, kereme tamah edip eteğine yapışmasın, kapılanmasın dergâhına diye” buyuruyor, “eşsiz güzelliğin aynası eşsiz cevr ü cefa olsun.”

Sütlüce’deki evinin penceresinden, Haliç’e vuran yangınları seyreder gibi bakıyor içimizin, ömrümüzün yangınlarına... Üflüyor, harlandırıyor iyice Îsa nefesliler kıvılcımlarımızı, tutuşan, alev alan kıvrımlarımızı... Hiç acımıyorlar. Hiç eli titremiyor doktorların, hastaya müdahale ederken, öyle ya!

Her dara düştüğünde babasına bakan çocuklara has bir hâl ile, himmet-i merdâna kaçıyor benim de aklım… Bu sefer gayr-i ihtiyârî yorgun düşmüş, sabahın olmasını beklemeye karar vermiştim. Büyüklere has şefkat, ışıdı gün gibi… Gözleri yok henüz gönlümün; gözkapaklarıma vuran ışıltıyı tanıdım yine de…

(…)

Bir sabah uyanıyoruz; çiçeğe durmuş görüyoruz ağaçlarımızı... Hamdolsun.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle