Nasr Suresi

Meâli:

1- Allâh’ın yardımı ve fetih geldiği zaman,

2- İnsanların fevc fevc (bölük bölük, akın akın) Allâh’ın dinine girdiklerini gördüğünde;

3- Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çokça kabul edendir.

 

Sûre Hakkında Bilgiler

Nasr Sûresi, Mushaf’taki sıralamada 110., iniş sırasına göre 114. sûredir. Tevbe Sûresi’nden sonra nâzil olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in en son inen sûresidir. Üç âyet olup birinci âyetteki “nasr” kelimesi sûreye isim olmuştur. Medenî, yani Medine döneminde inmiş bir sûredir. Bu mübârek sûrede Peygamber Efendimiz’in vefât haberi vardır. Bu sebeple sûreye, “et-Tevdî”, yani vedâlaşma sûresi de denmiştir.

 

Nüzûl Zamanı

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ- şöyle demiştir:

“Bu sûre, Vedâ Haccı’nda, teşrik günleri sırasında Mina’da indi.”

Rivâyete göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha sonra devesinin sırtına çıkıp meşhur hutbesini okumuştur. (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, VII, 283)

İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- ve başkalarından gelen birçok rivayette Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu sûre nâzil olduğu zaman:

“-Bana vefâtım haber verildi.” buyurmuştur. (Buhârî, Tefsîr, 110/3)

Buhârî’deki rivâyette İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- şöyle demiştir:

“Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Bedir Gazvesi’ne katılan büyüklerin arasına beni de çağırdı. Onların arasına girmek pek hoşuma gitmezdi. O büyükler(den biri olan Abdurrahman bin Avf), Hazret-i Ömer’e:

«-Bu çocuk, bizim çocuklarımız gibidir. Neden özellikle onu toplantılarımıza çağırıyorsun?!” diye sormuştu.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle cevap verdi:

“-İlim bakımından bu çocuğun makamını biliyor musunuz?”

Bir gün Hazret-i Ömer, Bedir’e katılan büyükleri davet ettiği bir toplantıya beni de çağırdı. Ben, Hazret-i Ömer’in beni, bu büyüklerin toplantılarına sık sık niçin çağırdığını ispat etmek üzere davet ettiğini anladım. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- sohbet esnasında, Bedir ehlinin büyüklerine şöyle sordu:

“-Nasr sûresi hakkında ne dersiniz?”

Bazıları şöyle dedi:

“-Bize Allah Teâlâ’nın nusreti gelip fetih nasip olduğunda Allah Teâlâ’ya hamd ve istiğfar etmemiz emredildi.”

Bazıları:

“-Bundan murad, şehir ve kalelerin fethidir.” dediler.

Bazıları da sessiz kaldılar. Hazret-i Ömer daha sonra:

“-İbn-i Abbas, sen de aynı şekilde mi düşünüyorsun, sen ne dersin?” dedi. Ben:

“-Bundan murad, Allah Rasûlü’nün ecelidir. Bu sûrede Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, Allah Teâlâ’nın nusretinin gelip fetih nasip olmasının eceline işaret olduğu bildirilmiştir. Ondan sonra Allah Teâlâ’ya hamd ve istiğfar etmesi emreidlmiştir.” dedim.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“-Ben de senin dediklerinden başka bir şey bilmiyorum.” dedi.

Bir rivâyette, Hazret-i Ömer’in Bedir büyüklerine şöyle buyurduğu da kayıtlıdır:

“-Bu gencin toplantımıza katılmasına hâlâ itiraz ediyor musunuz? Onu bu toplantıya çağırmamın sebebini herhalde anladınız.” (Buhârî, Tefsîr, 110/3; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXX, 326)

 

Önceki Sûreyle Münâsebeti

Bilindiği üzere elimizdeki Kur’ân-ı Kerîm, âyet ve sûrelerin Peygamber Efendimize iniş sırasına göre tertip edilmiş değildir. Bir önceki sûre olan Kâfirûn Sûresi, Mekke’de indirilmiş ve daha çok kâfirleri muhatap alırken, bu sûre Medine devrinin en sonunda indirilmiş ve muhatabı öncelikle Peygamber Efendimiz’dir. Buna rağmen Mushaf’taki bu tertipte de pek çok irtibat ve hikmet göze çarpmaktadır. Nitekim:

1-Kâfirûn sûresinde mü’minlerle kâfirlerin, inanç, ibadet vb. konularda birbirlerinden tamamen ayrılması, îman ve ibadete dair hususlarda tâviz verilmemesi emredilmişti. Ondan önceki sûre olan Kevser Sûresi’nde de kâfirlerin, Peygamber Efendimize olan kin, buğz ve düşmanlıklarına işaret edilmişti. Bu sûre, Allâh’ın yardımının ve zaferinin mutlaka geleceğini, Peygamber Efendimizin ve Müslümanların er-geç mutlak hâkimiyet ve fethe kavuşacaklarını müjdelemektedir. O kadar ki, bugün gözleri dönecek kadar îmana cephe alan azılı kâfirler bile, o gün akın akın İslâm’a koşacaklardır.

2-Cenâb-ı Hak, önceki sûrenin sonunda; “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” (Kâfirûn Sûresi) buyurunca, Peygamber Efendimiz sanki:

“-Allâh’ım, bunun karşılığı nedir?” demiş, Allah Teâlâ da:

“-Allâh’ın yardımı!” (Nasr Sûresi) buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz:

“-Beni putlara davet eden o amcamın cezası nedir?” diye sorunca da Cenâb-ı Hak:

“-O Ebû Leheb’in iki eli kurusun!” (Tebbet Sûresi) buyurmuştur.

3-Cenâb-ı Hak, bu sûrede vaadini, bundan sonraki sûre olan Tebbet Sûresi’nde de vaîdini (azab haberini) getirmiştir. Bu şekilde önce vaadin, sonra vaîdin gelişi; Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin gazabından önce gelişindendir. Aynı zamanda vaadinde durmak, kerem açısından intikamı (vaîdi) tastamam yerine getirmekten daha öncedir.

 

Sûrenin Muhtevâsı

Mevdûdî bu sûre hakkında şunları söyler:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e Arabistan’da İslâm’ın zaferi kemâle erdikten sonra ve insanlar grup grup dine girdiklerinde bunun anlamının bu dünyadaki vazifesinin sona ermiş olduğu bildirilmiştir. Ondan sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hamd ve tesbih ile meşgul olması emredilmiştir. Çünkü O, Allâh’ın lutfu ile büyük bir işi başarıyla tamamlamıştır. Vazifesini yerine getirirken işlediği zaaf ve eksikliklerden dolayı Allah Teâlâ’dan af dilemelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta, bir nebî ile dünyevî bir önder arasındaki farkın ne kadar büyük olduğudur. Bir dünyevî öndere dünyada büyük bir inkılâp yapmak nasip olsa, o kişi törenler düzenleyerek önderliğinden gurur duyar. Ama burada Allah Teâlâ’nın Peygamberi, yirmi üç sene gibi kısa bir sürede bir kavmin akîde, düşünce, ahlâk, kültür, medeniyet, muâşeret, siyaset, iktisat ve savaş anlayışını değiştirerek câhiliyeye boğulmuş bir kavmi, bütün dünyaya hâkim olacak bir hâle getirmesine rağmen ve dünyanın bütün kavimlerine örnek olmaya lâyık hâle kavuşturmasına rağmen, böyle büyük bir başarının sonunda törenler düzenleyip gururlanmak yerine, Allah Teâlâ’ya hamd edip mağfiret dilemesi ve O’nu tesbih etmesi emredilmiştir. Peygamber Efendimiz de bütün acziyle bu emri yerine getirmekle meşgul olmuştur.” (Mevdûdî, a.g.e., VII, 284-285)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle