Horlanan Kıza, &Quot;Niçin?&Quot; Soruları Sorulduğu Vakit!

“Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, niçin öldürüldüğü sorulduğu vakit!” (et-Tekvîr, 7-8)

Ya da sadece Çin ve Hindistan’da 1980 yılından bu yana, (resmî kayıtlara geçtiği rakamlarla) 163 milyon kız çocuğunun en modern teknolojilerle donatılmış steril ortamlarda, kürtajla niçin yok edildiği sorulduğu vakit!

Ya da âilesi tarafından, tek suçu, “dünyaya kız olarak gelmek” olarak görülüp niçin itilip kakıldığı sorulduğu vakit!

Ya da “Yine mi kız dünyaya getirdin?!” denilerek niçin uğursuz sayıldığı sorulduğu vakit!..

* * *

Modern cahiliye devrini yaşadığımız bu günlerde bu soruları alt alta sıralayarak çoğaltmak mümkün.

Kader, yolumuzu Orta Asya’nın bağrında yer alan sıcak bir medreseye düşürdü. Sıcaklığından olsa gerek, her yüreği yaralı kızın yolu burada kesişir olmuş. Bakıyorsun, dinliyorsun, “Bu kadar sıkleti, bu kadar zayıf bir beden nasıl taşıyor?” diyerek şaşıp kalıyorsun.

Bir gün narin bir kız geliyor ve gözyaşları içinde:

“-Hocam, benim annem de, babam da yok!.. Kız olarak dünyaya geldiğim için, babam, annemi terk etmiş. Annem de başkasıyla evlenip beni dedemle ninemin yanına bırakmış. Ben babamı hiç tanımadım!..” diyor.

Ama o küçücük kalbinde kocaman îman taşıdığından, dünyaya kız olarak geldiği için Yaratan’ına isyan etmiyor.

Başka bir gün birisi daha geliyor ve “üç kızının olduğunu, ama eşine oğul veremediği için eşinin âilesi tarafından kızlarıyla birlikte anne evine geri gönderildiğini” anlatıyor. Belki o da isyan etmemek için bu medreseyi seçiyor.

* * *

Öğrenci velilerinden orta yaşlı bir kadın geliyor ve üç kızının olduğunu söylüyor. Bu güne kadar:

“-Vah, vah!” sözleriyle karşılaşan bu kadına:

“-Ne kadar güzel!.. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in müjdesine ulaşırsın inşâallâh!..” deyince şaşkın gözlerle bize bakıyor ve ilk defa kız dünyaya getirdiğinden dolayı takdir edildiği için:

“-Ne müjdesi?” diyor.

Rasûlullah Efendimizin:

“Üç kız dünyaya getirip onlara İslâmî terbiye veren kimse, cennetliktir.” (Ebû Dâvud, Edeb, 121) veya ardından “Her kim, iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben, şöyle yanyana bulunacağız.” (Müslim, Birr, 149) buyurup parmaklarını birleştirdiğini hatırlatıyoruz.

Ayrıca başka bir hadîs-i şerifinde yer alan:

“İlk çocuğu kız olan kadın, bereketli kadındır.” müjdesini haber veriyoruz.

 İşte o an, bu mahzun annenin gözleri, belki o güne kadar hiç parlamadığı şekilde ilk defa bir kız annesi olduğu için gururla parlıyor ve:

“-Devam et!” diyor. Anlatıyoruz, anlattıkça ferahlıyor, gülümsüyor.

İnsanın bir kimse tarafından değer görmesi, yaşı ilerlemiş olsa bile çocuk gibi neşelendirmeye yetiyor.

* * *

Gözleri ışıl ışıl parıldayan bir kız, medreseye geliş sebebini anlatıyor:

“-Babam, «Hadi, büyüdün artık! Kendi boğazının derdini kendin düşün!» diyerek beni çalışmam için köyden şehre gönderdi. Her çirkinliğiyle beni yutmak üzere olan şehirden bu medrese sayesinde kurtuldum, hemen size koştum!..” diyerek nemli gözlerle hikâyesini anlatıyor.

“-Peki, evde büyüyen bütün çocuklar mı böyle gönderilir?” diye sorunca:

“-Hayır, ağabeylerim babamın kolları altında, kız olduğum için ben gönderildim!” diyor.

“-Nasıl olsa bir gün el kapısına gidecek! Niye boşuna el kapısına gidecek kızın karnını doyurayım ki!..” diyen bir zihniyetle karşılaşıp, zamanın girdaplarında boğulmadan kalabilmek ne kadar da zor...

* * *

Bu acı hayat hikâyeleri uzayıp gidiyor. Yüreğimizin bu kadar acıyı kaldıramadığı vakit:

“-Yâ Rasûlâllah! Biz katılaşmış yüreğimizle bu câhilliğe dayanamıyoruz, ya Sen o engin merhametli yüreğinle bu zulümlere nasıl dayanabildin?!” diyoruz.

Türk halkları olarak, oğlanın ayrı bir değerinin olduğu yerlerde yaşıyoruz. Düğünde âdet olarak eve gelen gelinin kucağına kız değil de oğlan oturtularak geline ilk gözdağı verilmiş olur:

“-Sakın ha, bir yanlışlık yapma!.. Evimizi oğlan ile süsle!..” mesajı.. Sanki kız çocuğu doğurmak onun elinde veya tercihindeymiş gibi…

Kız çocuğu dünyaya getirip de kendisine isim sorulan bir büyük zâtın neden çoğunlukla “Zeyneb” ismini verdiğini şimdi daha iyi anlar gibiyim.

“Zeyneb” babasının süsü mânâsına geliyor. Kız çocuğu, bir babanın veya bir âilenin yüz karası değil; iyi eğitim verildiğinde babasının ve o evin süsü oluyor. Bunu, 1.400 yıl evvel, ilk çocuğu kız olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ilk defa kullanmış. Kızına “Zeyneb” ismini vererek âdeta:

“-Ey câhiliye toplumları!.. Ey gaflete yuvarlanmış insanlar!.. Kız çocuğu, hem benim, hem de evimin süsüdür, ziynetidir!..” diyerek onların cehâletten kararmış vicdanlarına, katılaşmış kalplerine seslenmiş.

Öyleyse İslâm’ın girdiği her ev ve her toplum, câhiliye devrinden kurtulmuş demektir. İslâm’ın yok sayıldığı her zaman ve her yer de; ne kadar modern imkânlara sahip olunursa olunsun “câhiliye devri” hükmünü sürdürmeye devam edecektir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle