Aldanma Dünyanın Sahte Yüzüne!

Hak bir gönül verdi bana Ha demeden hayrân olur Bir dem gelir şâdân olur Bir dem gelir giryân olur

Dünya, insanoğlunun geçici hânesi... Âlem-i ervah’tan (ruhlar âleminden) âlem-i dünyaya, oradan da âhiret yurduna doğru seyreden bir yolculukta dünya geçici ve insanı aldatıcı heveslerle dolu bir mekândır.

İnsan, çıktığı sonsuz yolculuğunda, bir mânâda, dünya durağında kısa bir mola verir ve zamanı dolduktan sonra yolculuğuna kaldığı yerden devam eder. İnsanın önüne serilen her türlü dünyevî imkân, dünyalık saltanatlar, o mola vakti içerisinde bazen aşılmaz duvarlar hâline geliverir. İnsan, dünyalık heves duvarlarının önünde küçüldükçe küçülür ve çıkışı olmayan labirentler arasında kaybolur gider. Bu duvarlar, nefsin arzuları olduğu gibi, dünyanın süslü, gösterişli imkânları da olabilir.

Rivâyete göre, insan ömrünün sekiz yüz ile bin yıl civarında olduğu zamanlarda yaşlı bir kadına:

“-Bir zaman gelecek, insanlar altmış-yetmiş yıl yaşayacaklar.” denince, kadın:

“-Ben o zaman yaşasaydım, şu çadırımın direğini bile dikmezdim!” cevabını verir.

Dünya hayatının insan için aslında ne kadar kısa ve bu kadar ihtirasa değmeyeceğinin ifadesidir, yaşlı kadının bu ibretlik cevabı…

Yûnus ne güzel ifade ediyor:

Bilirim seni yalan dünyasın,

Evliyâları alan dünyasın,

Kaçan kurtulmaz, senin elinden,

Demir kafesler ören dünyasın.

İnsan, dünyaya geldiğinden itibaren bir keşmekeşin içine düşer. Her şey bir şeyler alır insandan… Yaratıldığı fıtratı değiştirecek onlarca arızî unsur; insanın dengesini, fıtratını, sükûnetini bozmak için âdeta yarışır. Annesinden günahsız, tertemiz, saf ve pâk olarak dünyaya gelen insan, dünyanın içine daldıkça kendinden uzaklaşır ve dünyanın ihtiras yüklü hamuruna karışır.

İnsan hoyratça kullandığı zamanı ve mekânı bir emanet bilmelidir aslında… Hayatını, bedenini, sağlığını; Rabbinin verdiği bütün nimetleri, kısa bir müddet sonra sahibine iâde edeceği ilâhî bir emanet olarak görmelidir. Hepsinin başında da fıtratını emanet olarak görmelidir. Emaneti korumak için kalbi sükûnette olmalı ve dünya-âhiret terazisinde âhiret kefesi hep ağır basmalıdır. Sonsuz saadete ulaşmanın yegâne yolu, îman dâvâsıdır. Altmış-yetmiş yıllık bir dünyanın âlâyişine gönlünü kaptıran bir insan, nasıl sonsuz saâdet beklentisi içinde olabilir?

 Rabbimiz, dünyanın nasıl bir aldanış mekânı olduğunu bize şöyle haber vermektedir:

“Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider.) Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği (bitki), çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhirette ise, çetin bir azap vardır. Yine orada Allâh’ın mağfiret ve rızâsı vardır. Dünya hayatı, aldanış metâından (malından, geçimlikten) başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 20)

Gerçekten de, gaflet içinde yaşayan inkârcıların hepsi, âyet-i kerimede zikredilen birkaç hedefe (mal ve evlât çokluğuyla övünme tutkusu gibi) kilitlenmiş olarak yaşarlar. Bir başka âyet, dünyadaki aldatıcı süsler hakkında şu mâlûmâtı verir:

“Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük, insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metâıdır (menfaatleridir). Asıl varılacak güzel yer, Allah katında olandır.

(Rasûlüm!) De ki: «Size bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allâh’ın rızâsı vardır.» Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Âl-i İmrân, 14-15)

Dünya, âhiretle kıyaslanamayacak kadar basit ve değersizdir. Bu sebeple olsa gerek, “dünya” kelimesi, Arapça’da “dar, sıkışık, pis yer” mânâlarına gelmektedir. İnsanlar, dünya üzerinde geçirecekleri 60-70 yıllık ömrü, başta çok uzun ve tatmin edici zannederler, oysa çok kısa bir süre sonra bu ömrün sonuna gelir ve mezarın kapısına dayanırlar. Ölüm yaklaştıkça da, yasadıkları hayatın ne kadar kısa olduğunu daha iyi anlarlar. Mahşer (diriliş, toplanma) gününde ise, onlarla şöyle konuşulur:

(Allah inkârcılara) «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?» diye sorar. «Bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar kaldık, işte sayanlara sor.» derler. Buyurur: «Sadece az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz!.» Bizim, sizi boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?!” (el-Mü’minun, 112-115)

Dünyanın Allah tarafından yaratılmış geçici bir yurt olduğunu inkâr eden, dahası Allah tarafından bu geçici yurtta yaratılmış bazı nimetlere Cenâb-ı Hak’tan yüz çevirme pahasına hırsla bağlanan, bunları sahiplenen ve bir yanda da ilâhlaştıran bir insan, elbette ki azâba müstahaktır. Kur’ân-ı Kerîm, böylelerinin âkıbetini çok açık şekilde ifâde etmektedir:

“Artık kim taşkınlık edip azar ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz Cehennem, (onun için) tek barınma yeridir.” (en-Nâziât, 37-39)

Mü’min gafletten uzak olmak için dünyanın geçici süslerine aldanmamalı. Gönlünü diri tutmak için gafletin helâk edici girdaplarından uzak durabilecek dirilikte olmalıdır.

Bu dünya var olduğu tarihten itibaren kimseye yâr olmadığı gibi, bize de yâr olmayacaktır. Dünya bir mevsimdir. Hattâ mevsimlerden sonbahardır. Hep bir hazan, hep bir hicret ve hep bir ötelere göç vardır buradan… Mütemâdiyen bir gidiş ve bir bitiş olan bu dünyanın sahte gösterişine aldanmamak gerek...

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle