Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

“İslâm, bilmekle başlar!” desek abartmış olmayız herhalde… Kendisini bilmeyen, Allâh’ı bilmeyen, neye, nasıl inanır?

Elbette her bilgi, “bir” değildir. İnsana kâinâtı tanıtan, onu şerefli bir varlık olarak yücelten bilgiler olduğu gibi, zemmedilen, yerilen bilgiler de vardır.

Bilgiler içinde farklı dereceler de vardır. Hayâtî, elzem bilgiler olduğu gibi, lâzım olan yahut fuzûlî bilgiler de vardır. Lâzım olan bilgiler, duruma şartlara göre değişse de, “fuzûlî bilgiler” tek cümleyle, dünyaya ve âhirete faydası olmayan bütün bilgileri içine alır.

Şeytanın vesvesesi, insanı “zararlıyla” meşgul etmekle başlar. Eğer insan biraz tedbirli davranır, işin özü itibariyle açık bir kötülük olduğunu fark ederse, şeytan bu sefer “fuzûlî” meşgalelerle o insanı oyalamaya çalışır. Eğer bunda da başarılı olmazsa, bu sefer, o kimsenin “lüzumlu” işlerle meşgul olmasına istemeye istemeye râzı olur; yeter ki, “olmazsa olmaz derecede hayatî ve elzem” işlerle, ilimlerle meşgul olmasın!.. En son hamlesi de hayatî iş ve ilimlerle uğraşan kimselerin; gurur, kibir, ucub (kendini beğenme), riya (gösteriş) vb. kalbî hastalıklarla yaptıkları işten istifadesini en aza indirmeye çalışmaktır.

Bu yüzden ilimle meşguliyet önemlidir. Kişinin ne yapması gerektiğini, ne zaman ve nasıl yapması gerektiğini, yapılacak şeylerin hangi sıra gözetilerek yapılması îcab ettiğini hep ilim, irfan, akıl ve firasetle tesbit edebiliriz.

Başta da dediğimiz gibi, insanın kendisini tanıması da ilimle olur, kâinâtı ve Rabbini tanıması da… Ama tek başına ilim yetmez! Yoksa bütün ilim ehli; îman sahibi, kâmil insanlar olurdu. Öyleyse ilme, îmanın, irfanın, ahlâkın ve takvânın eşlik etmesi şart… Eğer ilim, böyle bir kıvama ulaşırsa, bakış keskinleşir; mesafeleri, mâniaları delen firâset olur. Eğer ilim bu kıvama ulaşırsa, kulak her şeyi duymaz, dil her şeyi söylemez hâle gelir. Gerekeni duyar, îcab edeni, icap ettiği kadar ve şekliyle, yerinde ve kıvamında ifade eder.

Böyle bir ilme kavuşmak, Peygamber mîrâsından hisse almak için selef-i sâlihîn ömürlerini yollarda geçirmişler; hakiki bir ilim ehli bulduklarında kendisinden nasip almak için her şeylerini feda etmişlerdir.

İlim; isteyene, tâlip olana, meşakkatine katlanana ihsan edilir. Mal ve makam, Allâh’ın lütfudur; Rabbimiz onu dilediğine verirken ilmi isteyene, bu uğurda çileye tâlip olana nasip eder. Elbette kazanarak (kesb ile) kazanılan ilimler olduğu gibi, Allâh’ın hibe ettiği (vehbî) başka ilimler de vardır, ama bu da bahs-i diğer…

Bu sayımızda, okulların açıldığı bir ayda “ilmi” ve “ilim için çekilen çileleri” konu edinelim dedik. İslam tarihinde “rıhle” adı verilen ilim yolculukları, ilmin mayalanması, kemâl bulması ve yayılması için çok büyük bir rol oynamıştır. Bugün de gözünü karartıp ilim için yollara düşecek, ilmini kemâle erdirmek için kapı kapı dolaşacak, aklını olgunlaştırırken kalbini ihmal etmeyecek nesillere ihtiyaç var. Çünkü ilim, hicretle öğrenilir, gurbetle öğrenilir. Kendinden vazgeçmeyen, ilme ulaşamaz!

İlim, amelin başlangıcı… İlim, kemâlin başlangıcı… İlim, tevhidin, îmanın başlangıcı… İlim, muhabbet ve teslimiyetin başlangıcı…

Bilgisizce ibadet eden bir insan ya da bilgisizce tebliğde bulunan bir hayır niyet sahibi, çoğunlukla kaş yaparken göz çıkartır. O hâlde yaptığımız her işe başlamadan önce bilmek gerekiyor. İlm-i hâl, içinde bulunduğumuz durumun gerektirdiği bilgileri öğrenmek “farz”, bunları temin edeceğimiz yollara düşmek de bir başka “farz”…

Rabbimiz, ümmet-i Muhammed’i ilimle ziynetlendirsin, şereflendirsin; onları yine ilmin öncüleri yapıp ilim, irfan, medeniyet ve hikmetle yeniden aziz kılsın. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle