Taştan Da Gamsız Olduk

Savaşın başkentinden görüntüler yayınlanıyor televizyonda ve kullanılan başlıklar şöyle:

“Savaşın acısından kurtulmaya çalışan gençler…”

“Beyrut eski, güzel günlerine döndü, eğlence merkezleri dolmaya başladı.”

Gözlerime ve kulaklarıma inanamıyorum derken, aklıma İzmit depremi geliyor. Yine böyle depremden bir-iki hafta sonra bir eğlence (!) merkezinde bir genç kahkahalarla:

“–Annemi kaybettim, ama ölenle ölünmüyor. Ne yapalım, hayat devam ediyor!..” diyerek eğlenebiliyordu.

Ve güzeller güzeli, merhametliler merhametlisi Peygamber Efendimiz geliyor zihnime ve gönlüme… Zeyd ile Hubeyb şehid edilirken Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- mahzûn ve mağmûm onların selâmını alarak:

“–Mekke’de kardeşleriniz şehid ediliyor!..” buyurup sahabeyi de uyanıklığa sevk etmiş, kendileri de hüznünü saklayamamışlardı.

70 Kur’ân hâfızı şehid edildiğinde, o rahmet Peygamberi, bu acıya dayanamamış ve bir ay boyunca, her namazın ardından ashâbıyla zâlimlere bedduâyı hiç bırakmamışlar, yetmiş hâfızın acısını ashâbına da unutturmamışlardı.

Âaah, şimdi bakıyorum kendimize!.. Nasıl yürekler taşıyoruz ki, kardeşlerimiz can verirken, iffetlerini savunamazken bizler gülüp eğlenebiliyor, sofralarımızı şenlendirebiliyoruz?!. Mü’minler olarak:

“–Savaş benden uzak dursun…” deyip can ve mallarımızın derdinde, umursamaz bir hayatı nasıl kendimize yakıştırabiliyoruz?!.

Ve yine o en güzel hayat nümuneleri canlanıyor zihnimde… Abdurrahman b. Avf Hazretleri’ni hatırlıyorum.

Bir gün âilesi, önüne güzel bir sofra hazırlamışken geçmişi hatırlamış: Uhud’da şehit düşüp de yaşlı bir kadının hırkasıyla kefenlenen Hazret-i Hamza’yı, başı yarım örtüyle, ayakları da kokulu otlarla örtülen Hazret-i Mus’ab’ı… Geçmişini hiç unutmayan Abdurrahman b. Avf Hazretleri ağlayarak kalkmış sofradan ve:

“–Acaba, Rabbim, bu dünyada verip de âhiretten mi kısıyor?!.” diye endişelenmişti. Ki o, «aşere-i mübeşşere»den yani Peygamber Efendimiz tarafından cennetle müjdelenen on sahabeden biri iken taşımıştı bu endişeyi…

Ve yine âhlar diziliyor yüreğime… Kıyaslayınca onlarla şu hâlimizi cennette komşu olmak; hatta komşuluk bir yana, Kıtmîr misâli sadece kapılarında olsun bulunabilmek, tatlı ve avutucu bir hayal olarak kalabiliyor. Zira Kıtmîr dahî sadakatiyle ayrılmamıştı, o en zor günlerde sahiplerinden… Biz ki, “eşref-i mahlûkat” vasfındaki insan olarak sâdık kalamıyoruz bezm-i elestteki ahdimize… Unutuyoruz, Akabe’deki bey’atlarımızı ve unutup yalnız bırakıyoruz Rasûl’ü ve Rasûl’ün kardeşleri olan ümmetini… Hâlbuki:

“…O gün, sâdıkların sıdkının fayda verdiği gündür…” (el-Mâide, 119)

Kıtmîrlerin dahî hakkının yenmediği o gün, mü’min kardeşlerini duâ kapılarında terk eden bizler, nasıl bir pişmanlık ve nedâmetle çıkacağız o büyük dîvâna?!

Yine de «Ancak kâfirler, Allah’tan ümit keser!..» deyip ümidimizi yitirmiyoruz. Ancak bu dünyada ne ekersek, yarın âhirette de biçeceğimiz odur. Gamsız, umursamaz bir hayat, âhiret zahmeti iken; hizmet ve acıları paylaşabilmenin zahmeti yarın âhirette rahmet olarak çıkacak karşımıza inşâallah…

“Her kim zerre miktarı hayır işlerse, onu görecek. Her kim zerre miktarı şer işlerse onu görecek.” (ez-Zilzâl, 7-8)

Allâh’ım, bizleri rızân için birbirinin endişesini çeken mü’minler eyle!.. Üzerimize sabır yağdır ve kâfirlere karşı bizlere nusret nasib et. Allâh’ım, birbirinin acısını unutup dünya meşgalesinde helâke düşenlerden eyleme!..

“…Artık onlar taş gibidir veya daha katı. Hâlbuki taşlardan öylesi vardır ki,  onlardan nehirler fışkırır; bir kısmı da yarılır da içinden su çıkar. Onlardan bazısı da vardır ki, Allah korkusundan düşüp yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.” (el-Bakara, 74)

Yüreğimizi taşlaşmaktan, gamsızlıktan koru ve mü’min kardeşlerimizin dertlerinden gafil eyleme!.. Bizlere dirlik, birlik ihsan et; kendi işlediklerimiz sebebiyle bizleri helâk etme!.. Rabbim, bunca gaflet ve dalâletimize rağmen Sen’in o yüce ve nihayetsiz rahmetini ümid ediyoruz.

Âmin!..

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle