Su Kasidesi -9-

Dest-bûsu arzusuyla ölürsem dostlar Kûze eylen toprağum sunun anunla yâre su

(Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem, toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin. Ki, hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi, onun dudaklarına değsin.)

 

Sanatlar: Beyitte tekrar edilen “s” sesiyle “aliterasyon”, “ölmek-toprak” ve “dost-yâr” kelimeleri arasında “leff ü neşr”, “bûs-arzu, dost-yâr, kûze-toprak” kelimeleri arasında “tenâsüb”, şâirin dostlarına “Ey dostlarım!” şeklinde hitab edişinde de “nidâ” sanatı yapılmıştır.

 

Gönül Gözüyle Mânâsı: Şair, bu beytiyle gerçek sevgilisine, Habîb-i Edîbine, İki Cihan Serveri -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir şekilde vuslata erme iştiyak ve azmi içindedir. Çünkü o, Peygamber Efendimize hasret sebebiyle büyük bir yolculuğa başlamış, dağ-taş demeden uzun yollar geçerek Medîne’ye doğru akmaya çalışan bir su olmaya azmetmiştir. Ancak yolculuk uzun, çöl ise engel ve tehlikelerle doludur. Sevgi, emek ve sabır ister. Bütün bu mâni ve bâdirelerin ucunda ölüm de vardır. Ama sevgili yolunda ölüm, bir kayıp değildir. Zaten hakikatte muhabbet, kişinin hayatını mâşukuna adamasından ibarettir.

* * *

Şâir, okuyucularına hitapla seslenmeye devam eder; âdeta vasiyetini yazar ve şöyle der:

“Dostlar! Benim bu hayattaki en büyük arzum, Peygamber Efendimizin mübârek elini öpmektir. Eğer bu emelime ulaşamadan ölürsem, siz benim toprak olan bedenimden kâse yaparak ona su ikram edin. İkram edin ki, tenim tenine değsin ve böylece umarım ki, ateş bana ebediyyen haram olsun.”

Ölüp toprağa karışmış bedeninden yapılan testi ve bu testiye konulmuş olan suyla Peygamber Efendimize vuslatı gerçekleşmiş olacak… Zira Peygamber Efendimize sunulan o testiyle yahut İki Cihan Serveri’nin mübarek elleriyle kâseyi tutması sebebiyle, şâir, uğrunda ölümü dahî göze aldığı sevgilisine kavuşmuş ve Peygamberimizin elini öpmüş olacak!.. Kapların birleşmesi misâli gerçekleşen bu muhabbet akışı, onu şefâate, dolayısıyla Cennet’e eriştirecektir.

Gerçekten muhabbet samimi ve derinden ise, er-geç murâd tahakkuk eder. Nitekim Fuzûlî’nin mecâzen ve sanatkârâne bir şekilde dile getirdiği bu mısralar, kendisinden asırlar sonra bir vâkıa olarak gerçeklemiştir. Şöyle ki:

Şarkışla Lisesi’nde bir okul, Fuzûlî’nin Kerbelâ’da bulunan kabrinden toprak getirmiş, bu toprakla Nevşehir Avanos’ta testi yaptırmış; yine bu okulun edebiyat öğretmeni Mescid-i Nebevî’ye su dökerek Fuzûlî’nin ihlâsla yapmış olduğu asırlar önceki vasiyetini -kısmen de olsa- yerine getirmiştir.

* * *

Mesh (el sürmek, dokunmak) İslâm’da kabul gören bir davranıştır. Hakkında “Yeryüzünde Allâh’ın elidir.” buyrulan Hacerü’l-Esved’e selâm etme ve el sürme (istilâm) arzusu da buradan gelir. Mü’minlerin bununla mağfirete ve şefaate mazhar olacağı ümid edilir. Nitekim Hacerü’l-Esved’e dokunma ile ilgili hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmuştur:

“Vallâhi Allah Teâlâ onu (Hacerü’l-Esved’i), kıyamet gününde gören iki gözü ve konuşan bir dili olduğu hâlde diriltir. O da kendisini hakkıyla istilâm edenler için şahitlik yapar.” (Tirmizî, Hac, 113/961)

“Hacerü’l-Esved, yeryüzünde Allâh’ın yemînidir, yani sağ koludur. Kişi, kardeşiyle musâfaha ettiği gibi, Allah Teâlâ da onunla, insanlarla musâfaha eder.” (Hakîm, I, 627/1681)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübarek dokunuşlarından şefaat ümid edilen şu vâkıa da meşhurdur:

Vefat ettiğinde:

“-Bugün annem vefat etti.” buyuracak kadar çok sevdiği, kendisine annelik eden amcası Ebû Tâlib’in zevcesi Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- dar-ı bekaya irtihal ettiğinde, Peygamber Efendimiz gömleğinin ona giydirilmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

“-O benim annemdi. Amcam Ebû Tâlip’ten sonra, bana onun kadar iyiliği dokunan başka bir kimseye rastlamadım. Ona cennet elbiselerinden giydi­rilsin diye gömleğimi kefen yaparak giydirdim. Kabir hayatı, kendisine kolay ve rahat gelsin diye de bir müddet kabrinde uzandım. Cebrâil -aleyhisselâm- bana Rabbim’den onun Cennetlik olduğuna dâir haber getirdi. Allah seni bağışlasın ve hayırla mükâfâtlandırsın! Allah sana rahmet etsin, ey annem!.. Sen benim annemden sonra annem idin. Kendin aç durur, beni doyururdun. Kendin çıplak durur, beni giydirirdin. Allâh’ım, benim ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duâmı kabul buyur.” (Bkz: Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, XXIV, 351-352; Hâkim, III, 116-117)

* * *

Gerek mecâzî, gerekse ilâhî muhabbette varlık, sevgiliye kavuşmakta, yokluk ise ondan mahrumiyettedir. Sevgiliye kavuşan vuslata ermiş, ondan uzak kalan ise ateşe düşmüş demektir.

İnsan sevdiğine duyduğu hasretle gözyaşı döker, öyle ki, gözyaşları birikip sel olur ve sevgiliye doğru akar. Fuzûlî, gözyaşının kurumasının, bu sel hâline gelmiş suların da kurumasına sebep olacağını ifade ediyor. Başka bir ifadeyle, hasretin bitişi, sevginin tükenişi; âşıkın ölüşüdür. Âşık, hasretle kazanır, vuslatla harcar. Bu sebeple gerçek âşıklar, hasret ânındaki “âh!” çekişi, kavuşmaya tercih ederler.

İnsanın sevdiği uğrunda ölmesi bile, ona kavuşma arzusuna mâni olamaz. O, ne yapıp edip kendinden bir parçanın sevgiliye ulaşması ile tesellî bulur. Dünya hayatında, bedenen ona ulaşamasa bile, ona gönlünün, sevgisinin ve kendisinden herhangi bir parçanın ulaşması yeterlidir. Bu sebeple âşıkların bazısı, sesini, sabâ rüzgârına yükler gönderir; bazısı içinin yangınını sularla serinletmeye çalışır, bazısı sevgilinin ayağını bastığı toprağı başına tâc eder.

Îmanla hayata bakan herkes, hayatın bu sayılı günlerden ibaret olamayacağını, sonsuz bir hayatın bulunması gerektiğini de kabul eder. İşte şairin öldükten sonra bile kavuşmakla tesellî bulacak olması, rûhun ölümsüzlüğüne inancını da göstermektedir. Hayat, bu dünyayla sınırlı olamayacak kadar ulvî ve iç içe geçmiş ilâhî hikmetlerle örülüdür. Edirneli Celîlî de sevgisini Fuzûlî’ye benzer bir mâhiyette şu sözlerle ifade eder:

Öldükte bu ben hasteyi eşk ile yusunlar

Cânâne güzar ettiği yollarda kosunlar

(Öldüğüm vakit beni gözyaşları ile yıkasınlar ve mezarımı, sevgilinin geçtiği yollar üstüne yapsınlar -ki, öldükten sonra da sevgilinin kokusunu alabileyim, onu görüp hasret giderebileyim.-)

“Âşıklar ölmez.” kavli mûcibince; şu dünyadaki varlık âlemi terk edilse dahî, onlar ölümle ölmeyen ve hattâ ölümü öldüren bahtiyarlar zümresindendir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle