Hakkı Tutup Kaldırmak -4-

Allâh’ın kul üzerindeki hakkı, kulların Allâh’a îman ve itaatte bulunmasıdır. Bu hakkı îfa karşılığında, kulların da Allah üzerinde bir hakkı vardır: Şirke düşmediği müddetçe azâb edilmemek… Bu hususu, Peygamber Efendimizn çok sevdiği sahabîlerden Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- şöyle haber vermektedir:

Ben, merkeb üzerinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terkisinde idim. Rasûlullah:

“-Ey Muâz! Allâh’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?” buyurdu. Ben:

“-Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dedim. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Allâh’ın kulları üzerindeki hakkı, onların sadece Allâh’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak tutmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak tutmayan(lar)a azab etmemesidir.” buyurdu. Ben hemen:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi?” dedim.

“-Müjdeleme, onlar buna güvenip tembellik ederler.” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 46; Müslim, Îman 48, 49)

Bu hadîs-i şerîfte büyük bir müjde vardır. Allâh’ı tek rab olarak bilip sadece O’na kullukta bulunan, O’ndan başka bir mâbuda tapmayan insanların Allah tarafından affedilmesi, hatalarının bağışlanması haber verilmiştir. Ancak Peygamber Efendimiz, bu bilginin yayılmasının insanları gevşekliğe sevk edeceğini düşünerek Muâz bin Cebel’e mânî olmuştur.

Mü’min olan kimselerin, günahları dağlar kadar çok da olsa, Allâh’ın rahmet ve mağfiretinin bundan daha fazla olduğunu düşünerek “ümidini kesmemesi”, Allâh’ın affına layık olmak için “ölüm gelip çatana kadar” kulluk ve itaate devam etmesi gerekmektedir.

Zira Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde Allâh’ın azabının da çok elîm ve çetin olduğu bildirilmektedir. Bu yüzden mü’min hayatı boyunca “ümit ve korku dengesini” kaybetmemeli; sanki her an cehenneme gidebilecekmiş gibi dikkatli olurken, mü’min olarak yaşayıp mü’min olarak vefat edince Allâh’ın kendisine cenneti ihsan edeceğini de bilmelidir.

Diğer taraftan kitaplarda “Allâh’ın hakkı” olarak geçen başka hususlar da vardır: Dinin hükümlerinin tam olarak uygulanması, kamu menfaatine olan emir ve yasakların yerine getirilmesi de “Allâh’ın hakkı” arasında zikredilmiştir. Meselâ, bir insanın bir başkasının canına kast etmesi üzerine; mazlum ve mağdur tarafın İslâm hukukuna göre, kâtilden üç talebi olabilir: Öldürülen yakını için mahkemeden (İslâm Devletinden) kısas istemek, öldürülen yakını için diyet belirlenmesine râzı olmak ya da o mağdurların katili, karşılıksız olarak affetmesi…

Böyle bir durumda, mağdur ve maktul yakınları, katilin öldürülmesini (kısası) talep ettiğinde, mahkemenin (devletin) katili affetme hakkı yoktur. Bu durum, yani İslâm’ın belirttiği bu cezaların uygulanması da Allah hakkıdır. Aynı şekilde bütün kamunun ortak kullandığı şeyler üzerinde, herkesin dilediği gibi tasarruf etme hakkı yoktur; bu da Allâh’ın hakkı olarak sayılmıştır.

Dolayısıyla İslâm, karşılıklı hak ve sorumluluklar üzerine kurulmuş yüce bir dindir. İnsan, kendi haklarını sonuna kadar taleb edebilir. Ancak insana verilen haklar, sonsuz değildir. Diğer bir insanın veya toplumun hakkı olan yerde, insanın kendi hakkı bitmiş olur.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle