Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Kıymetli Okuyucu,

Günümüz insanı, maddeye râm olmuş, globalleşmeyi hedefleyen, ruh dünyası zaafa uğramış bir toplumun kıskacı ve ezici tahakkümü altında perişandır. Sefâletini saâdet zannetmekte olup, önündeki uçurum, girdap ve erozyonların farkında olamamaktadır.

Fertlerde ve toplumda meydana gelen çöküntüler ve diğer taraftan da yaşanan âile fâciaları gittikçe artış göstermektedir. Memleketimizde bu sene boşanma sayısının altmış bin civârında olması, toplumun gidişâtının ve arada ziyan olan bir neslin acıklı hâline ayna tutmaktadır.

Bütün bu buhranların ilâcı ise; fertleri yetiştiren, âileleri şekillendiren sâliha hanımlardır. Bu vesîleyle Şebnem Dergisi olarak, bir yangında “ilk kurtarılacak varlık” olarak gördüğümüz kadın ve âileleri muhâtap alarak yola çıktık.

Çünkü kadın düzeldiğinde, fert de, âile de, cemiyet de düzelmektedir. Kadın, iffet ve haysiyetini zâyî ettiğinde ise, bütün bir toplum, âdeta cam kırıkları ile dolmaktadır. Bu sebeple, neşrettiğimiz her yazı, her makale, her hikâye hep bu ana gâyeye hizmet etti.

Aynı şekilde bu gâyenin gerçekleşmesi için kaleme alınan “Gönül İkliminde Damladan Deryaya” üst başlıklı seri yazılarda da; hayatın ve ölümün mânâsı, genç kızlarımızın ve âile hayatımızın önündeki tehlike ve bâdireler, cemiyetimizdeki ahlâkî ve mânevî erozyona temâs edildi ve bazı dertlerimizin çözüm yolları gösterildi.

Göndermiş olduğunuz mektup ve mesajlarınızla çok yakından takip ettiğiniz bu seri yazılar, bu sayımızla nihâyete ermiş bulunuyor. Tam bir yıldır, bütün meşgûliyet ve çalışmalarına rağmen, tebliğ ve irşad aşkıyla bize vakit ayıran, dergimizi himmet kanatları altına alan muhterem müellif Osman Nûri TOPBAŞ’a teşekkürü bir borç biliyoruz. Cenâb-ı Hak’tan kendilerine hayır ve hizmet dolu uzun bir ömür niyâz ediyoruz. Allah kendilerini de, bizleri de nice hayırlı hizmetlere muvaffak kılsın.

 

* * *

Geçen sayımıza, “Senenin son ayı… Muhâsebe vaktimiz yaklaştı.” diye başlamıştık. Bu sayımızda da o kendi kendimizle hesaplaşmamızı kolaylaştıracak bir konuyu gündemimize alıyoruz: Ölüm.

Aslında her gün, her dakika, adım adım bu kaçınılmaz sona doğru ilerliyoruz. Hepimiz, ölümün istisnası olmadığını, o veya bu sebeple bizi bir gün yaka paça yakalayacağını biliyoruz. Ama unutuyoruz. İnsan olduğumuz için unutuyoruz, dünyanın meşgalesi ağır basıyor, onun için unutuyoruz. Nefsimiz unutturuyor, neslimiz unutturuyor. Velhâsıl hep bir bahane var oluyor. Ancak biz, ölümün ötesinin de var olduğuna inananlardanız, yaptığımız her şeyin hesabını vereceğine inananlardan… Bu yüzden ölümü hiç unutmamamız lâzım. Çünkü unuttuğumuz an hata yapıyoruz, kalp kırıyor, inciniyor ve incitiyoruz. Unuttuğumuz an, bizi yaratanı unutuyoruz, aslında kim olduğumuzu unutuyoruz. Bunun için ölümü hep hatırlamalıyız, hatırlatmalıyız. Hani Peygamber Efendimiz de buyuruyor ya, “Bütün lezzetleri kesip atan ölümü sıkça hatırlayın!..” diye… Bizimki de bu emre ittisal sadece…

Bu sayımızda ölümün pek çok farklı açıdan incelendiğini göreceksiniz. Biz hazırlarken çok etkilendik, inşâallah, sizlerin üstünde de hayırlı tesirleri olur.

Edebî yazılarıyla, hâtıra ve denemeleriyle, sağlık ve rehberlik bölümleriyle ve yepyeni mizanpajıyla, sizi Şebnem’le başbaşa bırakıyoruz.

Allâh’a emânet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle