Allâh’ı Tek Yâr Seçenler

Cenâb-ı Hak, kullarını yaratıp dünyaya gönderdiği andan itibaren önlerine iki seçenek sunmuştur: Birisi, kendisine giden yol; birisi de şeytana…

Her insan, hayat boyu bu ikisi arasında tercihler yapar. Bazen dümdüz, hiç sapmadan, sarsılmadan, sürçmeden sağlam bir îman ve istikamet üzere hayat sürer; bazen de her rüzgârda savrulduğu hâlde, düşe kalka yine aynı minvalde devam eder. Bir kısım insanlar da şeytan ve onun nesline tâbî olarak, onlar gibi çirkefleşir, âsi ve netice itibariyle cehennemlik hâle gelir.

Kur’ân-ı Kerim, “velî: dost, arkadaş, yâren” ve çoğulu “evliyâ” tâbirlerini iki ana grupta toplar: Allâh’ın velîleri ve Şeytan’ın velîleri… Biz, öncelikle Allah’ın dâvetine uyup O’nu kendisine tek yâr seçenlerin, Kur’ân’daki özelliklerini bir nebze ele alalım.

Kur’ân’da anlatıldığı şekliyle, Allâh’ın velilerinin özellikleri şunlardır:

1-Dostluk bağı, iman ile şekillenir. Bu sebeple îman edenlerin dostları, Allah, Rasûlü ve yine kendileri gibi iman eden kimselerdir.[1] Mü’minler, mü’minleri bırakıp[2] zâlimlerle[3], kâfirlerle[4], Hıristiyan ve Yahudilerle[5] sırdaş ve senli benli dostluklar kurmazlar. Çünkü Yahudi ve hıristiyanlarla dostluk tutanlar, onlardandır.[6] Yahudi ve Hıristiyanlar, mü’minlerin aleyhine olmak üzere kâfir ve müşriklerle bile dostluk ve anlaşmalar yaparlar.[7] Din ile alay eden veya onu oyun-eğlence hâline getiren kimselerle de Müslümanların bir dostluk ve muhabbeti olamaz.[8] Münâfık ve kâfirler, mü’minleri de kendileri gibi günahkâr ve cehennemlik yapmaya çalışırlar.[9] Zaten kâfirler, birbirlerinin dostudurlar.[10]

Allâh’ın bu noktada hükmü çok açıktır:

“Ey îman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. (…) Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.” (el-Mümtehine, 1)

Mü’minler, kâfirlerin yanında güç ve izzet aramazlar. Bütün izzet ve kudretin, her şeyin sahibi olan Allâh’ın katında olduğunu yakînen bilirler.[11]

Mü’minler, en yakın akrabaları olsa bile, kâfir veya müşriklere karşı dostluk ve aşırı bir sevgi ile bağlanmazlar. Cenâb-ı Hak, bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Ey îman edenler! Eğer küfrü îmana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) velî edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (et-Tevbe, 23)

2-Gerçek dost, sadece Allah’tır.[12] O Allah, mü’minlere hem dünyada, hem de âhirette her türlü yardım[13] ve desteğini lutfeder; onları, yüzüstü ve sahipsiz bırakmaz. Allâh’ın dostluğu, îman edenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarır.[14]

Âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Yoksa onlar, Allah’tan başka bir dost mu edindiler? Hâlbuki dost, yalnız Allah’tır…” (eş-Şûrâ, 9)

Allâh’ın dostluğu, mü’minler için yeterlidir. O’ndan başka bir dost ve yardımcı aramaya gerek yoktur.[15]

(Rasûlüm!) De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah’tır.» O hâlde de ki: «Onu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?»” (er-Ra’d, 16)

3-Allah, takvâ sahibi[16] ve istikamet ehli insanlarla dosttur.[17] Bu dostluğun temeli, o mü’min ve muttaki insanların sâlih ve hayırlı amelleridir.[18] Bu hayırlı amelin neticesi ise, «Dâru’s-selâm», yani selâmet yurdu olan cennettir.

4-Allâh’ı dost edinenlerin rehberi, Allâh’ın emirlerini içeren Kitap, yani Kur’ân-ı Kerim[19] ile O’nun emirlerini öğreten Rasûl-i Ekrem’dir.

5-Mü’minler, birbirlerinin dostu ve velîsidir.[20] Birbirlerine iyiliği emredip birbirlerini kötülükten sakındırırlar. Namaz kılarlar ve zekâtlarını tastamam verirler.[21] Allah ve Rasûlü’ne itaat ederler.[22] Hicret ve cihad ederler; hicret ve cihad eden kardeşlerine malları ve canlarıyla sahip çıkarlar.[23]

6-Mü’minler için gerçek mânâsıyla Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da yoktur.[24] O Allah, mü’minlerin ne güzel dostu ve ne güzel yardımcısıdır.[25] Peygamberlerin niyaz ettiği gibi, mü’minler de Allah’tan, hakiki dostlarından bağışlanma[26], merhamet ve hüsn-i hâtime isterler.[27]

7-Gerek bu dünya hayatında, gerekse cennete girdikleri zaman, melekler de mü’min kullara dostluklarını arz ederler.[28]

Bu şekilde, Allah ile dostluk bağını kurup geliştiren ve bu bağı hiç zedelemeyenlerle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de şu müjde yer almaktadır:

“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de… Onlar îman edip de takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 62-63)

 

ŞEYTANIN YÂRENİ

Allah’ı tek yâr seçenlerin, dünya ve âhiretteki hâllerini kısaca dile getirdikten sonra, Allâh’ın dostluğunu değil de şeytanı kendisine dost, yâren ve hâldaş seçenlerin âkıbetlerini de yine maddeler hâlinde sıralayalım.

1-Şeytan, cinlerden bir varlık olup Allâh’a isyan etmiştir.[29] O da kendisine cehennemde eşlik edecek dost ve arkadaşlar toplamaya çalışır. Kâfirler, şeytanın dostlarıdır.[30] Allâh’ı bırakıp kendisine dost olarak şeytanı seçen kimseler, tercih haklarını yanlış yolda kullanmış zavallılardır.[31] Şeytanlar, kendisine bağlananları, aydınlıklardan karanlığa doğru çağırır.[32] Peygamberler, insanları, şeytana kulluk etmekten korumaya çalışmışlardır.[33]

2-Şeytan kendisine tâbî olanları, boş kuruntularla avutur, onlara çeşitli vaadlerde bulunur.[34] Onlara yapmış oldukları kötülükleri süsler ve güzel gösterir.[35] Yine şeytan, kendi dostlarını çeşitli vesveselerle korkutur.[36]

3-Şeytanlar ve cinler, bu dünya hayatında insanlarla birtakım hususlarda anlaşırlar, güç birliği yaparlar ve karşılıklı birbirinden istifade ederler.[37] Fakat onların bu dayanışması, âhirette büyük bir hüsrana sebep olur.

4-Şeytanlar, dostlarını mü’min ve muttakî kullar üzerine saldırtır, onlara düşmanlık yapmalarını telkin eder.[38] Bunun yol ve usûlünü öğretir. İnsanlar, putlara ve şeytanın öğrettiği diğer şeylere kulluk ederken, kendilerini Allâh’a yaklaştıracağını ümid ederler.[39]

5-Aslında bütün bu hile ve desiselerine rağmen, şeytanın güç ve otoritesi zayıftır.[40] O sadece telkinde bulunur. Onun tesiri, kendisine kulak veren insanlaradır. Allah’tan başkasını dost edinenlerin hâli, kendisine örümceğin ağını ev edinenler gibidir.[41]

6-Şeytanın dostları, kâfirler, münâfıklar ve zâlimlerdir. Hepsi birbirinin bu dünyadaki dostu ve yardımcısıdır.[42]

7-Cenâb-ı Hak, şeytanı ve avânesini, hesab gününde cezalandıracak ve ebedî bir azab yeri olan, cehenneme sevk edecektir.[43] Dünyada olduğu[44] gibi, âhirette kendilerine yardım edecek kimse yoktur. Allah Teâlâ da her türlü yardım ve desteğini onlardan çekmiş, onları yüzüstü bırakmıştır.[45] O gün büyük bir nedâmet günüdür, lâkin maalesef geri dönüş yolu kapanmış, artık pişmanlıkların bir faydası kalmamıştır.[46]

Fatma Nur CİHAN

 

Ek

 

Mürşid-i Kâmil’in Vasıfları

Ta­sav­vuf, ki­şi­de fıt­ra­ten -az ve­ya çok- var olan mâ­ne­vî istîdâdı in­ki­şâf et­tir­mek­tir. Bu is­tî­dâ­dın in­ki­şâ­fı için mâ­ne­vî son­da­jı vu­ra­rak o cev­he­ri açı­ğa çı­ka­ra­cak olan, mür­şid-i kâmildir. Mâ­ne­vî reh­ber­li­ği­ne tes­lîm olu­na­cak mür­şi­din muk­te­dir ve di­râ­yet­li ol­ma­sı son dere­ce mü­him­dir. Bu­nun da bel­li bazı kıs­tas­la­rı var­dır. Ger­çek bir mür­şid-i kâ­mi­li, sâ­hib olduğu şu üç va­sıf­la ta­nı­mak müm­kün­dür:

Bi­rin­ci va­sıf: Ki­tap ve sün­ne­te tam bir it­ti­bâ­dır. Kâ­mil bir mür­şi­din ha­ya­tı ve amel­le­ri Kur’ân-ı Ke­rîm ve sün­net-i se­niy­ye ah­lâ­kı­nın ya­şan­ma­sın­dan ibâ­ret­tir. Bu­nun için mür­şid-i kâ­mi­le “ve­re­se­tü’l-en­bi­yâ”, yâ­ni pey­gam­ber vâ­ri­si de­nir. Ta­biî ki, böy­le bir bağ­lı­lı­ğın muhtevâ­sın­da nef­sâ­nî bir ha­yat ya­şa­na­maz.

İkin­ci va­sıf: Söz ve hâl­le­riy­le Al­lâh’ı ha­tır­lat­ma­sı­dır. Ni­te­kim as­hâb-ı ki­râm:

“– Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- :

(Al­lâh’ın ve­lî kul­la­rı) yüz­le­ri­ne ba­kıl­dı­ğın­da Al­lâh Te­âlâ’yı ha­tır­la­tan kim­se­ler­dir.” (Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, X, 78; İbn-i Mâ­ce, Zühd, 4) buyurmuştur.

Üçün­cü va­sıf: Mâ­ne­vî tâ­yin­dir. Bir zâ­tı mür­şid tâ­yin et­mek üze­re bir züm­re­nin toplanma­sı ye­ter­li ol­maz. Bu va­zî­fe, Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’e ka­dar uzanan sa­hih bir sil­si­le­den icâ­zet­li bir mür­şid-i kâ­mi­lin ten­sib ve tâ­yi­ni ile olur. Böy­le bir tâyin ol­ma­dı­ğı za­man sil­si­le ora­da ke­si­lir. (Tafsilat için bkz: Osman Nûri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf)

 

[1] el-Mâide, 55

[2] Âl-i İmran, 28; Nisa, 144

[3] el-Mâide, 51; Hûd, 113

[4] Âl-i İmran, 28; Nisa, 144; el-Mâide, 57

[5] el-Mâide, 51

[6] el-Mâide, 51

[7] el-Mâide, 80-81

[8] el-Mâide, 57

[9] en-Nisâ, 88

[10] el-Enfal, 73

[11] en-Nisâ, 139

[12] Âl-i İmrân, 68; eş-Şûrâ, 6, 9, 28; el-Kehf, 44

[13] el-A’râf, 196

[14] el-Bakara, 257

[15] el-En’âm, 14; en- Nisâ, 45

[16] el-Câsiye, 19

[17] Âl-i İmrân, 122

[18] el-En’âm, 127

[19] el-A’raf, 3

[20] el-Mâide, 55

[21] et-Tevbe, 71; el-Enfal, 72

[22] et-Tevbe, 71

[23] el-Enfal, 72

[24] el-Bakara, 107, 120; et-Tevbe, 116; el-Ankebut 22; Secde 4; Şûrâ 31

[25] el-Hâc, 78; el-Enfâl, 40

[26] el-A’raf, 155; Yusuf, 101

[27] Yusuf, 101.

[28] el-Fussilet, 30-31

[29] el-Kehf, 50

[30] el-A’raf, 27, 30

[31] en-Nisa, 119-120

[32] el-Bakara, 257

[33] el-Kehf, 50; Meryem, 44-45

[34] en-Nisa, 119-120

[35] en-Nahl, 63

[36] Âl-i İmran, 175

[37] el-En’âm, 128

[38] el-En’âm, 121

[39] ez-Zümer, 3

[40] en-Nisâ, 76

[41] el-Ankebût, 41

[42] el-Câsiye, 19

[43] en-Nisa, 173; el-En’âm 51, 70; en-Nahl, 63; el-Kehf, 102; el-Ahzâb, 64-65

[44] et-Tevbe, 74; el-Fetih, 22

[45] en-Nisâ, 123, 173; Hûd, 20; el-İsrâ, 97; eş-Şûrâ, 44, 46

[46] el-Câsiye, 10

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle