Ebû Süleyman Dârânî Hazretleri

Memleketten gelen bir arkadaşım, okuyup yazmaya, hizmete ve duâya devam ettiği hâlde ibadetlerinde istediği huşûu yakalayamadığını, bunun için çok üzüldüğünü anlatınca, ona Ebû Süleyman Darânî Hazretleri’nin şu sözünü aktarmıştım:

“Dünyanın anahtarı tokluk, âhiretin anahtarı açlıktır. Karın tokluğu, Allah Teâlâ’ya karşı yapılacak ibâdetlerin tam yapılmasına mânidir. Çünkü mide dolunca kalbe gaflet basar, insan Rabbini unutur. En sağlam kale, dilini korumaktır. İbadetin özü ise açlıktır.”

Önce gözlerini yumdu, sonra içini çekerek Hazret’in hayatını bilip bilmediğimi sordu. Ben de genel hatlarıyla bildiğimi söyleyince önce anlatmamı, sonra yazmamı istedi. Dolayısıyla bu satırlar çıktı ortaya...

 

Gönüllerin Güzel Kokulu Çiçeği

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemesine rağmen sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Şam’da yaşamış bir âlim, âbid, zâhid… İsmi Abdurrahman bin Ahmed bin Atiyye olmasına rağmen Şam’ın Dâran köyünde doğduğu için Dârânî künyesiyle anılmış. Ama onu daha çok yumuşak, zarif ve nezih ahlakından dolayı “Gönüllerin güzel kokulu çiçeği” mânâsında “Reyhanü’l-Kulûb” olarak tanımışlar.

Dârâni Hazretleri, çocukluğunda ve gençliğinde günübirlik dünyevî bir hayat yaşamasına rağmen bir gün namaz kılmak için câmiye gittiğinde hocanın sohbetinden çok etkilenir. Eve gelince anlatılanları uzun uzun düşünür ve ertesi gün aynı saatte yine gider. Üçüncü gidişinden sonra ise, bir daha hiç ayrılmamak üzere ilmin ve sohbetlerin müdâvimi olur. İbrâhim bin Edhem, Şakik-i Belhî, Mâruf-i Kerhî, Seriyy-i Sekatî gibi Allah dostlarıyla yakînen görüşüp ilim ve tasavvufta kısa zamanda büyük mesafeler kat eder. Her şeyin sohbetlerle başladığının şuuruyla sohbet halkalarını gün geçtikçe genişletir, birçok talebe yetiştirir. Allah kendisinden râzı olsun.

 

Dünyanın Anahtarı Tokluk, Âhiretin Anahtarı

Ebû Süleyman Dârânî Hazretleri, ilim yolunda ilerleyip mârifetullâha yaklaştıkça nefsine karşı amansız bir riyâzata girişir. Açlık, uykusuzluk, nefsini kınama, onun değişmez vasıflarından olur. Hatta açlık çekme hususunda öyle tanınır ki kendisine “Bündâru’l-Câiîn: Açlık Çekenlerin Reisi” denilir.

 

Beş Yüz Senedir

İlimde çok mesafeler kateden Dârânî Hazretleri, bir âyet-i kerîmeyi okurken üzerinde dört gece tefekkür etmeden, derin mânâlarını ve murâd-ı ilâhîyi düşünmeden, diğer âyete geçemediğini söylerdi. Böyle bir gece rahlenin başında uykuya daldığı bir anda, bir hûrînin gelerek:

“-Meğer ben sana gerekmez mi olayım?! Beni beş yüz senedir senin için besleyip tezyin ederlerken sen nasıl uyursun?” dediğini anlatmış, bir daha uyuyamadığını söylemişti.

“-Zühd nedir?” diye soranlara:

“-Zühd, Allah Teâlâ ile meşgul olmana mânî olan her şeyi terk etmektir. Dünyanın hiç olduğunu bilmeyen, zühd sahibi olamaz. Dünyaya bağlanmak, Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmaya mânî bir perdedir.” diye cevap vermişti.

 

Çok Çalış ki, Bana Kavuşasın

Ebu Süleyman Dârânî Hazretleri, Mekke ve Medîne hasreti içinde hac vazifesini yerine getirmek üzere yola çıkmıştı. Yolda sürekli Kur’ân-ı Kerim okuyan, oruç tutan ve nafile namaz kılan Iraklı bir gençle arkadaş oldu. Genç, Ebû Süleyman Dârânî Hazretleri’nden ayrılmak isteyince gence;

“-Benim sende gördüğüm hâllere seni sevk eden nedir?” diye sordu. Genç:

“-Ey Ebû Süleyman! Beni böyle yapmamdan dolayı kınama. Çünkü ben rüyamda altın ve gümüşten yapılmış birçok şerefeleri olan bir köşk gördüm. İki şerefenin arasında şimdiye kadar hiç görmediğim güzellikte hûrîler vardı. Bu hûrîlerin tebessüm etmesi sırasında dişlerinden yayılan nûr, etrafı aydınlatıyordu. O hûrîlerden biri bana:

 «-Ey genç! Allah Teâlâ’nın rızasına kavuşmak için çok çalış ki, bana kavuşasın.» dedi. Ben de uykudan uyandığımdan beri senin gördüğün hâl üzereyim.”

Bu sözler üzerine sarsılan Dârânî Hazretleri;

“-Bir hûriye kavuşmak için bu şekilde çalışılırsa, bu hûrînin Rabbine kavuşmak için nasıl çalışmak gerekir?” diye günlerce düşünüp ağlamıştı.

 

Talebenin Böylesi

Ebû Süleyman Dârânî Hazretleri, bir gün sohbette iken ileri gelen talebelerinden Ahmed bin Ebu’l-Havarî hocasının yanına gelip:

“-Efendim fırın ısındı, bu gün ne pişirmemizi emredersiniz?” diye sordu.

Hocası cevap vermeyince tekrar etmesi üzerine:

“-Gidip içine oturunuz!” buyurdu. Talebe:

“-Mademki hocam böyle buyurdu, ihtiyaç vardır.” diyerek fırının içine girdi. Ebu Süleyman Dârâni Hazretleri sohbet bittikten sonra:

“-Derhal gidin Ahmed’i fırından çıkarın!” buyurdu. Yanındakiler:

“-Hakikaten dediğinizi yapmış, fırına girmiş midir?” deyince Dârânî Hazretleri:

“-Elbette. O her söze itaat eder, bana muhalefet etmez.” buyurdu.

Oradakiler merakla fırının kapağını açtıklarında Ahmed bin Ebu’l-Havarî’nin kızgın fırında oturmakta, ama bir kılının dahî yanmamış olduğunu gördüler.

 

Cezaevinden Kurtuldum

İlim ve taatlerde sebat etmek zor, ama bunların verdiği dereceyi muhafaza etmek çok daha zordur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in “zorluk seferi” olarak haber verdiği Tebük Seferi dönüşü beyan buyurmuş oldukları “büyük cihad” gibi.

 Süleyman Dârânî Hazretleri, bu noktada da bir kutup idi. Nefsine hiçbir zaman hak vermez, kendini dâimâ hor görürdü. Hattâ:

“-Bütün insanlar beni, olduğumdan daha aşağılamak, hakaret etmek isteseler, bunu yapamazlar. Çünkü herkesin, hakaret derecelerinin en aşağısı olarak düşünebileceklerinden daha aşağı olduğumu biliyorum.” buyururdu.

Hac dönüşü, hicrî 205 (m. 820) senesinde vefat ettiğinde talebesine rüyasında, sevinçle “cezaevinden kurtulduğunu” müjdelemişti. Hâlen Dârân Köyü’nde medfun bulunmaktadır.

 Allah rahmet eylesin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle