Zarafet Deyince

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dîni tebliğ etmeye başladığı yıllardaki azmiyle bıkmadan, usanmadan, kızmadan “ahlâk, âdâb, incelik” anlattığını her tefekkür ettiğimde, gönlüme huzur kokulu bir zarâfet rüzgârı eser.

Zarâfet; hoşluk, güzellik, incelik olarak tarif edilir. Zarâfetin hayatımızda değmediği hiçbir alan yok. Doğumdan ölüme kadar uzanan dünya hikâyesini yaşanır hâle getiren zarâfet... Rabbimiz’e olan tâzim ve hürmetimizle başlayıp kendimize kadar gelen, bizden de çevremize hâre hâre yayılan zarâfet...

Yaratıcı’dan ötürü yaratılanı sevmek hassasiyetiyle başlayan zarâfet...

Kimsenin olmadığı anda bile, seninle olan en kıymetli ziynet; zarâfet...

Aklı, gönlü, davranışları hayran olunası bir hâle getiren zarâfet...

Gönüllü olarak vazife aldığım gençlik merkezinde, yıllardır gençlerle “âdâb-ı muâşeret” dersleri işliyoruz. İlk derste onlara anlattığım minik hikâyeyi sizlerle de paylaşmak isterim:

Hikâye bu ya; su, ateş ve edep arkadaş olurlar. Bir gün canları sıkılır ve ormanda dolaşmaya gitmek isterler. Sonra ormanda birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını konuşurlar. Sözü önce su alır:

“-Eğer kaybolursam beni şırıltımdan bulabilirsiniz.” der.

Sıra ateştedir:

“-Beni dumanımdan bulabilirsiniz.”

Ve sıra edebe gelince, şu mânidar cevabı verir:

“-Eğer beni bir kez kaybederseniz, bir daha aslâ bulamazsınız.”

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi; “Sükût, incelik, edep ve zarâfet insanı gittiği yerde sultan yapar.”

Tîn Sûresi’nde Rabbimiz, “İnsanı en güzel şekilde yarattık.” buyuruyor.

Yani özüne sahip çıkma gayreti gösteren, yaratılış gâyesini unutmayan her insan, zariftir diyebilir miyiz, ne dersiniz?

“Zarâfet eğitmeni”, “âdâb-ı muâşeret dersi” gibi kavramlar, bir jenerasyonun sinema filmleri sebebiyle zihnimizde garip bir yer edindi maalesef! Şöyle ki:

Kezban, köyden gelir. Onu nâzik bir hanımefendi hâline getirebilmek için, yabancı uyruklu bir eğitmen gelir. İlk şart, öncelikle başörtüsü ve uzun etekten kurtulmaktır(!)… Sonra bol makyaj, dans dersleri, dekoltesi bonkör elbiseler...

Sizce zarâfet kelimesini karşılıyor mu bu sahne!

Bu görüntüler zihinlerde yer edinmiş ki, birkaç yaz önce ortaokul grubu zarâfet dersinde şöyle bir hâdise yaşadım:

Sınıfın olduğu kata çıktığımda, sınıftaki hareketliliği fark edip bir süre uzaktan izledim. Kiminin başında kitap, kiminin dişleri arasında kalem... Belli ki zarâfet dersi deyince, onların da zihninde sığ, yapmacık bir görsellikten ibaret bir algı vardı! Selâm vererek girdim sınıfa:

“-Ne yapıyorsunuz böyle gençler?” dedim.

“-Hocam, dersimiz zarâfetmiş ya, çalışıyoruz!” dediler.

Onlar anlattı, ben dinledim. Kısa bir sohbetten sonra, ders muhtevasından bahsedince fark ettiler ki, zarâfet dersi, kitapla endâmını göstererek yürümekten çok daha özel ve kıymetli! Elbette diksiyon uygulamalarımızda, kalemi dişlerimizin arasına sıkıştırdık. Elbette nasıl yürümemiz gerektiğini de konuştuk. Ancak müslüman genç idrâki ile... (Devam edecek)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle