Katılaşan Kalplerin Tedavi Ayı

İnsanın hayattaki temel vazifesi, gücünü ve gönlünü en hayırlı işlere tahsis ederek ömrünü en verimli bir şekilde kullanmak ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını hak edecek bir hayat yaşamaktır. Nitekim Allah Teâlâ:

“O, hanginizin daha güzel işler (ameller, tâatler) yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlâk gâlib ve çok bağışlayıcıdır.” (el-Mülk, 2) buyurmaktadır.

Bütün hayatı ve insanı, bu hâtime (son) için yaratmıştır Allah Teâlâ... Ama tahammülsüz, hırslı ve aceleci olan insan, birçok zaman yaratılış maksadını unutmuş; oyun ve eğlence olan dünyaya aldanmış, sayılı günlerini boş işlerle doldurup tüketmiştir. Buna rağmen hem Azîz ve Gafûr, hem de Tevvâb ve Rahîm olan Rabbimiz, özel gün ve gecelerle kuluna tekrar tekrar fırsatlar sunmuş, imkânlar vermiştir. Bu imkânların en büyüklerinden biri, hiç şüphesiz mübârek ay, Ramazân-ı Şerîf’tir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim Ramazan ayını Allâh’a îmân ederek, karşılığını da sadece O’ndan bekleyerek ibâdetle geçirirse, geçmiş bütün günahları bağışlanır. Kim de Kadir gecesini Allâh’a îman ederek karşılığını da sadece O’ndan bekleyerek değerlendirirse, geçmiş bütün günahları bağışlanır.” buyurmaktadır. (Nesâî, Sıyam, 2177)

Diğer bir hadîs-i şerîfte ise:

 “Ramazan ayı geldi. Bu ay, Allâh’ın oruç tutmayı farz kıldığı aydır. Gök kapıları, bu ayda açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır. Bu ayda öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan, bin ayın hayrından mahrum kalmış gibidir.” buyurmaktadır. (Müslim, Sıyâm, 1)

 Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- annemizin bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz de bu aya farklı bir ihtimam gösterir, diğer aylarda yaptığı ibadet ve tâatlerini bu aya mahsus kat kat artırarak devam ederdi.

Bizler de dünya ve dünyalıkların hayatımızı bütünüyle işgal ettiği günümüzde, böyle mübârek gün ve geceleri değerlendirmeye; katılaşan kalplerimizi, istiğfar ve tesbihlerle tedâvî ve mâmur etmeye gayret etmeliyiz.

Kalpleri arındırmanın, buradaki kasvet ve katılıkları kırmanın ilk şartı; orayı Yaratıcısı için her dâim temiz ve pâk bulundurmaktan başlar. Dünya ve dünyalıklardan berî kılarak Sâhibinin sevdiği iş ve amellerle tezyin etmekten geçer.

 En büyük imtihanı, dünya ve mal sevgisi olan biz âhirzaman ümmeti için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu hadîs-i şerîfleri mühim bir ikaz olmalıdır:

“Kıyamet yaklaştıkça insanların dünyaya karşı hırsları artar. Bu durum, onları Allah’tan uzaklaştırdıkça uzaklaştırır.” (Hakîm, el-Müstedrek, 4/324)

 “Günahların en büyüğü; dünya sevgisidir.” (Kenzu’l-Ummal, Kitâbu’l-Ahlâk, 6071)

“Her kim dünyayı severse, âhiretine zarar vermiş olur. Her kim de âhiretini severse dünyasına zarar vermiş olur. O hâlde siz bâkî olan şeyi (âhireti), fânî olan şey üzerine (dünyaya) tercih ediniz.” (Taberânî, İbn-i Hibbân)

Dünya sevgisi, insanların kalbini tamamıyla kaplar ve katılaştırır. Katılaşan bir kalple îfâ edilen ibadetler, içten/gönülden ve hûşu ile değil, dıştan/sûretâ edâ edilir. Kalbe sirâyet edemez. Böyle olunca da yapılan ibadetlerden zevk alınmadığı gibi, arzu edilen hedefe de hakkıyla ulaşılamaz.

Dünya sevgisinin bir diğer tehlikesi ise; kulu, gerçek saâdetten alıkoymasıdır. Kulun gerçek mutluluk ve huzuru; kalbinin Allah ile olan birlikteliğindedir. Allah sevgisiyle dolu bir kalple yapmış olduğu ibâdetler ve hizmetler, insanları rakîkleştirir, inceltir, ahlâken güzelleştirir, mânen yüceltir. Muhabbet, merhamet ve huşûdan mahrum ameller ise genellikle kuru bir antrenmanın ötesine geçmez. Bu tür ibâdetlerden mânen herhangi bir huzur ve saadete erişilemediği gibi, bazen de kişide gurur, kibir, benlik ve üstünlük duyguları oluşturarak o şahsın, mânen daha aşağı derekelere düşmesine bile sebep olabilir.

Hak dostları, her hâl ve davranışlarını, Rabbimizin huzurunda olmanın îcabına göre yaşamaya gayret ederler. Onlar, bir gün muhakkak öleceklerini ve dünyada yaptıkları her amelin hesabını âhirette muhakkak vereceklerini bilirler, buna göre yaşamaya çalışırlar.

Bu sebeple kısır ve basit işlerle meşgul olmak, onların gözünde büyük bir zül ve en büyük kayıplardan biridir. Hasan Basrî Hazretleri’nden şöyle rivâyet edilmiştir:

“Allah Teâlâ’nın bir kulu, mâlâyâni (dünya ve âhirete faydası olmayan boş ve gereksiz işler) ile meşgul etmesi, ondan yüz çevirdiğinin işaretidir.” (Beyhakî, ez-Zühd, 72)

Mâruf-i Kerhî de:

“Kulun mâlâyânî söz söylemesi, Allah Teâlâ tarafından terk edildiğini gösterir.” buyurmaktadır.

İşte dünya ve dünyalık sevgileri, kul ile Rabbi arasına bir perde gibi girer. Kendisini unutup tamamen dünyaya meyleden kulu, Allah Teâlâ da kendini tanımak nîmetinden mahrum bırakır. O, Rabbini unuttuğu gibi, Rabbi de onu, kendi hâline terk eder. Bir kul için en büyük kayıp da bu olsa gerektir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisini meşgul edecek dünyalıklardan dâimâ uzak kalmış, zarûret ve kifâyet miktarı ile yetinmiş, sahip olduğu dünya nîmetlerini de infak ederek âhiret sermayesi hâline getirmiştir. O İki Cihan Güneşi, bir gün ashâbına:

“-Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz!” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, elhamdülillah biz Allah’tan hayâ ediyoruz!..” diyerek, kendisinden bu sözü biraz daha izah etmesini talep etmişler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“-Söylemek istediğim, bu (sizin anladığınız hayâ) değil!.. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; kafayı ve içindekileri, mideyi ve taşıdıklarını (haramlardan, günahlardan) korumak, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamaktır. Kim âhireti isterse, dünya hayatının süsünü terk eder. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 24)

Başka bir hadîs-i şerîfte de, kulların ibâdet ve taatle Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıklarında, nâil olacakları nîmetler şöyle sıralanır:

“…Kulum, bana kendisine farz kıldığım ibâdetlerle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Ne var ki kulum, bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder, tâ ki, Ben onu sevinceye kadar... Ben onu sevdiğim zaman ise, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Artık o, Ben’imle işitir, Ben’imle görür, Ben’imle tutar ve Ben’imle yürür…” (Buhârî, Rikak, 38)

O hâlde gök kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şeytanların bağlanıp kalplerimizin vesveselere daha az tutsak olduğu mübârek Ramazan günlerini ganimet bilmeliyiz. Bu düşüncelerle yine Allah Rasûlü’nün rahle-i tedrîsine oturalım ve can kulağımızla O’nu dinleyelim:

“Gücünüzün yettiği kadar gönlünüzü dünya kaygılarına ve dertlerine kapılmaktan koruyun. Çünkü kimin en büyük derdi, dünya nimetlerini elde etmek olursa, Allah onun gereksiz meşguliyetini artırır, fakirliğini gözünün önüne koyar. Kimin de en büyük derdi, âhiret nîmetlerini kazanmak olursa, Allah, onun dünyalık işlerini toparlayıp düzene koyar ve gönlünü zengin kılar.” (Câmiu’s-Sağîr, 1795)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle